Depresyon

Kısaca: Depresyonun tarifini, kendini ele veren, genel verilerinden yola çıkarak yapabiliriz. Bunları, maddeler halinde sıralayalım. ...devamı ☟

DÜNYA SAĞLIK TEŞKİLATI (WHO) depresyonu geleceğin en büyük sağlık sorunu olarak ilan etti, ABD'de iş gücü kaybına neden olan hastalıklar sıralamasında, kalp hastalıklarında sonra ikinci sırayı depresyon alır.

Dünyada her gün 1000'den fazla kişi intihar ediyor. İngiltere’de intihar edenler, trafik kazalarında ölenlerden daha fazla; ABD'de her yıl erişkin nüfusun %10'u depresyon geçiriyor. Her insanın hayatının bir noktasında depresyona girme ihtimali %20'dir. Şu anda Türkiye'de 3,5 milyon insan sözünü ettiğimi depresyon hastalığına tutulmuş durumda. Sağlık ocaklarına baş vuran hastaların %26'sının, depresyonda olduğu belirlenmiştir.

Depresyon zayıflık, acizlik değil, bir hastalıktır. Kendisine göre tedavi yöntemleri vardır. Asıl önemli olan depresyona giden yolu kesmektir.

Depresyon nedir?

Depresyonun tarifini, kendini ele veren, genel verilerinden yola çıkarak yapabiliriz. Bunları, maddeler halinde sıralayalım:

1. Hoşlandığınız şeylerde azalma ve ilgi kaybı.

2. Kendini üzgün, hüzünlü hissetme, keyfi yerinde olmama durumu.

3. Kiloda azalma ya da artışlar.

4. Uyku bozukluğu ya da aşırı uyku.

5. Sıkıntı, huzursuz olma, yerinde duramama, kararsızlık.

6. Kendini yetersiz, değersiz, suç işlemiş gibi hissetme.

7. Dikkat, düşünce konsantrasyonunda azalma.

8. Enerjide azalma, yaşlanıyor olma hissi, çalışma güç ve ve­riminde düşüşler.

9. Tekrarlayan ölüm düşünceleri.

10. Cinsel ilgide değişme.

Yukarıdaki belirtilerden 2-3 tanesine iki haftadır sahipseniz; depresyonun klinik ölçütlerine göre tedaviniz gerekmektedir.

Depresyon bir hastalıktır insanın kendini değersiz ve yetersiz görmesi, kötü hissetmesi, zaman zaman herkes için geçerlidir. Bu bir suç ve zayıflık değildir. Bu duygular depresyona dönüşmüşse tedavi ve profesyonel bir yardımla büyük rahatlama elde edilebilir.

Bir örnek:

S. O., 45 yaşında bir bayan. Başarılı bir iş kadını. 25 yıldır gülemediğini, yaşamaktan zevk alamadığını, bunun için de evlenemediğini, işinin dışında hiçbir şeyin kendisini ilgilendirmediğini, tatilden bile bir tad almadan günlerinin geçtiğini söylüyor. Son yıllarda bağırsak şikayetleri artmış ve işe gitmekten de nefret eder hale gelmiş. Devamlı bir halsizlik ve yatma isteği hissediyor ve yaşamayı gerektirecek hiçbir sebep bulamıyor.

Hekime başvurdu. Gerekli testler yapıldı. Beyin biyoelektrik profili, stres seviyesi ölçüldü. Kendisinde depresyonun bütün bulguları vardı. Yani beyninde elem, keder, neşe sevinçle ilgili merkezlerin salgılan bozulmuştu. Gerekli ilaç tedavisine başlandı. Altı hafta sonra geldiğinde % 70-80 oranında bir iyileşme görülmekteydi. Kendisi "Hayattan zevk almaya başladım. Evimdeki taşların renklerini fark ettim. Gülebiliyorum. Bağırsak şikayetlerim de düzeldi. Şimdi geçen yıllarıma yanıyorum, aman böyle kalayım" diyordu.

Başka bir örnek:

Z. E., 48 yaşında. Başarılı bir işadamı. Çalışkan, titiz, şefkatli ama çok sinirli. Yakınları, her şeye kızmasına artık dayanamadıklarını söylemişler. En son bir alışveriş merkezinde, "tuvalet kağıdı acaba 6'lık mı yoksa 12'lik mi olsun" diye tartışıp eşiyle kavga çıkarmış.

Hekime başvurdu. Gerekli testler ve ölçümler yapıldı. Stres seviyesi yaş grubuna göre oldukça yüksekti. Muhtemelen beyninde öfkelilik, sinirlilik, şüphecilik, kıskançlık ile ilgili merkezlerin salgıları bozulmuştu. Gerekli tedavi planlandı ve uygulandı.

1-2 ay sonra eşi ile birlikte geldiler. Eşi; "Doktor bey keşke bu tedaviye 25 yıl önce başlasaydık" eşim "artık sinirlenmiyor, evimize huzur geldi" diyordu.

Yukarıdaki iki örnekte görüldüğü gibi yaşam tarzı haline gelmiş bazı depresyonlar, insanın yaşam kalitesini büyük ölçüde etkilemektedirler. Profesyonel bir yardımla böyle uzun vakaların düzelmesi psikiyatri pratiğinde sık rastlanan gerçeklerdir. Ama asıl olan insanların depresyona girmesini önleyecek tedbirleri almaktır.

Y. Ö. 35 yaşlarında 3 çocuk sahibi bir ev hanımı. Tutucu bir aile ortamında büyümüş. Kendisini çocuklarına adamış. Duygularını ifade edemiyor. Geniş bir aile ortamında, kayınpeder, elti, görümce beraber yaşıyorlar. Eşi doktor, genellikle eve geç geliyor. Evde konuşma sohbet yok. Kendi ailesi ise şikayet dinlemek istemiyor, onu sorunları ile baş başa bırakıyorlar. İntihar etmeyi bile düşünüyor. Bir gün dinleyicilerin problemleri ile ilgilenen bir radyo programına telefon eder. Program sunucusu D.S. ile aralarında özel bir iletişim başlar. Y.Ö.'yü artık hayata bağlayan tek şey, bu konuşmalar oluyor. Kayınpeder telefon faturalarının birden bire yükselmesinden şüphelenip, iz sürer. Kısa bir süre sonra, gerçek anlaşılır. Olay patlak verdikten hemen sonra, genç kadın, annesinin evine gönderilir ve boşanma davası açılır.

Bu vakada gördüğümüz olay genç hanımın depresif durumda iken kişiliğine uymayan şeyler yapması. Karşı tarafın da onu hiç anlamaması. Olay bu noktaya gelmeden eşler birbirlerine biraz zaman ayırsalar böyle kişilik değişimi şeklinde depresyon yaşanmayacak, hatalar yapılmayacaktı.

Örtülü Depresyon

Depresyonda temel belirti "elem-keder" hissi yönünde kendini gösteren bir artıştır. Örtülü depresyonda ise neşesizlik, durgunluk, elem, bir şeyden zevk almama duygusu fazla etkilenmez. Depresyon bu sefer, beden ve organ dili ile ortaya çıkmaktadır.

Kronik, gezici ağrılar, yüz ağrıları, baş ağrıları, astım krizi, mide bağırsak bozuklukları, çarpıntılar, baş dönmeleri, tansiyon dengesizlikleri, bulantı ve kusmalar, alerjiler, romatizmalar, unutkanlık, öğrenme güçlükleri. Uyku, İştah, cinsel sorunlar, alkol-uyuşturucu madde kullanımları, saplantı, takıntılar, kişilik değişimleri hep depresyonun farklı biçimde tezahürü olabilir.

Böyle sorunlarda gerekli inceleme ve araştırmalardan sonra hekimler hastalığın sinirsel olabileceğini hastaya söylerler.

İnsanlar genellikle, "ben deli miyim" diye, itiraz ederler. Ancak insanın nasıl midesi, karaciğeri hasta oluyorsa, sinir sistemi de ruh yapısı da hasta olabilir. Genç yaşlarda görülen mide kanaması, kalp krizi, beyin kanaması vakaları, böyle yoğun streslerin yaşandığı ve organ dili ile ortaya çıktığı durumlarda olabilmektedir.

Bebeklerde depresyon

Bebekler kısa süreli anne yokluğunda bile depresyon belirtileri gösterirler. 6 ayın sonunda anne bebeğinden birdenbire ayrılırsa; bebekte dindirilemeyen ağlamalar başlar. Kısa bir süre için susar, yanma biri yaklaştığında tekrar ağlamaya başlar. Sustuğunda da, yüzünde yorgun ve üzgün bir ifade vardır. Çocuk, korku içindedir ve kendisini tehlikede hissetmektedir.

Eğer bu dönem uzun sürerse, bebeğin iştahı kesilir, zayıflar, fizik gelişmesi durur. Sık sık kusar ve ishal olur. Durgundur, küskündür, nadiren güler.

İkinci aydan sonra eğer anne dönmezse içe kapanma dönemi başlar. Duygular küntleşir. Çevresindekilerin yanına yaklaşmasına ilgisiz kalır. Anne üç ay içerisinde dönerse iyileşme başlar. Dönmezse veya anne yerine geçen teke tek, kararlı, tutarlı bir kişi yoksa, bu durum özellikle yuvalarda görülür ani ölümler olabilir.

Çocuk, parmak emme, sallanma gibi bedensel haz kaynaklarına döner. Yalancı zeka gerilikleri görülür. Beslenme ve bakım iyi olsa da, çocuk mutlu olmadığı için gelişen geri kalır. Beyin büyüme hormonunu yeterli salgılayamamaktadır.

Bebekte depresyon mu olurmuş? denilmemeli bir bebeği hayata bağlayan annedir. Onunla arasında ruhsal bir bağ vardır. Annenin kokusu bile çocuk için bir güven kaynağıdır. Çocuk anneye yakınken kendisini güvende hisseder. Şefkatli, yumuşak bir anne kadar çocuğu rahatlatan bir şey yoktur. Hatta çocuk annesinden korksa bile, yine onun kollarına atılma arzusu taşır.

Çocuk sevgi yatırımını anneye yapmıştır. Onu kaybettiği an kendisini tehlikede hissedecektir. İnsanoğlu büyüdükçe sevgi yatırımını diğer insanlara, eşyalara, mala, paraya yapar. Ancak bütün bu sevgiler geçicidir, kaybedilebilir, kaybedildiğinde de, depresyona girmek mümkündür.

Bebeklerde depresyon uzun sürerse, Otizm denilen bir çeşit çocukluk şizofrenisi ortaya çıkar. Göz teması kuramayan, saldırgan, kendini ısıran, konuşamayan, sürekli sallanan, duygusal olarak ayrı bir dünyada yaşayan çocuklar ortaya çıkar.

Bir çiçek susuz bırakılır iyi bakılmazsa nasıl bozulur ve yaşamazsa, İnsan yavrusu da sevgi ve ilgiden yoksun kalırsa çiçekler gibi solar ve gelişemez.

Depresyon

Bu terim maalesef en az üç anlamda kullanılmaktadır — ruhsal bir durumu, bir sendromu ve bir hastalığı tanımlar. Ruhsal bir durum olarak depresyon evrensel insan yaşantısının bir parçasıdır ve genellikle hayatın früstrasyonlarına ve hayalkırıklıklarına karşı bir tepki olarak, bazan da belli bir nedeni olmaksızın "durup dururken" gelişir. Depresyon sendromu, diğer birkaç semptomdan bazıları veya hepsiyle birlikte beliren— uykusuzluk, kilo kaybı, konsantrasyon yeteneksizliği, intihar ideasyonu, vs. — depressif bir ruhsal durumdur. Hastalık olarak depresyonda ise, yine bu sendrom mevcuttur, ama geçici değildir ve önemli fonksiyonel bozukluk sözkonusudur: hasta iş yapamaz yahut becerisi azalır, ya da zevk alma kapasitesini kaybetmiştir.

Depressif hastalığa sık rastlanır; hatta ciddi morbiditenin en belli başlı etkenleri olan koroner arter hastalığı, hipertansiyon ve kronik bronşitten sonra gelir (depressif hastalığın başlıca komplikasyonu olan intihar vakaları, mortalite tablolarında, yüksek bir insidans göstermektedir),İngiltere'de akıl hastahanelerinde yatan hastaların %35-40'ı depressif psikoz hastalarıdır. Klinik ve poliklinik hastalar dahil, yeni depresyon episodlarının insidansı yılda yaklaşık 100,000'de 500'dür.Bu da, ortalama olarak, genel tababetteki 3000 hastada, her yıl en az 15 yeni depresyon episodu görüleceği anlamına gelir —hatta psikiyatri uzmanlarına havale edilmeyen hafif vakalar hesaba katılırsa, bu sayı muhtemelen çok yükselecektir.

Depresyon semptömatolojisi, seyri ve tedaviye cevap çok değişkendir. Sınıflandırma çabaları gösterilmiş olmasına rağmen, bunların hiçbiri yaygın olarak benimsenmemiştir. Sık sık iki ayrı tip depresyon olduğu ileri sürülmüştür: psikotik yahut endojen depresyon (manik depressif hastalığın depressif safhası dahil) ve nörotik yahut reaktif depresyon. Bu ayrımın belirtileri yüzeyseldir, ama henüz daha iyi bir ayrım olmadığından, yaygın olarak kullanılmaktadır.

Psikotik (endojen) depresyonlar çok kere belli bir neden olmaksızın gelişir; ama bazan belirgin bir stress sonrasında geliştikleri de olur. Bu depresyonlar hızla derinleşir ve hastanın ruhsal durumu bir günden öbürüne fazla değişkenlik göstermez. Oysa, gün boyunca belli bir değişkenlik gösterir; sabah en kötü durumdadır ve gün ilerledikçe iyiye doğru gider. Uyku ve iştah bozukluklarıyla kilo kaybı belirgindir. Uykusuzluğun en kötü safhası, gecenin ikinci yarısındadır; tipik olarak hasta uyumakta güçlük çekmez, fakat iki üç saat sonra uyanarak bundan sonra uyuyamaz. Çok kere ciddi bir iştah kaybı görülür ve bunun yanısıra 5 kg'luk yahut daha fazla bir kilo kaybıyla, konstipasyon, amenore ve libido kaybı vardır. Birçok hastada karakteristik bir motor retardasyonu gözlemlenir; konuşmaları ve vücut hareketleri yavaşlar, kapsam bakımından daralır ve çok kere spontan konuşma yeteneği kaybolur. Bazı hastalar ise endişe ve ajitasyon duyarlar, amaçsızca dönüp dolaşırlar, tekrar tekrar aynı soruyu sorarlar. Ruhsal durum depresyonu çok kere derindir ve yanısıra işde ve normal uğraşlarda tam bir ilgi kaybı görülür. Hasta hiçbir şey okumaz, çünkü okuduğunu anlamak için yeterli konsantrasyon gösteremez; televizyonu izlemez, çünkü ilgisini kaybetmiştir. Hemen her zaman hayatta zevk alacak birşey olmadığını söyler. Bu inanç, iyileşme ihtimaline duyduğu inançsızlıkla birleşince, kaçınılmaz olarak intihar düşüncelerine yol açar. Suçluluk duyguları ve hastanın uzun zaman önce işlediği hatalar ya da eylemsizliğe düştüğü için kendini suçlaması, durumu daha da kötüleştirir. Bazan bu suçluluk duyguları delüzyon niteliğine bürünerek, hasta aynı zamanda kendisini suçlayan ses hallüsinasyonları işitir.

Nörotik yahut reaktif depresyonun tipik klinik tablosu daha az belirgindir ve belli psikotik özelliklerin yokluğuyla karakterizedir. Depresyon ya önemli bir kayıp veya hayalkırıklığından (terfi edememe, bir nişanlılığın bozulması gibi) sonra başlar, ya da belki de daha sık olarak, kronik bir früstrasyon ve tatminsizlik ortamında gelişir. Başlangıç, çok kere sinsidir ve günden güne değişkenlik gösterir; bazan karamsar dönemler arasında tek tük normale yakın "iyi günler" olur. Ağlama belirgin bir semptomdur. Hasta çok kere öylesine anksiyöz, gergin ve irritabldir ki, bu semptomlar depresyonu gölgeleyebilir. Uykusuzluk ve iştah kaybı şikayeti görülebilir, ama daha ayrıntılı bir araştırma çok kere hastanın kilo kaybetmediğini, tersine aldığını, uyumakta güçlük çekmesine ve normalden daha az sağlıklı uyumasına rağmen, aslında fazla uyuduğunu ve uyandığı zaman kendisini hala yorgun hissettiğini ortaya çıkarır. Genellikle kendine-acıma, suçluluk duygusundan daha belirgindir ve hasta sonunda, kliniğe yatırılmadan önce çok kere intihar girişiminde bulunur; ama ölüm genellikle önlenir. Psikotik depresyonlar daha ziyade enerjik, dışa dönük ve birkaç obsesyon özelliği dışında, belirgin nörotik eğilimler göstermeyen kişilerde olur.Bu hastalar çok kere daha önce depresyon veya mani episodları geçirmişlerdir ve hastalıkları tedaviyle, hatta tedavi edilmeden de, tamamen giderilir, öte yandan, nörotik depresyonlara tipik olarak, hayatları boyunca şu ya da bu çeşit nörotik eğilim gösteren kimselerde rastlanır; bu eğilimler psikotik hastalıklar kadar şiddetli olmamakla birlikte, çok kere uzun sürer ve tam iyileşmez. İki klasik tablo bunlardır, ama aslında bu gruplardan birine veya öbürüne tam uyan çok az hasta vardır. Psikotik ve nörotik özellikler, türlü kombinasyonlarla, aynı zamanda mevcutturlar ve her ikisini birden gösteren hastalara tek bir tipteki vakalara kıyasla, muhtemelen daha çok rastlanır. Bu soyut sınıflandırma yine de yararlıdır, çünkü bir hastadaki semptomatoloji psikotik tabloya ne kadar yakın olursa, hastanın elektrokonvülsif terapiye yahut trisiklik ilaçlara cevap ihtimali de o kadar yüksektir. Böyle bir durumda, en uygun çözüm yolu herhalde depresyonları sürekli bir dizi olarak kabul etmektir. —hastaların çoğunluğu, biri tipik psikoz, öbürü nevroz olan iki kutup arasında yer alırlar.

Oysa, bu yollardan yeterince belirlenemeyen başka depresyon sendromları da vardır. Bu noktada envolüsyonel melankoliden (bkz.) Söz edilebilir. Bu durum eskiden ayrı bir vaka olarak kabul ediliyordu, çünkü olumsuz prognozu, obsesyonel premorbid kişilik niteliği ve klinik ajitasyon tablosu, depersonalizasyon ve hipokondria gibi özellikleri dolayısıyla, manikdepressif hastalıktan ayrılıyordu. Aslında, envolüsyonel melankolinin ayrı bir durum olduğunu gösteren genetik hiçbir delil yoktur: tedaviye cevabı diğer psikotik depresyonlardaki gibidir ve obsesyonel premorbid kişilik — semptomatoloji ne olursa olsun — depresyonların çoğunda ortak bir özelliktir. Bugünkü tababette, depresyon şikayetiyle hekime başvuran, ama aslında hayatları boyunca kişilik bozukluklarından mustarip hastalar daha önemlidir. Bunlarda çok kere uzun bir emosyonel "yoksunluk" (deprivation) sözkonusudur; çocuklukları, onların emosyonel gereklerini karşılayacak yahut anlayacak yetenekte olmayan birden fazla ailenin yanında geçmiştir. Bazan toplumdan uzak ve içine kapanık kimselerdir, ama genellikle çevresindekilerle bir dizi bağımlılık ilişkisi kurarlar ve ya sürekli ve aşırı ilgi, sevgi taleplerinde bulunarak, ya da fevri saldırgan davranışlar göstererek bu ilişkileri bozarlar. Cinsel ilişkileri dengesizdir ve genellikle fizik tatmin arzusundan ziyade, bir insanla yetersiz bile olsa, bir çeşit ruhsal ilişki kurma çabalarını yansıtır. Ruhsal durumları da tipik olarak dengesizdir, bazan kısa süren neşeli veya öfkeli episodlar görülür, ama temeldeki eğilim yoğun bir mutsuzluk olup hem intihar, hem de tekrar tekrar intihar girişimi vakalarına sık rastlanır.

Geçici paranoid fikirler gelişebilir ve yoğun depresyon dönemlerinde geçici anoreksi yahut uykusuzluk görülebilir; ama genellikle semptom düzeni dengesiz ve belirsizdir. Karakteristik olarak, hiçbir zaman mutlu olduklarını hatırlamazlar yahut da çoğunlukla iyi ve hoşgörülü bir ebeveynle kısa süren tatmin edici bir ilişki dönemini toz pembe bir dönem gibi hatırlarlar.

Depresyonlara bütünüyle kadınlarda, erkeklere kıyasla, iki kat daha fazla rastlanır, ama kadınlardaki yüksek oranın nedeni daha ziyade 25-45 yaş arasındaki kadınlarda yüksek frekans gösteren nispeten hafif nörotik depresyonlardır; 60 yaşından sonra ise, kadınlarla erkekler arasında çok az fark vardır. Nörotik depresyonlar daha çok yetişkin gençlerde ve daha ziyade kadınlarda görülür. Daha şiddetli psikotik depresyonların insidansı orta yaşa doğru gittikçe artar ve kadınlarla erkeklerdeki insidans farkı azdır. Yaşlılarda depresyonlar çoğunlukla psikotik tiptedir ve çok kere fizik hastalıkla birlikte görülür. Özellikle Parkinsonizm ve serebral arterioskleroz (bkz.) Başlangıcı gibi durumların yanısıra depresyon görülür. İlk olarak orta yaştan sonra depressifleşen hastalarda gizli neoplazi insidansının yüksek olduğunu belirten deliller vardır. Bu ilişkiler sonunda nasıl açıklanırsa açıklansın, bütün yaşlı depresyon hastalarında titizce fizik muayenenin şart olduğu bellidir. Bunlar, orta ve ağır şiddette depresyonların klasik belirtileri olmakla birlikte, birçok anksiete durumlarının depressif hastalıkları gölgelediğini bilmek de önemlidir. Ayrıca birçoğunda somatik şikayetler de görülebilir (bkz. Depressif Ekivalanlar) ve bir nevrasteni (bkz.) teşhisine yol açabilir. Dikkatli bir anamnez hiç değilse bazı depresyon semptomlarını ortaya çıkarabilir. Depresyon ayrıca alkolizm, özellikle dipsomani (bkz.)biçiminde de belirebilir.

Son yıllarda depresyonun biokimyası artan bir ilgi toplamaya başlamıştır; ve araştırmalar çoğunlukla nispeten daha iyi belirlenebilen psikotik yahut manik-depressif depresyonlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Çeşitli endokrin bozukluklarının çok kere depresyonla ilgili olduğunu gösteren klinik gözlemler, hormon anomalilerinin araştırılmasına yol açmıştır. Bugün en şiddetli depresyonlarda serum kortizol seviyelerinin yükseldiği ve depresyon iyileştiğinde bunların normale döndüğü ispatlanmıştır. Oysa bu kortizol oluşumu artışının etyolojik bakımdan önemli olup olmadığı, yahut yalnızca emosyonel uyarıma karşı spesifik olmayan bir tepki mi olduğu hususu henüz belli değildir: ikincisi daha muhtemeldir, çünkü tipik endojen depresyonlar adrenalektomiden sonra da görülebilir ve terapötik steroid. Uygulaması depresyondan ziyade öfori durumunu etkiler.

Depresyonda serebral amin metabolizması anomalileriyle ilgili raporların gerçek aşamalara yol açması daha muhtemeldir. Şiddetli depresyonun, hipotalamus ve beyin sapında lokal amin konsantrasyonlarındaki tükenmeyle ilgili olduğu ispatlanmıştır ve bunun dolaylı yahut dolaysız olarak ruhsal durum değişimlerine yol açtığına işaret eden birçok bulgu mevcuttur. Bir Rauwolfia alkaloidi olan reserpin beyin sapı aminlerinde benzer bir tükenme yaratmaktadır ve depresyonu presipite etme özelliğiyle tanınır. Oysa her iki antidepresan ilaç grubu trisiklik grup ve monoamin oksidaz inhibitörleri kokain, amfetaminler ve elektrokonvülsif terapi, bu lokal amin konsantrasyonlarını arttırıcı etki göstermektedirler. Son zamanlarda, intihar ederek ölenlerdeki beyin sapı amin konsantrasyonlarının, başka nedenlerle ani ölenlere kıyasla, daha düşük olduğu ileri sürülmüştür. Hangi amin grubunun, yani katekolaminlerin (noradrenalin ve dopamin) mi, yoksa indolaminlerin (5-hiroksi-triptamin) mi daha önemli olduğu henüz belli değildir ve depresyona yatkın bir deney hayvanı bulunamaması, ayrıca insandaki beyin sapında deney yapmanın anatomik ve ahlaksal açıdan imkansız olması dolayısıyla, araştırma yapılamamaktadır; ama görünüşe bakılırsa, sonunda ruhsal durumun kimyasal temelini anlamaya yaklaşılmaktadır, endojen depresyonlarda (ayrıca manik hastalıklarda) da anormal yükseklikte intrasellüler sodium seviyeleri görüldüğünü ve bunların iyileşmeyle birlikte normale döndüğünü belirten raporlar da vardır. Bu elektrolit anomalileriyle yukarıda anlatılan amin bozuklukları arasında bir ilişki varsa, bunun ne gibi bir ilişki olduğu belli değildir, ama manik depressif hastalığın tedavisinde lityum tuzlarının etkinliği, bu elektrolit bozukluklarının, yalnızca mineral-kortikoid artışının sekonder bir sonucu değil, aynı zamanda etyolojik bakımdan da önemli olduğuna işaret etmektedir.

Depresyon, fizikokimyasal terimlerle olduğu kadar psikolojik terimlerle de "anlaşılabilir" yahut "açıklanabilir". Gerçekten de, bu iki yaklaşım birbirini tamamlar. En yaygın benimsenen psikolojik açıklama, klasik bir Freudiyen görüş olan, depresyonun daha önce dışa yönelen saldırganlık impuls'larının içe doğru yönelmesi sonucunda oluştuğu görüşüdür. Depresyonun klinik belirtilerini tanıyan birisinin, depresyonla düşmanlık duyguları arasındaki yakın ilişki dikkatini çekecektir; ayrıca depresyonla dışa yönelen saldırganlık davranışının, birbirlerinin alternatifi olduğuna dair bazı epidemiyolojik deliller vardır. Oysa bugün bazı psikoterapistler, depressif hastalardaki saldırganlık duygularını yalnızca depresyona sekonder bir reaksiyon olarak görmekte ve ruhsal değişimi presipite edici başlıca faktörün hastanın kendine duyduğu saygıyı kaybetmesi olduğunu kabul etmektedirler.

Etkin antidepresan ilaçların bulunmasıyla, özellikle genel tababette depresyon tedavisi bir değişime uğramıştır. Bunların en önemlisi trisiklik antidepresanlar (bkz. j grubudur; bu gruptaki en yaygın kullanılan bileşikler amitriptilin ve imipramindir. Bütün bu ilaçların karakteristiği, düzenli olarak yeterli dozajda en az iki hafta süreyle uygulanmadan önce antidepresan etkilerini göstermemeleridir. Sonuç olarak, hastanın ilaca cevap verip vermediğine karar verebilmek için en az üç, tercihen dört haftalık tedavi gerekmektedir. Bu ilaçlar ayrıca dozaja bağımlı oiarak atropin etkisine benzer belirgin etkiler göstermektedirler (ağız kurumasına, konstipasyona, terlemede artışa, vs. Yol açarlar). Bu yan etkileri asgariye düşürmek için düşük dozda (günde üç kere 25 mg) amitriptilin veya imipramin tedavisine başlamak, bir hafta sonra bu dozu arttırmak ve hazan depresyon cevap vermediği ve yan etki sorunlarıyla k arşılaşılmadığı takdirde günde 200 mg'a çıkarmak adettir. Hekim bu ilaçları verirken, hastaya uzun bir tedavi süresinden önce kendisini daha iyi hissetmeyeceğini ve şikayet edeceği yan etkilerin zamanla azalacağını belirtmelidir.

Bu trisiklik ilaçlar nörotik depresyonlardan çok psikotik depresyonlarda etkindir; ama bu ilaçlar nörotik depresyonlarda bile yararlı olmaktadır. Aslında her iki tip depresyonda da, ilk başvurulacak tedavi budur. Antidepresan grubundaki bileşikler arasında çok az fark vardır; ancak, özellikle ajite depresyonlarda amitriptilin, imipramin'den biraz daha fazla etkin olabilir. Depresyonun yanısıra sık sık anksiete görüldüğü için, depresyona cevap alınıncaya kadar günde üçer kere 10 mg klordiazepoksid, veya 5 mg diazepam tavsiye edilmelidir, fakat şiddetli ajitasyon mevcutsa, bir fenotiazin (örneğin, günde 3 kere 100 mg tioridazin) tercih edilir. Depresyona cevap alındığı takdirde, trisiklik ilaç tedavisi, muhtemelen azaltılan dozlarda iki üç ay süreyle, sürdürüldükten sonra kesilmelidir. Çok kere, nüksetmeleri önlemek için, uygulama yıllarca sürdürülür, ama bunun başarılı olduğu vakalara, ender rastlanmaktadır. Diğer antidepresan grubu olan MAO inhibitörlerinin durumu daha da belirsizdir. Kontrollü birçok denemelerde bunların az yarar sağladığı ortaya çıkmıştır. Başka araştırmacılar ise MAO inhibitörlerinin, trisiklik grup kadar etkin olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu bileşiklerin çok muhtemelen nörotik depresyonlarda, özellikle belirgin fobik anksiete vakalarında etkinlik gösterecekleri konusunda şimdiye kadar fikir birliğine varılmıştır. Trisiklik antidepresanlar gibi, bunların da antidepresan etkileri 10-14 günlük bir gecikmeyle belirir. Oysa,başka her bakımdan, öbür gruptan farklıdırlar. Yan etkileri ise, imipramin ve amitriptilin gibi önemsiz ve sık görülen çeşitten olmayıp ender görülür ve potansiyel olarak ciddidir. Hastanın aldığı aminlerin normal ayrışımını bloke ederek, peynir ve maya ekstreleri gibi, amin ihtiva eden besinlerin şiddetli baş ağrıları ve tehlikeli hipertansiyon krizleri yaratacakları bir duruma yol açarlar; dolayısıyla bu ilaçlarla tedavi sırasında bu tür yiyeceklerden mutlaka kaçınılmalıdır. MAO inhibitörleri aynı gekilde amin grupları ihtiva eden ilaçların ayrışımına da müdahale eder; yani, adrenalin ve isoprenalin amin grubundan olduğu için, astımlı hastalara MAO inhibitörleri uygulanmaz.Morfin türevleri ve petidine karşı beklenmeyen ve bazan tehlikeli olan reaksiyonlara da yol açabilirler.

Kısmen bu yan etkiler nedeniyle ve kısmen etkinlikleri kısıtlı olduğundan, MAO inhibitörleri trisiklik gruba kıyasla daha az kullanılmaktadır; ama trisiklik bir ilaca cevap veremeyen nörotik depresyonların tedavisinde mutlaka denenmelidirler. Bu grubun en yaygın kullanılan bileşikleri izokarboksazid, fenelzin ve tranilsipromindir.

Amfetaminler ve türevleri, birçok psikiyatrist tarafından olumsuz sayılmakla birlikte, nispeten hafif nörotik depresyonların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır.Amfetamin savunucuları, genel tababette rastlanan depresyon vakalarının psikiyatristlere ulaşan depresyon vakalarından çok farklı olduğunu ileri sürmektedirler; bu iddia şüphesiz doğrudur, ama genel pratisyenler koleji tarafından yürütülen kontrollü denemelerde de amfetamin müstahzarlarının plasebodan daha etkin olmadığı bulunmuştur. Amfetaminlerin iptila yaratma tehlikeleri ve yaygın kullanımları dolayısıyla belki de yaşlı depressifler dışındaki hastalara uygulanmamaları gerekir; yaşlılarda, dikkatli kullanım şartıyla, yararlı oldukları görülmüştür.

Etkin antidepresan ilaçların bulunmasıyla elektrokonvülsif terapi endikasyonları epeyce azalmıştır; ama bu terapi, yeterli bir trisiklik terapiye cevap vermeyen yahut daha önce kullanılan ilaçların etkisiz kaldığı psikotik depresyon hastalarının tedavisinde hala önemli bir rol oynamaktadır. Elektrokonvülsif terapi, stupora yaklaşan şiddetli retardasyon veya yaygın delüzyon vakalarının tedavisinde de hala en etkin tedavidir. Bazan "intractable" depresyondan mustarip hastalara değişik bir lökotomi yöntemi uygulanmaktadır. Ama buna son çare olarak başvurulmalıdır, çünkü sonuçlar hem reversibl'dir, hem de önceden belirlenemez; ama bu terapinin dramatik bir etkinlik göstereceğine kuşku yoktur.

Hastalık ne semptomatoloji gösterirse göstersin, hastalığın ortaya çıktığı sosyal ve psikolojik durumu mümkün olduğu kadar iyi anlamak gerekir; çünkü yerinde bir müdahaleyle durum çok kere az da olsa önemli bakımlardan değiştirilebilir. Hastanın yakınları yahut işverenine durumu anlamaları ve davranışlarını buna göre değiştirmeleri için yardımcı olunabilir; sosyal kurumlar da olumsuz ev koşullan, yalnızlık, borç gibi durumlarda kolaylıklar sağlayabilirler ve hastaya önemli bir adım atması için yardım edilebilir; örneğin, daha önce cesaret gösteremediği halde alkolik kocasından ayrılması sağlanabilir, iyi ve güvenli bir destek, hiçbir vakada, depresyon tedavisinde olduğu kadar önemli değildir; çünkü hasta çok kere kendine güvenini yitirmiştir ve artık tedavi çaresi kalmadığından endişelenmektedir. Hastanın kendisine verilen tabletleri kullanıp kullanmaması doktorun davranışına göre değişir. Çok kere müdahale edilemeyeceğine inanılan yahut hiçbir psikoterapi biçiminin yararlı olmayacağı şiddetli endojen depresyonlarda bile, hastayı sürekli olarak iyileşeceğine ikna etmek yararlı olur. Hasta o anda buna inanmayabilir, ama iyileşebileceğini işitmek onu rahatlatır. Nörotik depresyonlar muhtemelen tedaviye daha yatkındır ve yorumsal psikoterapi gerektirir; bu yoldan bazan dramatik bir iyileşme kaydedilebilir. Ama sırf ekonomik nedenlerle bile olsa, önce yalnızca ilaç tedavisi ve genel destekleyici tedbirlerle başlamak ve ancak bu basit tedaviler işe yaramadığı takdirde daha zaman alıcı terapilere başvurmak doğru olur. Şiddetli kişilik bozukluklarından ileri gelen kronik depresyon hastalarında ne ilaçlar, ne de yorumsal psikoterapi fazla bir yarar sağlamaz, ama sabırla sürdürülen bir destek yavaş bile olsa kesin değişimler sağlar ve hasta gittikçe dünyada evrensel bir düşmanlığın hüküm sürmediğini ve hiç değilse hekim hasta ilişkisinin güvenilir ve sürekli olduğunu öğrenmeye başlar. Bkz. Duygu (affekt) bozuklukları

depresyon

Osmanlıca depresyon kelimesinin Türkçe karşılığı.
Fr. Maddi veya manevi çöküntü. İç sıkıntısı.

depresyon

İngilizce depresyon kelimesinin Almanca karşılığı.
Depression [die]

depresyon

Türkçe depresyon kelimesinin İngilizce karşılığı.
n. depression, down

depresyon

(ruhsal) çöküntü.

depresyon

Türkçe depresyon kelimesinin Fransızca karşılığı.
dèpression nerveuse, marasme [le]

depresyon

Türkçe depresyon kelimesinin Almanca karşılığı.
n. Depression

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Hamilton Depresyon Ölçeği
2 yıl önce

Hamilton Depresyon ölçeği (HAM-D), hekimlerin hastalardaki depresyonun şiddetini ölçmek için kullanabilecekleri 17 soruluk bir testtir. Max Hamilton tarafından...

Hamilton Depresyon í–lçeği, Depresyon, Psikoloji, Taslak, Max Hamilton
Depresyon (jeoloji)
6 yıl önce

Jeolojide depresyon çevresine göre çökmüş bir yeryüzü şeklini tanımlamak için kullanılır. Depresyonun oluşmasında çok değişik mekanizmalar rol alabilir...

Depresyon (jeoloji), Jeoloji, Vadi, Okyanus çukuru, Graben
Psikotik depresyon
2 yıl önce

Psikotik depresyon ya da depresif psikoz psikotik belirtilerin eşlik ettiği bir majör depresif dönemdir. Bipolar bozukluk veya majör depresif bozukluk...

Majör depresif bozukluk
6 yıl önce

Depresyon sözcüğünün diğer anlamları için Depresyon (anlam ayrımı) sayfasına bakınız Bunalım ya da Majör depresif bozukluk, majör depresyon veya klinik...

Mevsimsel duygulanım bozukluğu
6 yıl önce

duygulanım bozukluğu (ayrıca kış depresyonu, kış bunalımını, yaz depresyonu, yaz bunalımı veya mevsimsel depresyon olarak da bilinir), yılın çoğu boyunca...

Antidepresan
2 yıl önce

Antidepresan, depresyon ya da distimi gibi rahatsızlıkları dindirmek için kullanılan psikiyatrik ilaç, besin maddeleri veya bitkisel maddeler(ot, yaprak...

Antidepresan, Depresyon, Farmakoloji
Asosyal
2 yıl önce

terapi görmeyen tedbir alınmayan süreçte depresyona dönüşmesi kaçınılmazdır. Ağır tedavi görmemiş depresyon vakalarında sıklıkla karşımıza çıkan durum...

Asosyal, Birey, Sosyal
üzüntü
2 yıl önce

kışları gündüz saatlerinin kısalması ve günışığının azalması nedeniyle depresyon haliyle beraber kendilerini üzgün hissederler. Paul Ekman'a göre üzüntü;...