Hicret Olayı

Kısaca: Alm. Einwanderung (f), Fr. İmigration (f), İng. İmmigration. İslâm târihinde Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın Mekke'den Medîne'ye göçü. Hicret, lugatte göç etmek, bir memleketten başka bir memlekete gitmek mânâsınadır. Hemen hemen bütün peygamberler, dînin emirlerini yerine getirmek ve yaymak için hicret etmişlerdir. Bunlardan Lût, Mûsâ, İbrâhim ve Îsâ aleyhimüsselâmın hicretleri meşhurdur. Eshâb-ı kirâm da Medîne'ye hicretten önce iki defâ Habeşistan'a hicret etmiş ...devamı ☟

Alm. Einwanderung (f), Fr. İmigration (f), İng. İmmigration. İslam tarihinde Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamın ve Eshab-ı kiramın Mekke'den Medine'ye göçü. Hicret, lugatte göç etmek, bir memleketten başka bir memlekete gitmek manasınadır. Hemen hemen bütün peygamberler, dinin emirlerini yerine getirmek ve yaymak için hicret etmişlerdir. Bunlardan Lut, Musa, İbrahim ve Îsa aleyhimüsselamın hicretleri meşhurdur. Eshab-ı kiram da Medine'ye hicretten önce iki defa Habeşistan'a hicret etmişlerdir. Ayrıca Eshab-ı Kehf'in de Allah yolunda yaptıkları hicret Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir.

Hicri tarihin başlangıcı olan hicret, hem İslam tarihinin hem de cihan tarihinin en mühim hadisesidir.

Kıyamete kadar nesh edilmeden (değiştirilmeden) baki kalacak tek ve en son din olan İslamiyet, hicret hadisesi ile "devlet" olmaya doğru ilk adımlarını atmıştır. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam ve ilk Müslümanlar; doğdukları topraklar olan Mekke'de kendilerine ve dinlerine tanınmayan hayat hakkını hicret ederek Medine'de bulmuşlar, burada çoğalıp, güçlenip kuvvetlenerek Mekke'yi ve Arabistan Yarımadasındaki birçok beldeleri fethetmişler, ilk İslam Devletini kurmuşlardır. Bundan sonradır ki, önünde durulmaz İslam orduları asırlar boyu dünyanın dört bir tarafına bir iman seli gibi akmışlar, İslamiyetin nurunu yeryüzüne yaymışlardır. Böylece İslam medeniyeti batıl dinlerin, zulmün, hakaretin ve ilimde, teknikte geri kalmışlığın pençesinde inleyen insanlığı emniyete, adalete, rahata, huzura, dünya ve ahiret seadetine kavuşturmuştur.

Hicret'ten evvel Peygamberimiz İslamiyeti, önce yakın akrabalarına anlatıyordu. Müslüman olanların sayısı çok azdı. Müslüman olanlar da Mekkeli putperest müşriklerden çok işkence ve eziyet görüyorlardı. Peygamberimize İslamiyeti açıkça anlatmasını emreden; "Emr olunduğun şeyi apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir." (Hicr suresi: 93) mealindeki ayet-i kerime gelince, açıkça İslamiyete davet başladı. Bunun üzerine müşriklerin düşmanlıkları daha da arttı. Eziyet ve işkencenin sonu gelmiyor, gün geçtikçe daha da şiddetleniyordu. Mekke, Müslümanlar için yaşanmaz bir şehir haline gelmişti. 615 yılında Peygamberimizin müsadesiyle Müslümanlardan 10 erkek ve 5 kadın, bundan bir yıl sonra da Ebu Talib'in oğlu Ca'fer-i Tayyar başkanlığında 82 erkek ve 10 kadın daha Habeşistan'a hicret ettiler. Orada rahat ve huzura kavuştular.

İslamiyetin günden güne yayılması üzerine şaşkına dönen müşrikler, bu sefer de Müslümanları Ebu Talib Mahallesinde kuşatma altına aldılar. Giriş-çıkışı yasakladılar.Yiyecek, giyecek ve hiç bir ihtiyaç maddesi sokmadılar. Üç sene büyük sıkıntılara maruz bıraktılar.

Mekkeli müşriklerin her gün artan düşmanlık ve zulümlerine rağmen Müslümanların sayısı gittikçe artıyordu. Peygamberimiz hak dini, insanlara duyurmaya ve öğretmeye sabır ve yumuşaklıkla devam ediyor, karşılaştığı herkesi, Allahü tealaya iman etmelerini, kendinin Allah'ın resulü olduğunu, putlara tapmaktan vazgeçilmesini anlatıyordu. 620 senesi hac mevsiminde Medine'den gelenlerden 6 kişi Müslüman oldular. Bir sene sonra 12 kişi olarak geldiler ve Akabe denilen yerde Peygamberimize biat ettiler. 622 yılı hac mevsiminde de 73'ü erkek 2'si kadın 75 kişi Akabe Biatını yaptılar. Peygamber efendimizin uğrunda canlarını seve seve feda edeceklerine söz verdiler ve Medine'ye döndüler. Peygamber efendimizi de Medine'ye davet ettiler. Bundan sonra İslamiyet, Medine'de süratle yayıldı. İkinci Akabe Biatını duyan Mekkeli müşriklerin tutumları, çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hal aldı. Müslümanlar için Mekke'de kalmak tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber efendimize durumlarını arz ederek, hicret için müsade istediler. Bir gün sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir halde Eshab-ı kiramın radıyallahü anhüm yanına gelip; "Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Yesrib (Medine)dir. Oraya hicret ediniz." ve "Orada Müslüman kardeşlerinizle birleşin. Allahü teala onları size kardeş yaptı. Yesrib'i (Medine'yi) size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı." buyurdu. Resulullah efendimizin izni ile tavsiyesi üzerine, Müslümanlar, Medine'ye birbiri ardınca bölük bölük hicret etmeye başladılar.

Resulullah efendimiz, hicret edenlere son derece ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkı tenbih ediyordu. Müslümanlar, müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola çıkıyor, mümkün olduğu kadar gizli hareket ediyorlardı. Medine'ye ilk hicrette bulunan, müşriklerden çok eziyet görmüş olan Ebu Seleme'dir. Neden sonra işin farkına varan müşrikler, hicret etmek üzere yola çıkan Müslümanlardan görebildiklerini yoldan çevirmeye, kadınları kocalarından ayırmaya, gücü yettiklerini hapsetmeye ve çeşitli cefalar yapmaya başladılar. Onları dinlerinden döndürmek için her türlü eziyeti yaptılar. Fakat bir iç harbin patlak vermesinden korktukları için öldürmeye cesaret edemediler. Ancak Müslümanlar da her fırsattan istifade ederek Medine'ye hicrete devam ettiler.

Bu arada hazret-i Ömer bir gün kılıcını kuşandı, yanına oklarını ve mızrağını alıp Kabe'yi açıkca tavaf etti. Orada bulunan müşriklere yüksek sesle şunları söyledi: "İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın."

Böylece hazret-i Ömer ve yanında yirmi kadar Müslüman güpegündüz açıktan Medine'ye doğru yola çıktılar. Onun korkusundan bu kafileye hiç kimse dokunamadı. Daha sonra Eshab-ı kiramdan diğerleri de hicrete devam ettiler. Bu arada hazret-i Ebu Bekr de hicret için izin istedi. Resulullah efedimiz; "Sabreyle. Ümidim odur ki; Allahü teala bana da izin verir. Beraber hicret ederiz." buyurdu. Hazret-i Ebu Bekr; "Anam babam sana feda olsun. Böyle ihtimal var mıdır?" diye sordu. Resulullah da; "Evet vardır." buyurunca sevindi. Sekiz yüz dirhem vererek hemen iki deve satın aldı. Beklemeye başladı. Nihayet Mekke'de Peygamber efendimiz, hazret-i Ebu Bekr, hazret-i Ali, fakirler, hastalar, ihtiyarlar ve müşriklerin hapsettiği kimseler kaldı.

Diğer taraftan Medineliler (Ensar), hicret eden Mekkelileri (Muhacirleri) çok iyi karşılayıp, misafir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi. Resulullah'ın da hicret edip, Müslümanların başına geçeceği ihtimaliyle Mekkeli müşrikler telaşa kapıldılar.

Mühim işleri görüşmek için biraraya geldikleri Darünnedve'de toplandılar, ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Bu toplantıya şeytan da "Şeyh-i Necdi" yani Necdli bir ihtiyar kılığında, düzgün kıyafetli olarak katılmıştı. Çeşitli teklifler öne sürüldü. Hiç biri beğenilmedi. Kendisine söz verilen Şeyh-i Necdi kılığındaki şeytan onlara; "Sizin düşündüklerinizin hiçbiri O'na karşı çare değildir. Çünkü O'nun öyle güler yüzü tatlı dili vardır ki; her tedbiri bozar.Başka çare düşününüz." diyerek fikrini söyledi. Kureyş'in reisi ve en azılı İslam düşmanı olan Ebu Cehil; "En doğru fikir şudur ki, her kabileden bir kuvvetli kimse seçelim. Herbiri ellerinde kılıçları ile Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine saldırsın. Kılıç vurup kanını döksünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz. Zaruri olarak diyete razı olurlar. Biz de O'nun diyetini verir, bu sıkıntıdan kurtuluruz." dedi. Şeyh-i Necdi de bu fikri beğendi ve hararetle tasdik etti.

Onlar bunun hazırlığı içindeyken, Allahü teala, Peygamber efendimize hicret emrini verdi. Cebrail aleyhisselam gelerek müşriklerin kararını ve o gece yatağında yatmamasını bildirdi. Peygamber efendimiz hazret-i Ali'ye kendi yatağında yatmasını ve bıraktığı emanetleri sahiplerine vermesini söyledi. Geceleyin Yasin suresinin ilk sekiz ayetini okuyarak, kendisini öldürmek için evini sarmış kafirlerin üzerine bir avuç toprak saçtı ve evinden çıktı. Müşriklerden hiç kimse onu göremedi. Peygamber efendimizin saçtığı topraktan kime isabet ettiyse Bedr Savaşında öldürüldü.

Safer ayının yirmi yedinci Perşembe günü, Peygamber efendimiz ve hazret-i Ebu Bekr yanlarına bir miktar yiyecek alarak, bir kılavuz ile birlikte yola çıktılar. Bir saatlik mesafedeki Sevr Dağında bulunan mağaranın önüne geldiler. Mağara'ya Resulullah'tan izin alarak önce hazret-i Ebu Bekr girdi, içeriyi dikkatlice gözden geçirdi. Gördüğü çok sayıdaki delikleri, yılan ve akrep çıkmaması için gömleğini parçalayarak kapattı. Açık kalan bir deliği de ayağıyla kapayıp, Peygamber efendimizi içeri davet etti. Resulullah'ın içeri girmesini müteakip Allahü tealanın emriyle bir örümcek kapıya ağını ördü ve bir çift güvercin yuva yaparak yumurtladı.

Eve girip de Peygamber efendimizi yatağında bulamayan müşrikler, her tarafı aramaya başladılar. İz takib ederek mağaranın önüne geldiklerinde, bir örümceğin mağaranın ağzını örmüş ve bir güvercinin de yuva yapmış olduğunu gördüler. İçeriye bakmadan geri döndüler. Allahü teala, bu mucize ile Peygamberini ve O'nun arkadaşını müşriklerin kötülüklerinden korudu. Ayaklarının ucuna baksalardı her ikisini de göreceklerdi. Bu durum karşısında, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem için endişelenen hazret-i Ebu Bekr'i Peygamberimiz teselli ediyor ve ona; "Üzülme, Allahü teala bizimle beraberdir." diyordu.

Mağarada Peygamber efendimiz başını hazret-i Ebu Bekr'in dizine koyarak bir miktar uyumuştu ki, bir yılan hazret-i Ebu Bekr'in ayağını ısırdı. Izdırapla gözlerinden yaş aktı. Peygamberimiz uykudan uyanıp; "Ya Eba Bekr! Seni ağlatan şey nedir?" diye sorunca, hazret-i Ebu Bekr de; "Ayağımı bir şey ısırdı, canım yandı. Fakat anam, babam sana feda olsun ya Resulallah!" dedi. Hemen Peygamberimiz yılanın soktuğu yere mübarek tükrüğünü sürdü ve Allahü tealanın izniyle iyileşti. Peygamberimiz ve hazret-i Ebu Bekr üç gün üç gece bu mağarada kaldı. Hazret-i Ebu Bekr'in oğlu Abdullah, Mekke'de duyduklarını, geceleyin mağaraya gelip, haber veriyor, Ebu Bekr'in azadlı kölesi ve sürülerinin çobanı Âmir ise geceleri süt getiriyor ve izleri kayb ediyordu.

Dört gece mağarada kalıp, Rebiülevvelin birinci Pazartesi günü mağaradan ayrılarak Medine'ye doğru yola çıkan Resulullah'ı ve hazret-i Ebu Bekr'i her yerde aramalarına rağmen bulamayan müşrikler adeta çılgına dönmüşlerdi. En azılıları olan Ebu Cehil, Mekke civarında tellallar bağırtarak Muhammed aleyhisselamı ve hazret-i Ebu Bekr'i bulup getirenlere ve yerlerini bildireceklere 100 deve vadediyordu. Onun bu vadini duyan ve mala tamah eden bazı kimseler silahlarını alıp atlarına atlayıp yola düştüler. Bunlardan biri de Süraka idi. Peygamber efendimize yaklaşınca atının ayakları dizlerine kadar kuma gömüldü. Süraka şaşkına dönüp af diledi ve kurtulması için dua istedi. Resulullah'ın duası ile kurtuldu ve Peygamber efendimizin emri ile geri döndü. Süraka, Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olmuştur.

Peygamber efendimiz ve hazret-i Ebu Bekr yollarına devam ederek miladın 622. senesi Eylülün yirminci ve Rebiülevvelin sekizinci Pazartesi günü Medine yakınlarındaki Kuba köyüne vardılar. Bugün Müslümanların hicri güneş yılının başlangıcı oldu. Bu senenin Mayıs ayının 16. Cuma gününe tesadüf eden Muharrem ayının birinci günü de Müslümanların hicri kameri yılının başlangıcı olması hazret-i Ömer'in hilafeti zamanında söz birliği ile kabul edildi. Birkaç gün burada kalan Peygamberimiz ilk iş olarak Kuba Mescidini yaptı. Rebiülevvelin 12. Cuma günü Medine şehrine doğru yola çıktı. Ranuna Vadisinden geçerken, öğle vakti olmuştu. Burada ilk Cuma namazını kıldı ve ilk hutbeyi okudu. Namazdan sora her ikisi ve yanındakiler develerine bindi ve Medine'nin yolunu tuttular. Medine halkı, Peygamberimizin mübarek yüzünü görebilme heyecanıyla, yolları kaplamış ve bayram sevinci yaşıyordu. Enes bin Malik, Peygamberimizin Medine'ye girdiği günden daha güzel ve neşeli bir gün görmediğini ifade eder. Kadınlar ve çocuklar hep bir ağızdan:

Seniyyet-ül-Veda'dan, Bedr doğdu üstümüze, Hakka davet ettikçe, şükr vacib oldu bize

Sen bize gönderildin, Emrullahı getirdin Medine'ye hoş geldin, şeref verir davetin

diyerek, kasideler söylüyorlardı. Medine halkı görülmemiş bir tezahüratta bulunuyor, herkes; "Bize buyrun, ya Resulallah!" diyerek, Peygamber efendimizi evlerine davet ediyorlardı. Resul-i ekrem efendimiz devesini serbest bıraktı. Deve ilk defa iki yetime ait bir arsaya çöktü ve çok durmadan kalktı. Biraz yürüdükten sonra tekrar aynı yere çöktü. Burası Peygamber efendimizin dayıları olan Neccaroğullarından Ebu Eyyub-i Ensari hazretlerinin evine yakındı. Peygamberimiz, bu zata misafir oldu (Bkz. Ebu Eyyub-i Ensari). Ensar (Medineli Müslümanlar) dini için vatanını terk eden muhacir kardeşlerini barındırdı, evlerine misafir etti, iş buldu, mülklerinden yer verdi ve her yardımı yaptı.

Bu tür fedakarlık ancak İslam kardeşliğinde vardır. Nitekim Allahü teala mealen; "Ancak mü'minler kardeştirler." (Hucurat suresi: 13) buyurarak, gerçek sevgi ve samimiyetin maddi menfaatle değil, iman ve inançla var olabileceğini buyurmuştur. Bu da açıkca Ensar ve Muhacirin'in arasında görülmektedir.

Medine'ye hicretin, İslam tarihinde büyük önemi vardır. Hicret'ten sonra Müslümanlığın kolayca ve süratle yayılması sağlanmış, İslam dininin merkezi Mekke'den Medine'ye nakledilmiş oldu. Ensar ve Muhacirin bu yeni İslam merkezinde el ele vererek İslam dininin kuvvetlenmesi için her fadakarlığa katlanıyorlar, Resulullah'ın etrafında toplanarak ve İslam dininin esaslarına uyarak yeni bir nizam ve mesud bir hayat kuruyorlardı. Eski sıkıntılı ve korkulu günler arkada kalmış, inançlarından dolayı insanlara işkence yapan müşriklerin eza ve cefa veren ellerinin uzanamayacağı Medine'de hürriyet ve emniyet havası içinde sakin, tatlı bir hayat başlamıştı. Müslümanlar bir devlet olmuşlardı. Cihad emri burada geldi. Medine'deki kabileler arasındaki kin ve düşmanlık kalktı, yerini İslam kardeşliği ve sevgisi aldı.

Hicretten sonra İslamiyet süratle yayıldı. Medine üzerine yürüyen müşrik orduları, yapılan savaşlarda mağlub edildi. Daha sonra Mekke de fethedildi. İslamiyet Arap Yarımadasının her tarafına yayıldı. Bundan sonra da İslam orduları asırlar boyu, dünyanın dört bir yanına bir iman seli gibi aktı. İslam nurunu dünyanın her tarafına yaydı.

misafir - 8 yıl önce
HİCRET Hicret, kelime anlamı olarak genelde bir kimsenin yurdunu terkederek başka bir yere gitmesi demektir. İslam termino­lojisinde ise Allah Resulünün (s.) Mek­ke'den Medine'ye göçmesi olayım ifade eder.Bu ikinci ve özel anlamında Hicret, İs­lam tarihînin en önemli olaylarından biri ve bu tarihin bir dönüm noktası saydır. İs­lam tarihinin ve takviminin başlangıcı Hic­ret olayına dayandırılır. İslam tarihini ko­nu alan kitaplar bu olayın coşku verici ev­relerini ayrıntılarıyla anlatırlar.İslam tarihinde iki önemli Hicret olayı gerçekleşmiştir: 1. ve 2. Habeşistan hic­retleri ve Medine hicreti. Mekke'den Medine'ye Hicreti zorunlu kılan nedenler kısaca şöyle özetlenebilir: İslam'ın ilk üç yılında tebliğ gizli ve birey­sel olarak yapılıyordu. Üçüncü yılda "Em-r olunduğun şeyleri açığa vur" buyruğu gel­di. O zamana kadar İslam'a karşı telaşlı bir tepki göstermemiş olan Kureyşliler, İs­lam bütün emirleri ve yasaklanyla ortaya konulmaya başlanınca, özellikle putları reddedilince tavırlarını değiştirdiler. Düş­manlık duygulan köpürdü, müslümanlar üzerindeki şiddet ve baskılan artü. İslam tarihinde, Mekke dönemi denen ve Hicret'e kadar süren bu eziyet ve çile­lerle geçen yılların çarpıcı sahnelerle dolu ayrıntıları siyer kitaplarında anlatılmakta­dır. Ancak Hicret'in sırf zulümden kaç­mak için vuku bulduğunu sanmak yanlış olur. Ne var ki, hemen bütün tarih ve si­yer kitaplan Hicret olayını müslümanlar bakımından "edilgin (pasif) bir olay" ha­linde değerlendirmektedirler. Bu kitap­lar, Hicret'i ortak bir dil içinde, zulüm ve işkencesini artırmış olan Kureyş'in baskı­sından kurtulmak İsteyen müslümanlarra başvurduğu bir çare biçiminde ele almak­tadırlar. Konuya bu açıdan yaklaşılmasın­da özellikle Kureyş'in baskıcı, işkenceci, zalim tutumunu ortaya kovmak hususu başta rol oynamaktadır. Fakat bu yaklaşım tarzının, Hicret'in müslümanlar bakı­mından taşıdığı "etkin" (aktif) siyasal tav­rı, siyasal anlamı yeterince açığa vurmak­tan yoksun bulunduğu, bu etkin tavrı göl­gelediği söylenebilir. Mesele sadece küf­rün zulmüne işaret etmek olmamalı; müs­lümanların takındığı etkin tavır da belir­lenmelidir. Hicret olayında her ne kadar Kureyş'in zulmünün tahammül edilmez noktalara ulaşması önemli bîr sebepse de, İslami mücadeleyi Kureyş'in (Mek­ke'nin) dışına çıkararak bağımsız bir düz­lemde sürdürmek daha da Önemli bir fak­törsayılmalıdır.Gerçekten de, Hicret'ten önce, İslam'ın Medine'de yayılmaya başlamış olması ve müslümanların oraya yerleşebilmesi bakı­mından elverişli bir ortamın sağlanmış bu­lunması dikkate değer bir gelişmedir.Mekke döneminde birbirini izlemiş çe-Şİtli işkence ve boykot olaylarındım tümü­nü bir yana bırakarak, sadece bir "olay"a ve bir "teklife değinerek Hicret olayını-nın aktif niteliğini belirtmek mümkün­dür.Olay: Hz. Ebu Bekîr, Habeşistan'a git­mek niyetiyle (ki ilk Hicret Habeşistan'a­dır) Mekke'den yola çıkar. Fakat biraz ilerleyince bu niyetinden vazgeçer ve bu­lunduğu yerde Malik adlı birinin himaye­sine girer. Misafir edildiği evin kapısı önünde bir yer yapıp orada namaz kılma­ya başlar. O namaz kıldıkça müşriklerin karılan ve cariyeleri de toplanıp onu sey­retmeye başlarlar. Ebu Bekir gözü yaşlı bir insandı, namaz kılarken kendini tuta­mayıp ağlardı. Kureyşli'ler Ebu Bekir'in bu halini öğrenip Malik'e haber gönderir­ler: "Ebu Bekir'in açıkta namaz kılması­na razı değiliz. Kadınlarımız ve çocukları­mız onu seyrederek İslam'a yaklaşabilir­ler. Namaz kılacaksa kapalı bir yerde kıl­sın, yoksa evini terketsin". Malik, Ebu Be­kir'e bu haberi iletince o, "Bensenin komsuluğundan vazgeçtim, Allah'ın komşulu­ğuna gidiyorum" diyerek orayı terkeder.Teklif: Kureyşliler, Allah'ın Resulüne Şu teklifte bulunurlar: "Muradın nedir? Ne İstersen verelim. Zengin olmak istiyor­san sana servet toplayalım. Reislik dava-sındaysan gel üzerimize reis ve efendi ol. Ne istersen onu yapalım, ne istersen onu verelim, yalnız şu söylediklerinden vaz­geç". Kureyş'in bu teklifi, onların putları­na, kurulu düzenine ilişmemek şartıyla, Allah Resulünün bütün söylediklerine ra­zı olmayı kabul edeceklerinden başka bir anlama gelmiyordu ve böyle bir teklif el­bette kabul edilemezdi.Kureyş'in, İslam karşısındaki tavrını iyi­ce belirleyebilmek için şu olayı da anmak gerekiyor. Kureyş'in ihtiyarlarından bir kısmı, Allah Resulünün karşısına çıkarak derler ki: "Gel biz senin taptığına tapa­lım, sen de bizim taptıklarımıza tap, böy­lece bîz ve sen bu konuda ortaklık yapmış oluruz. Senİn taptığın bizim taptıklarımız­dan daha iyi ise biz bundan hissemizi al­mış oluruz; yok, bizim taptıklarımız senin taptığından iyi ise sen bundan nasibini al­mış olursun." Kureyş'in bu teklifi üzerine "Kafırûn" suresi nazil olur.Kureyş'in Allah Resulüne yaptığı teklif­lere ve takındığı tavra yakından bakılırsa, bunların adı konulmamış, gizli bir laiklik fikrini dile getirdiğini söylememiz müm­kündür. Onlar, İslam'ın mahiyetini he­nüz yeterince kavrayamadıklarından far­kına varmadan İslam'da da "Sezann hak­kı Sezar'a, Tann'mn hakkı Tanrı'ya" ilke­sinin geçerli olabileceği düşüncesini taşı­yorlardı. Ayrı bir konumda da olsa, İs­lam'ın küfür kurumlarıyla, küfür düzeniy­le uzlaşmacı bir tavra eğilim gösterebile­ceğini umuyorlardı.Kureyş'in bu nitelikteki bütün teklifleri, Resulullah tarafından kökten reddedil­miştir. Çünkü bu tekliflerin kabul edilroesi demek, müslümanların "kurulu düze­nin" kaidelerini kabul ederek o düzenin müsaadesi çerçevesinde faaliyet göster­mesi; daha baştan şartlı, kısıtlı, hatta İs­lam'ın hükümleri balonundan çelişkili bir statüyü benimsemeleri anlamına gelecek­ti. Bu tür teklifler İslam yönünden çelişki­liydi, çünkü böylece müslümanlar zulme rıza göstererek zulümle mücadele etmek zorunda bırakılmış olacaktı. Başka bir de­yişle, müslümanlar hem kurulu düzenin bîr parçası olarak bırakılmış olacaklar, hem böyle bir durumda kurulu düzene müdahale edeceklerdir. Kureyş de böyle­ce tıpkı Roma mantığını kullanmış oluyor­du.Müslümanlar gerçi Hicret anına kadar zulüm düzeninin bir parçası olarak yaşadı­lar. Her ne kadar onların bir "ara dönem" olarak yaşadıkları bu durum zulme rıza göstermek gibi bir anlamı ve niyeti içermi-yorduysa da, müslümanların îslam'ıbirey-sel planda yaşadıklarına da kuşku yoktu. Müslümanlar bu dönemi, yayılma ve ço­ğalma dönemi olarak değerlendirdiler. Müslümanların varlığı Kureyş nezdinde defacto (fiilen) kabul edilmişse de, müslü­manlar henüz dejtıre (hukuken) kendileri­ni "tanıtma" imkanını elde edememişler­di. Yani Kureyş karşısında "bağımsız bir taraf1 olma statüsünü kazanmışlardı. Me­dine'de İslam'ın hızla yayılmaya başlama­sına bu ortamın hazırlığı diye bakılabilir. Bu hazırlık, yapılan iki Akabe biatıyla ol-gunlaştırılmıştır.Akabe Hatlarından sonra müslümanla-nn Medine'ye göçü hız kazanmış, pek azı dışında hemen bütün müslümanlar Medi­ne'ye gitmişti. En sonunda da, Allah'ın Resulü vahiyle gelen emirle yanına en sa­dık arkadaşı Ebu Bekir'i alarak yola çık­mıştı.Müslümanların amacı sadece, içinde ya­şadıkları toplumu kendileri için rahat yaşanabilir bir hale getirmekten ibaret ol­saydı, her halde "hicret" gibi kendilerini ağır meşakkatlere katlanmak durumunda bırakan bir eyleme girilmezlerdi. Nite­kim Kureyş' in Allah Resulüne yaptığı tek­liflerden, şartlara bağlı kalınmak suretiy­le müslümanlara böyle bir yaşama ortamı­nın sağlanabileceği sonucunu çıkartmak mümkün görünmektedir.Ne var ki, Kureyş'in teklifini kabul et­mek İslam'ın öngördüğü ilkelerle bağdaş-tırılamazdı. Çünkü müslümanlar yalın bi-Çİmde içinde bulundukları toplumun yaşa­ma tarzını sadece "reorganizasyon" (yeni­den düzenleme) anlamına gelebilecek bir değişikliğe tabi tutmak istemiyorlardı. Ku­rulu düzenin her türlü kurumunu, putunu kaldırıp onun yerine İslam'm öngördüğü hayat tarzını getirmek istiyorlardı. Hicreti zorunlu kılan nedenler arasında onun görünen anlamının zulümden kur­tulmak, özgürlük ortamına varmak oldu­ğuna değinilmişti. Fakat Hicret'i sırf bu anlamıyla algılamak eksik olur. Bu anla­mıyla Hicret sırf edilgin, savunucu bir ey­lem biçimine girer.Hicret'in sırf edilgin (savunucu) bir bi­çimde ele alınmasında biraz da Batılı ta­rihçilerin "cihad" konusunda takındıkları olumsuz, hatta suçlayıcı tavırlarının etkisi olmuştur. Bazı müslümanlar, Batıkların bu tür eleştirilerine bakarak kendilerini gereksiz yere savunma zorunluluğunu his­setmişlerdir.Kuşkusuz ki, Hicret' in vuku bulmasında Kureyş'in zulmünü gözardı etmek mâm* kün değildir. Ancak Hicret, bir yanıyla "e-dilgin" bir olaysa, bir yanıyla da küfre kar­şı "etkin" bir tavır alma biçimidir. Nite­kim "cihad" emrinin Hicret'ten sonra gel­mesi de böyle bir anlayışı doğrulayacak ni­teliktedir.Gerçi Hicret'ten sonraki savaşların (za­ten Hicret'ten önce bir takım bireysel çataşmaların dışında Öz anlamıyla savaş ol­mamıştır) müsebbibi İslam düşmanlarıy­dı. Fakat önemli olan, müslümanlara Hic­ret' ten sonra kafirlerle savaşmalarına mü­saade, hatta emir verilmiş olmasıdır. Hic­ret'ten önce def İslam düşmanlarıyla sa­vaşmak için çeşitli sebepler ortaya çık­mış, fakat müslüm anların gerçek anlamıy­la bir sıcak savaşa girmelerine müsaade edilmemişti.Hicret, bu etkin yanıyla müslümanların zulüm düzeninin bîr parçası olarak yaşa­mayı reddedişleri ve küfrün karşısına "ba­ğımsız bir güç" olarak çıkmaları anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla da zulme karşı zalim düzenin bir parçası olarak mücade­le verilmeyeceğinin, böyle düşünmenin eş­yanın tabiatına aykırı düşeceğinin bir İfa­desi sayılmalıdır. Müslümanlann Kureyş toplumunda uğradıkları sıkıntıların, zor­lukların bir sebebi orada baskı\altında tu­tulmaları ise, bir başka sebep de yürüttük­leri mücadelede inisyatifi ellerinde bulun-duramamış olmalarıdır. Hicret, İslami mücadelede müslümanlann inisyatifi ele geçirmek için, Allah'ın emriyle uyguladık­ları bir yöntemdir. Kısacası sadece zulüm­den kurtulmak gibi edilgin bir tavrı değil, fakat aynı zamanda zulme karşı çıkmak ve son vermek gibi etkin bir anlamı da içermektedir.Burada, dikkati çeken husus Hicret'in müslümanlar yönünden İslam'ı tebliğ hu­susunda bir "taraf haline gelmesi bakı­mından taşıdığı Önemdir. Kuşkusuz, İs­lam'ın tebliği Hicret'ten önce de yapılı­yordu. Ne var İd, bu dönemde yapılan teb­liğ Kureyş'in yaşadığı küfür düzenine doğ­rudan müdahale edebilecek bir konumda değildi. Tersine, Kureyşüler, müslüm an­ları kendi toplumlannın bir üyesi diye gör­düklerinden onlara karşı zecri tedbirler, müeyyideler uygulayabilme hakkını kendi­lerinde görebiliyorlardı. Gerçekten de,Peygamber'e uygulanan ve birkaç yıl sü­ren "boykot" olayı bu durumun örneğidir. Kureyşlileri, böyle bir müeyyide uygula­maya götüren sebep Allah Resulü'nün, kendi toplumlarının bir üyesi olarak gör­mekten başka bir şekilde yorumlanamaz. Müslümanlar, bu dönemde elbette gene m üslumandılar, fakat İslamlannı ancak bireysel planda yaşayabiliyorlar ve birey­ler olarak çoğalmaya çalışıyorlardı. Ger­çek anlamıyla cemaat haline gelmeleri ve devlet haline dönüşerek bağımsız sulta'la-nna kavuşabilmeleri ancak Hicret'ten sonra mümkün olabilmiştir.Hicret teorik değil, fiili bir olaydır. İn­san kendini Hicrette farzetmekle Hicret etmiş olmaz. Hicret, zulümle, küfürle mü­cadele etmek için zulüm ve küfür ülkesini terketmekdİr. Resulullah (s.)'ın "kafirler­le savaşıldiğı sürece hkret bitmez" şeklin­deki hadisi Hicret'in sürekliliğini vurgula­maktadır.Ancak buradan hareketle, her türlü kü­für ölçüsünü terketmeyi, simgesel anlam­da bir Hicret diye görmek de mümkün­dür.

misafir - 8 yıl önce
BEDİR SAVAŞI Tarih: 624 Taraflar: Mekkeli müşrikler X Medineli Müslümanlar Sebep: Mekkelilerin, Müslümanların hicret sonucu Mekke de bıraktıklar mallarını yağmalaması ve Medinelilere ekonomik baskı yapması üzerine, Hz.Muhammed'in Suriye'den Mekke'ye dönen bir Kureyş kervanını ele geçirmek istemesi. Sonuç: 1- Müslümanların ilk büyük savaşı ve başarısıdır. 2-İslamiyet hızla yayılmaya başlamıştır. 3-Ganimetlerin 1/5 i devlet hazinesine ayrılmıştır. 4-Esir alınanlar her biri on Müslüman’a okuma yazma öğretme karşılığı serbest bırakıldı.(Bu durum İslam’ın eğitime verdiği önemi gösterir.) 5- İslam’ın en büyük düşmanlarından Ebu Cehil öldürülmüştür. NOT Hz.Muhammed'in esirler, yaralı düşman askerlerinin durumu ve ganimet'le ilgili uygulamaları, İslam Savaş Hukukuna temel oluşturmuştur. UHUD SAVAŞI Tarih: 625 Taraflar: Mekkeli müşrikler X Medineli Müslümanlar Nedeni : Mekkelilerin, Bedir savaşında uğradıkları yenilgisinin öcünü almak ve kervan yolları güvenliğini sağlamak istemesi. Gelişme : Medine yakınlarındaki Uhud dağı eteğinde yapılan savaşta, okçuların yerlerini terk etmeleri üzerine Müslümanlar yenilgiye uğradılar. Hz.Muhammed yaralanmış, amcası Hz.Hamza şehit olmuştur. Sonuç : 1- Müslümanların ilk yenilgisidir. 2- Komutanın emirlerine uymanın gerekliliği ortaya çıkmıştır. 3- Peygamberimiz yaralanmış, Hz. Hazma şehit olmuştur. 4- Bazı Yahudi grupları Medine’den Hayber Kalesine sürgün edilmiştir. HENDEK SAVAŞI Tarih: 627 Taraflar: Mekkeli müşrikler X Medineli Müslümanlar Sebep: Mekkelilerin çevre kabilelerle ittifak oluşturarak, Müslümanları yok etmek istemeleri. Gelişme : Uhud savaşından ders alan Müslümanlar, savunma savaşı yapmaya karar verdiler. İranlı bir Müslüman olan Selman-i Farisi'nin önerisiyle, Medine'nin saldırıya açık olan yerlerine, insanların geçemiyeceği genişlikte Hendek kazıldı. Sonuç : 1- Aralarında tam bir anlaşma ve birlik bulunmayan Mekke ordusu istediğini elde edemeyeceğini anlamış ve geri çekilmiştir. 2- Mekkelilerin saldırı gücü tükenmiş ve savunmaya çekilmişlerdir. 3- Müslümanların son savunma savaşıdır.Saldırı sırası Müslümanlara geçmiştir. 4- İslamiyet Arap Kabileleri arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Önemi: Hendek Savaşı, Mekkelilerin Müslümanların üzerine yaptığı son saldırı oldu. Bundan sonra Mekkeliler savunmaya çekildiler. HUDEYBİYE ANTLAŞMASI Tarih: 628 Taraflar: Mekkeli müşrikler X Medineli Müslümanlar Maddeleri : 1- Müslümanlar Kabe'yi ertesi yıl ziyaret edebilecekler ve üç günden fazla kalmayacaklar 2- Mekkeli reşit olmayan bir kimse İslamiyet'i kabul edip, Hz.Muhammed'in yanına sığınırsa, velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir Müslüman Mekke'ye sığınırsa geri verilmeyecek (Bu madde daha sonra kaldırılmıştır. Çünkü Medine’ye alınmayan Müslümanlar Mekke’ye dönmediler ve Mekke ile Medine arasında kalıp Mekke kervanlarını vurmaya başladılar.) 3- Taraflardan her ikisi de istedikleri kabilelerle anlaşma yapabilecekler, fakat askeri yardım yapmayacaklar 4- İki taraf birbirleriyle on yıl savaşmayacaklardı. Önemi : • Mekkeliler, Müslümanların siyasî varlığını ilk kez resmen kabul ettiler. • Barış ortamının oluşması İslamiyet'e geçişi hızlandırdı. • Mekke'nin fethi kolaylaştı. HAYBER’İN FETHİ Tarih: 629 Taraflar: Müslümanlar X Yahudiler Sebep: Medine'nin kuzeyinde, Şam ticaret yolu üzerinde bulunan Hayber, Yahudilerin elindeydi. Yahudilerin Şam ticaret yolunun güvenliğini tehlikeye düşürmeleri. Önemi : • Yahudi sorunu çözümlenmiş • Medine - Şam ticaret yolunun güvenliği Müslümanların eline geçmiştir. • Müslüman olmayanlardan alınan topraklar devletin malı kabul edilmiştir. MEKKE’NİN FETHİ Tarih: 630 Taraflar: Mekkeliler X Müslümanlar Sebep: Mekkelilerin, Hudeybiye antlaşması koşullarını, kendi taraflarında olan bir kabileyi destekleyerek bozdular.Kabe'nin putlardan temizlenmek istenmesi. Önemi : 1-İslamiyet'in yayılmasını hızlandırmıştır. 2-Müslümanların ekonomik gücü arttı. 3-Kabe, putlardan temizlenmiştir. 4-Arap yarımadasında siyasi birlik sağlandı. 5-Mekke’nin fethi bütün Arabistan’ın fethini sağlayan önemli bir başlangıç oldu. HUNEYN SAVAŞI ( 630 ) : Nedeni : Mekke'nin fethi üzerine , İslamiyet’i kabul etmeyen Arap kabilelerinin, Taiflilerin de desteğiyle bir ordu hazırlayıp, Müslümanlara saldırmak istemesi. Gelişme ve Sonuç : Mekke yakınlarındaki Huneyn vadisinde yapılan savaşı, Hz.Muhammed komutasındaki Müslümanlar kazandılar. Kaçanlar Taif' e sığındı. TAİF'IN KUŞATILMASI (630) : Huneyn savaşından sonra, Hz. Muhammed, Taif'i kuşatmış, ancak burasının savunmaya elverişli konumundan dolayı başarılı olamamış, kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmıştır.Taifliler bir yıl sonra kendileri İslamiyet'i kabul etmişlerdir. MUTE SAVAŞI ( 629 ) : Nedeni : Bir Müslüman elçisinin, Bizans'a bağlı Gassaniler tarafından şehit edilmesi ve Müslüman keşif koluna saldırmaları. Önemi : * Müslümanların Bizans'la yaptıkları ilk savaştır. * Peygamberimizin katılmadığı ilk savaştır. TEBÜK SEFERİ (631) : Nedeni : Bizans İmparatoru Herakleios' un, İslamiyet’in yayılmasını engellemek amacıyla, büyük bir orduyla Arap Yarımadası üzerine sefere çıktığı haberlerinin ( söylenti ) alınması. Önemi : • Hz. Muhammed'in son seferidir. • Hz.Muhammed döneminde Müslümanlar en geniş sınırlara ulaşmışlardır. • Salgın hastalık nedeniyle ilk kez karantina uygulanmıştır.( Veba salgını) • Gassaniler İslamiyet’i kabul etmiştir. HZ. MUHAMMED’İN VEFATI VEDA HACCI VE VEDA HUTBESİ : Hicret'in onuncu yılında Hz. Muhammed Mekke' ye Hacca gitmiştir. Bu Peygamberimizin ilk ve son haccı olduğu için Veda Haccı ( Haccü'l Veda ) , burada Müslümanlara yaptığı konuşma da "Veda Hutbesi " olarak adlandırılmıştır. Veda Hutbesi'nde Hz. Muhammed ; bütün insanların eşit olduğunu, Müslümanların kardeş olduğunu,birbirlerinin canlarına ve mallarına kastetmemelerini, kötü alışkanlıklardan vazgeçilmesini, kadınlara iyi davranılmasını, istemiştir. Hz. Muhammed, Veda Haccı'ndan sonra Medine'ye dönmüş, Bizans'a karşı yeni bir sefer hazırlığında iken hastalanarak , 8 Haziran 632 tarihinde altmış üç yaşında iken ölmüştür.. Hz.Muhammed’in mezarına Ravza-yı Mutahhara (Cennet bahçesi) adı verilir

misafir - 8 yıl önce
müslümanlar mürşikler nedeniyle mekkeden medineye göç etmek zorunda kalmışlar kimileri evin kimeli ise çocuklarını bırakmış.müslümanlar medineye aç ve susuz kalmışlar ama sonunda istedikleri onların olmuş

misafir - 8 yıl önce
müslümanlar mürşiklerin işkencelerine dayanamayıp göç etmeye karar verdiler ve hz.muhammed allahın huzuruna çıkarak durumu anlattı ve allah hiçrete izin verdi ve müslümanlar hicrete başladılar.çok zorluklar çektiler ve sonunda huzura vardılar

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Ensar
2 yıl önce

İslam dininin tarihsel gelişimi açısından büyük bir öneme sahip olan Hicret olayı ile bir topluluğa kimlik olarak terimleşmiştir. İslam tarihinde Mekke'den...

Mus'ab bin Umeyr
2 yıl önce

Sahabelerden Habbab, bu olayı şu şekilde rivayet eder: "Biz Muhammed'le birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan...

Mus`ab bin Umeyr, İslam, 585, 625, Abbasiler, Ahiret, Akide, Alevilik, Ali bin Ebu Talib, Allah, Arapça
Gerdanlık Olayı
6 yıl önce

Gerdanlık Olayı veya İfk Olayı, Aişe'nin 22 yaşında iken bir sefer dönüşü esnasında eşi İslam peygamberi Muhammed'i genç bir Müslüman asker olan Safvan...

Muhacirun
6 yıl önce

kullanılır. İslami Hicri takvim'in başlangıcını teşkil eden bu önemli olaya Hicret denir. Medine'de Muhacirun Müslümanları karşılayıp rivayete göre tüm...

Ali’nin Kronolojik Hayatı
6 yıl önce

Mekke'den Medine'ye güvenli bir şekilde hicret etti. 622: Ali annesi, Muhammed'in kızı Fatıma ve iki kadınla birlikte hicret etti. 623: Ali, Fatıma ile evlendi...

Muhammed'in evlilikleri
6 yıl önce

olarak Hicret öncesi (Mekke, 570-622) ve Hicret sonrası (Medine, 622-632) olmak üzere ikiye ayrılır. Muhammed evliliklerinden 2'si hariç tümünü Hicret sonrası...

Takvim
2 yıl önce

göre hazırlanmıştır. Hicri takvim ise Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç olarak alır (622) ve Ay'a göre hazırlanmıştır. Arapça ḳiyām...

Takvim, 10 Aralık, 10 Ağustos, 10 Ekim, 10 Eylül, 10 Haziran, 10 Kasım, 10 Mart, 10 Mayıs, 10 Nisan, 10 Ocak
Ali
2 yıl önce

ilk erkek olan Ali, hayatını İslam'a adamıştır. Peygamberin emri üzerine hicret gecesi onun yatağına yatan ve emanetleri sahiplerine ileten Ali, kısa bir...

Ali, Ali (halife), Arapça, Müslüman, Türkiye, Anlam ayrım