Clement

Clement

1. anlamı (s). merhametli, şefkatli; yumuşak başlı; yumuşak ve latif (hava).,yumuşak/merhametli.
2. anlamı merhametli. yufka yürekli. (hava) yumuşak.

Clement

Clement İngilizce anlamı ve tanımı

Clement anlamları

  1. (a.) Mild in temper and disposition; merciful; compassionate.

Clement tanım:

Kelime: clem·ent
Söyleniş: 'kle-m&nt
İşlev: adjective
Kökeni: Middle English, from Latin clement-, clemens
1 : inclined to be merciful : LENIENT a clement judge
2 : MILD clement weather for November
- clem·ent·ly adverb

Clement

İngilizce Clement kelimesinin İspanyolca karşılığı.
adj. clemente, benigno, misericordioso

Clement

İngilizce Clement kelimesinin Fransızca karşılığı.
adj. clément

Clement

İngilizce Clement kelimesinin Almanca karşılığı.
adj. nachsichtig; sanft

Clement

İngilizce Clement kelimesinin İtalyanca karşılığı.
agg. clemente; mite

Clement

İngilizce Clement kelimesinin Portekizce karşılığı.
adj. clemente, indulgente; confortável

Clement

s. ılıman, ılımlı, uysal, hoşgörülü, merhametli, şefkâtli

Clement

Flemenkçe Clement kelimesinin İngilizce karşılığı.
n. lenient, permissive, tolerant, indulgent, not strict

Clement

İngilizce Clement kelimesinin Flemenkçe karşılığı.
bn. mild, weldadig, zacht

Clement

adj. merciful, lenient; mild, tender
n. Clement, male first name
adj. mild, clement, lenient, merciful, forgiving

misafir - 8 yıl önce
Bence oturduğunuz kocaman bir masada 1 kişinin size farklı gözükmesidir...

misafir - 8 yıl önce
AŞK BANA göre bir duygu değil.ÜZERİNDE KALMIŞLIK DUYGUSU İLE yaşıyorum.Çirkin olduğum için.(yavuz)

misafir - 8 yıl önce
bİR İNSANIN ÜZERİNDE KALMIŞLIK DUYGUSUNU ATLATIP KENDİNİ TOPARLADIKTAN SONRA HAYATINA DEVAM EDEBİLMESİNE aşk denir.Yani kendini yeniden kazanması.Aşk beni değersiz hissettirdi bu yüzden AŞK KENDİNİ DEĞERSİZ HİSSETMEK DUYGUSUDUR.(YAVUZ)

misafir - 8 yıl önce
bENCE BİRİNİ üzerinde kalır mıyım çirkin der mi bana diye düşünmeden korkusuzca sevebilmektir.(YAVUZ) çilekeş

misafir - 8 yıl önce
Aşk Nedir? Çoğu insan tarafından anlamsız ve anlatımsız bulunan aşk, gerçekten de izahı mümkün olmayan ve kişiden kişiye değişen bir delilik, bir hasatlık hali midir? Yani bir insanın aşkı için mülkünü, yıllarını heder etmesinin anlamı nedir? Bir insanı görebilmek, ona dokunabilmek, yüzüne bakabilmek, elini tutabilmek için olmadık zorluklara katlanmanın; tahtları, taçları, mülkiyetleri reddetmenin anlamı nedir? Ya insanın aşkı tarif etmeden onu yaşayabilmesi hissedebilmesi ne anlam taşır? Bilinmesi gerekir ki, düşüncemizde şekillendiremediğimiz, dile dökemediğimiz olguların varlığı bizim onları bilip bilmememize bağlı değildir. Çoğu zaman ne yaşadığımızı bilmeden yaşarız yaşadıklarımızı. Hayat bizi içine alarak devinirken hayata dair birçok olguyu anlamlandıramamış olabiliriz; ama en ince ayrıntısına kadar hissederiz ve bu hisleri tekrar tekrar yaşayabilmek için de emek harcarız, çaba sarf ederiz. Çünkü bu anlamlandıramadığımız şeyler, bize tarifi imkânsız insani hazlar verir. Bu hazları yaşamamış dolayısıyla bilmeyen birçok insan bu çabaları anlamsız bulur. Oysa aşkın bu çabalara karşılık size vereceği şeyin peşindesiniz siz. O da mutluluktur. İşte o mutluluk ki bir mülkiyete sahip olmanın size verdiği mutluluktan çok farklı bir haz ve tadı içinde taşır. Bu hazdaki mutluluğu her âşık iyi bildiğinden olsa gerek, gerçek bir aşka erişebilmek için onun nazarında mülkiyetler saltanatlar bir değer taşımaz. AŞKI ÜRETEN SEVGİDİR Aşk nedir? Aşk, insanoğlunun bu dünyada kendini anlamlandırdığı ve sevdiği her şeyi bir insanın veya herhangi bir varlığın şahsında görmesidir, ifade etmesidir. İnsan, âşık olduğu şahsa yaşamı boyunca biriktirdiği sevgileri karşılıksız vererek ve onun şahsında tüm sevgileri paylaşarak var eder. Özünde; insanın aşkında bulduğu şey, yaşamı boyunca biriktirdiği sevgilerinden, vicdanından, emeğinden başka bir şey değildir. Aşk halini yaşayan her insan aşkını var etmek ve sürekli kılmak için bu sevgi birikiminin sorumluluğunu maşuka karşılıksız verir. Âşık, aşkını her gördüğünde, biriktirdiği sevgileri, değer verdiği her şeyi onun şahsında görür ve bu durumdan hoşnut olur. Aşk da işte bu sevgiyi var eden emeğin bileşkesidir, üretimidir. Yani sevgide biriken niceliğin niteleye dönüşümüdür. Bir insan için aşk varsa, o aşk; sevdiği kuştur, sevdiği denizdir, sevdiği ağaçtır, sevdiği topraktır; sevdiği çocuktur. Kısacası, yaşamı boyunca sevgi adına biriktirdiği her şeydir. Sevdiği şeylere ulaşamadığı, sevgisini yaşayamadığı anlarda, sevgisini anlatmak için ulaşamadığı paylaşımları aşkının varlığında onlarla bir aradaymışçasına yaşar, paylaşır. Bir insan için aşk varsa, sevdiği her şey, ondan uzak olsa da, o aşkın bünyesinde her an onunla birliktedir. Kim bilir belki aşkıyla sevişirken insanoğlu, sevgisini de tohumluyordur sevgilinin bedenine ve bu eylemi ile sürekli ve ölümsüz kılıyordur aşkının derinliklerinde. Çünkü her seven insan için bir ihtiyaçtır, aşk denilen temiz bir adaya gidip yaşamı boyunca biriktirdiği sevgileri her nevi kirliliğe karşı gözden uzak bir yere gömmek ve aşkının rahminde geleceğe taşımak... İşte, İnsan sevgi yoğunluğu taşıyan bu eylemi ile karşı cinsle yaşadığı cinselliği hayvani bir boyuttan çıkararak insani bir boyuta taşır. Bu yönü ile aşk, cinselliğin doğal boyutuna insani bir boyut katarak insanı, diğer havanlardan da ayıran bir nitelik taşır. AŞK, MÜLKİYETİ SEVMEZ Aşka dair ilişkilerde insanlar, birbirleri ile insan olarak ilişkiye geçerler. Farklı ve çeşitli mülkiyet ilişkilerini kişiliklerinde en önemli yere koymuş oyuncular olarak değil. Yani zengin- fakir, alıcı-satıcı, borçlu- alacaklı olarak değil. İnsanlar aşka dair ilişkilerinde birbirini yalnız insan olarak algılarlar ve öyle ilişkiye geçerler. İnsanlar Aşk ilişkilerinde; her türlü mülkün alınıp satıldığı bir toplumun uzağında, o insanı insana yabancılaştıran mülkiyetin hâkim olduğu ortamın dışında, daha bir insan, daha bir kendinden ve kendileri için yaşarlar aşk ilişkilerini. O pazarda yaşanan mülkiyete dayalı ekonomik sosyal ilişkilerin arkasında sahte kişilikler, sahte yüzler oluşturmuş oyuncular olarak değil, gerçek aşk ilişkilerinde insanlar kendinerine ve herkese karşı kendileri olarak, emek verdikleri sevgilerinden üretirler aşklarını. İnsanların mülkiyeti her değerin üstünde tutuğu bir dünyada asıl ilgi odağı, insanın kendisi olamayacağından ve sevgiye harcanan emeğin maddi bir getirisi bulunmayacağından, doğal olarak sevginin de aşkın da insanların nazarında bir değeri olmayacaktır. Çünkü aşk ve sevgi paylaştıkça büyüyebilen duyumsamalardır mülkiyet ise paylaştıkça küçülendir� İnsanoğlunun dünyasında her şeye rağmen bir ihtiyaç olan aşkın aranması devam edecektir. Çünkü aşkı her insan için ihtiyaç haline getiren ve paylaşımlara bağlı oluşan o haz, kendine has bir zenginlik taşımaktadır. Bu zenginlik maddi zenginliğin ötesinde, insanlarla bir şeyler paylaşamaya bağlı gelişen insani ve vicdani bir zenginliktir. Sanılanın aksine mülkiyet sahibi insanlar bu hususta zengin değildir. Fakirliği, insanların elinden; diğer insanlarla bir şeyleri paylaşma yetisini alan bir durum olarak algıladığımızda, mülkiyet sahibi olup da, kimselerle bir şeyleri paylaşamayan insanların bu insani zenginlikten mahrum olduklarını görürüz. Onların da bencilliğin ürettiği bu yoksulluk girdabında debelendiklerini gözlemleyebiliriz. Bundandır ki onlar da, paylaşımlara paralel gelişen sevginin ve aşkın o mükemmel hazından yoksundurlar. MÜLKİYET İLİŞKİLERİNİN TÜKETTİĞİ İNSANLIK, AŞKA YABANCIDIR Mülkiyetin en yüce değer olarak kabul gördüğü ve hâkim olduğu toplumlarda İnsanlar için asıl ilgi odağı arkasında saklanmış oldukları, hatta birçok noktada insanın kendi emeği ile yaratığı insani değerlerinin de önüne geçen ve pazarda maddi değeri olan mülkiyettir. İşte bu yalancı tablonun arkasında duran, o insani özü seçmekte zorlanan insan, her zaman maddi ilişkilerin tuzağına düşerek aşkın ve mülkün değerlerini birbirine karıştırır. Mülkiyetli dünyada insanlar birbirlerinin nazarında temsil etikleri mülkiyetin sahibi olarak vardırlar. Mülkiyeti insani değerlerin önüne koyan toplumlarda insanlar, ekonomik ilişkilerinin bir parçası gibi dururlar ve bu halleri ile birbirleriyle ilişki kurarlar. Oysa aşkta insanlar saf insani halleri ile bulurlar birbirlerini ve onları insani özlerine yabancılaştıran mülkiyet ilişkilerinden uzak durdukça yoğun yaşarlar aşklarını. Evlilik itibari ile oluşturduğumuz birlikteliklerde eşin parasal durumunu gözeterek yaptığımız tercihler, bizi mülkiyet karşılığında kendi bedenini veren fahişe bildiklerimizle aynı kılar. Çünkü mülkiyete dayalı evliliklerde yaptığımız, peşin satıştan, toptan alıştan başka bir şey değildir. Bir fahişeyi fahişe yapan şey, değişik erkeklerle yatması değil, aşk karşılığında vermesi gerekeni, para (mülk) karşılığında vermesidir. Aynı durum, bir jigolo için de geçerlidir� Mülkiyet tasarrufunu ağırlıklı olarak erkeye veren, erkek egemen toplumlar da, kadın da mülkiyetin bir biçimi olarak algılanır. Bu algının bir boyutu olan, kadında bekâretin aranması, hiç kimse tarafından kullanılmamış sıfır kilometre bir otomobilin aranması gibi mülkiyetin o gayri insani doğası ile örtüşen bir niteliksizlik taşır� Mülk kullanıldığı oranda değer yitiren bir nesne olduğundan bekâretini kaybetmiş kadın da kullanılmış mal oranda değersizleşir� Mülkiyet ilişkilerinin hâkim olduğu her toplumda insan, saf insan değildir. Herhangi bir metadır. Başka insanlara değer biçerken de insani özelliklerine bakarak değer vermez. O insanlardaki mülkiyetin azlığı ve çokluğu ile insana değer verir. Bu kaçınılmaz olarak böyledir. Çünkü mülkiyeti hayatın merkezine koyan her insan mülkiyet izin verdiği oranda başka insanın insani özelliklerini görür. Çünkü ufkunu mülkiyet ilişkileri oranında daraltan insan, başka insanların o insani özelliklerinden kaynaklı güzellikleri göremez. Mülkiyetin körelttiği, hazına yabancı kaldığı, tadını bilmediği hazlar, o zengin tat cümbüşü olan aşkla birlikte kendi dünyasında yoktur. Mülkiyet edinme çabasının yaşamı en ince noktasına kadar metalaştırdığı bir dünyada, insanı insana yem eden, insanı insana ezdiren mülkiyetli toplumlarda aşk arayanlar, cehennemde mümin arayan bedbahtlar gibidir, arasalar da bulamazlar. İnsan özgürce gözlemlediği ve özgürce değerlendirdiği oranda insandır. Mülkiyet denen illet, insanın elinden özgür gözlemi alır. Özgür gözlemi elinden alınmış insanın, aşkını yalın biçimi ile seçmesi veya yaşaması olanaklı değildir. Mülkiyet varsa insanlık yoktur, Mülkiyet varsa duygu yoktur, Mülkiyet varsa güzellik de yoktur. Parasal düzlemler üzerinden hesaplanan nesnel dünyanın ruhsuzluğunda insanda, insanlıkta, aşk ta kaybolur. İnsanların mülkleri ile tartılıp değer biçildiği bir dünyada sevginin aşk üretimi de kaybolur. Ayrıca belirtmek gerekir ki; mülkiyet bir iktidar biçimidir. Bu iktidar biçimi, insana zamanla paylaşımın değerlerini unutturur. Mülkiyeti elinde tutan ve mülkiyetin kendisine verdiği imtiyazı başka insanların üzerinde uygulayan insan, içinde bulunduğu imtiyazlı ve otoriter durumu kendi kafasında kendi yeteneğinden kaynaklı bir hak olarak algılamaya başlar. Bu hakkı kendinde bulan her insan sevgiyi oluşturan paylaşım ilişkisini tüketir. Paylaşımın olmadığı her alanda da, mutlaka tahakküm vardır ve tahakkümü üreten her ilişki aşkı küstürür ve uzaklaştırır. SAHİPLENMEK VARSA AŞK YOKTUR Aşk öylesine yalın, öylesine saf ve mülkiyet karşısında öylesine kırılgandır ki o, her şeye karşı duyumsanabilir; ama mülkiyete karşı asla� Çünkü aşkı büyüten var eden sevgi, mülkiyet paylaşıldıkça büyüyen bir duygudur. Paylaşılan her mülk azalır. Yani aşk, mülkiyet azaldıkça kendini var eder. Oysa mülkiyet başkasından aldıkça büyüyebilen bir olgudur. İnsanın insana duyduğu sevginin yerine koyulmaya çalışılırsa da temelinde zor ve acı olan mülk, aşkın yerini tutamaz. Bir insanı, arabanızı sevdiğiniz gibi sevemezsiniz. Kendi mülkiyetinize alamazsınız. Çünkü sevgi; emek, üretim ve paylaşım olduğu kadar, özgürlüktür de. Bir insana benimdir ve benim tasarrufumdadır diyerek, sevgiyi mülkiyete karşı duyulan bir sahiplenme tutumuna indirgerseniz, sevgiyi de, aşkı da hayatınızdan dışlıyorsunuz demektir. İşte siz, bu iki insani duyguyu hayatınızdan dışladığınız anda, �aşkım� dediğiniz insanı sahiplenilebilir bir mülk konumuna getirdiniz demektir. Bu da yaşamınız boyunca kendinize eşit tutarak, yaşatabilmeniz olanaklı olan aşkınızı mülkleştirerek, tükettiniz demektir. Durum bu olunca da aşkın sizi terk etmesi, sizden uzaklaşması kaçınılmazdır. Yaşayıp da sizin aşk sandığınız bu ilişkide size baki kalan mülkiyetin ruhsuzluğuna eşdeğer metalaşmış, donuk, duygusuz ve ezenin ezileni mülk anlamında sahiplendiği bir ilişkidir. Size kalan aşk sandığınız mülkünüzle kucak kucağa ruhsuz ve hazsız bir yaşamdır. Size kalan aşk sandığınız mülkiyetinizle ve onun kullanım hakkıyla oyalanmaktır. AŞKIN ÖLÜMÜ Elbette sevgiden beslenen ve böylesine yoğun yaşanan bir duygunun bitmesi her insan için sarsıcı ve umut kırıcı bir nitelik taşır. Lakin aşk, canlı bir varlık gibidir. Doğar, büyür ve her canlı gibi bir gün ölebilir. Fakat ölümden sonra dirilmek (reenkarnasyon) denilen olgu yaşamda çok az şey için vardır. Aşk da onlardan biridir. Aşk her zaman yeniden yaşanması, çoğaltılması mümkün olan ve tekrar biriktirilebilen sevgilerin içinden Anka Kuşu gibi 'kendini yeniden üretmeyi' becerebilen bir olgudur. Aşkın bu özelliği, aşkı umutla öylesine benzeştirir ki, umudu her koşulda aşkın yoldaşı kılar. Ondandır ki ölümlerden aşkın umutla kol kola, yeni bir insanın şahsında dönebilmesi ve aşkın umutsuz, umudun da aşksız olmaması... AŞK VE ACI Aşk; sevgilerimizin özetidir' demiştik. İşte bu sevgileri üreten paylaşımlar ve özgürlükler aynı zamanda aşkın şahsında mutlulukları da üretir. Bir gün bu duygular acıyı oluşturmaya başlarsa, bilin ki mülkiyet girmiştir işin içine. Bilin ki, mülkiyetli toplumlara özgü değer yargıları sevginize, aynı zamanda aşkınıza baskın gelmeye başlamıştır artık. Bilin ki ahlâk, Bilin ki töre, Bilin ki mülkiyet edinmeye uygun yaşam tarzı, Bilin ki aşkınızı kendi tasarrufunuzda bir mülkmüşçesine görüp öyle davranma alışkanlığı, Bilin ki sınıfsal konum, Bilin ki sahiplenme hırsı, yaşamınızda aşka baskın gelmeye başlamıştır. İşte o zaman aşkın küsüp gitme zamanı gelmiş demektir. Onu yeni sevgilerde üretebileceğiniz günlere değin aşk, sizi terk etmiştir artık ve bundan sonra çekeceğiniz açıların sorumlusu aşk değildir. Aşkı küstürme pahasına kucağınıza aldığınız mülkiyettir! Acı çekiyorsanız; Bu acının kaynağı mülkiyetli toplumlarının yaratığı değerlerle, aşkın; insani, özgürlükçü, paylaşımcı, eşitlikçi, tahakkümden uzak ve kendine has sevgi yoğunluğunun arasındaki çelişkidir. Yani, sizi acının girdabına salan aşkın saf ve temizliği ile mülkiyetin cani ve acımasız yüzü arasında ki ezeli kavgada aşkın ve mülkiyetin arasındaki o uzlaşmaz çelişkide sizin mülkiyetin safında yer almanızdır. Ondandır ki, aşkı yaşamak isteyenler aşkı mülkiyetten uzak tutmasını bilmelidir. Aksi takdirde, aşk onlardan kendini uzak tutacaktır. İşte bu özellikleri ile aşk, tarihler boyunca mülkiyeti içine almamasından kaynaklı, insan hasletlerinin en temiz kalabilmiş özelliklerinden biridir. Yaşanmış her tarihte, insanlığın olumsuzluklardan arınıp mutlu olabildiği, mutluluk için kendi özüne dönebildiği, düzensel kargaşa içinde rahatladığı, soluklandığı, huzur bulmak için sığındığı kale gibidir... Sınıflı ve mülkiyetli toplumlarda insanların sıkıntılardan bir süreliğine de olsa mülklerinden ayrışarak soluklandıkları teneffüsler gibidir. Aşk; insanın mülkiyetten arınmasıdır. Aşk; paylaşımı, eşitliği ve özgürlüğü boğan mülkiyetli toplumların, insana yaşattığı o boğucu tayfundan insanın su yüzeyine çıkıp soluklanmasıdır. Aşk; insana yaşama gücü veren ve en karamsar anlarında imdadına yetişendir. Aşk; geçmişten yarına doğru yaşamımızda, her an daha da büyük yer kaplayan, gittikçe genişleyerek hayatın her alanını kaplayan, sarıp sarmalayan, özgürlüğün, sevginin, eşitliğin insanlığa armağanıdır. SEVMEKETEN KASIT HERKESİ VE HER ŞEYİ SEVMEK Mİ? Sevgiyi üreten emektir, üretimdir, paylaşımdır� Aşkı üreten sevginin çokluğu ve yoğunluğudur. Kendi emeğimizin ve toplumsal ilişkilerimizin bir boyutu olan bu insanı erdemlerin yaşamı ve sürekliliği onları var eden ve bizlerin oluşturduğu koşuların varlığına bağlıdır. Sevginin ve aşkın üretilmiş olması onların her daim ve her koşulda var olacağı anlamına gelmez. Sevginin ve aşkın var olmasının gerektiren ön koşullar nasıl varsa, sürekliliğini sağlamak da bazı koşularda varlığıyla mümkündür. Bu koşulların en önemlileri arasında sayabileceğimiz özgürlük ve eşitlik kendiliğinden var olabilen değerler değildir. Bu değerler, emek ve özveri isteyen, bir mücadelenin, bir uğraşın üzerinde şekil bulabilen değerlerdir. İşte bu değerleri insanın yaşamında etkin kılmak toplum içinde bazı normları etkin kılmaktan geçer. Bununda yolu bu değerlerin oluşumu önündeki engelleri ortadan kaldırmaktan geçer. İşte bu noktada toplumda sevgi ve aşkı heder eden mülki değerler karşımıza çıkar. Bu mülki değerler kendinden soyut özellikler taşıyan olgular değildir. Bunlar bazı insanların kafasında ve eylemselliğinde anlam kazanan ve genişleyen olumsuzluklar olarak algılanırsak bu değerleri taşıyan, mayalayan ve etkin kılmak isteyen insanlara karşı bir ötekileştirme ve bu ötekileştirmenin bir uzantısı olarak bir mücadele anlam kazanır. İşte bu ötekileştirme ve mücadele gereği biz bazı insanlara biz sizden değiliz demek zorunda kalırız. İşte ondandır ki, herkesi ve her şeyi sevmek aşka kapı aralayan bir erdem değildir. İşte ondandır ki, herkesi ve her şeyi sevmek, sevgi ve aşkı değersizleştirmenin dolayısı ile yok etmenin en basit yolarından biridir. İşte ondandır ki, Sevgi ve aşk hak edene karşı duyumsanacak önemli insani erdemlerdendir İslam�ın, engin hoşgörüsünü

misafir - 8 yıl önce
aşk sevdiğin insanın senin olamayacağını bile bile onu sevmektir ve hernekadar uzakta olursa olsun onu yaşamaktır aşk sevdiğinin mutlu olmasıyla mutlu olmak demektir

misafir - 8 yıl önce
Aşk, iyi geceler öpücügünü uzun tutmaktir. Beklentidir. Aşk, delicesine flört ederken yanindakinin hiçbir sey yapmama hakkini teslim etmektir. Saygidir. Aşk, zaaflariniz oldugunu ortaya çikarir. Kabullenmektir. Aşk, simdi zamani degil diye bek...lemeyi bilmektir. Sabirdir. Aşk, saçlarda baslayip topuklarda biten bir gezintidir. Kesiftir. Aşk, Seviselim demeden sevismek, yanindakinin ne istedigini bilmektir. Anlasmaktir. Aşk, baglandigini sandiginda, karsindakine hayir deme sansini tanimaktir. Inceliktir. Aşk, korumaktir. Sorumluluktur. bence buna cevap verilmez yaşanması gerekir

misafir - 8 yıl önce
aşk bakamamaktır görememektir duyamamaktır aşk bu dünyadan kopup aşıkların dünyasına varmaktır yani aşk birbirini görünce susup aşkının dünyasına varmaktır

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Clement Aboagye
6 yıl önce

Clement Aboagye (d. 1 Nisan 1990), Ganalı futbolcudur. 2010-11 sezonunun başında Çaykur Rizespor'la profesyonelliğe geçiş mukavelesi imzalayarak as takıma...

Clement Attlee
2 yıl önce

Clement Richard Attlee (3 Ocak 1883 - 8 Ekim 1967), Britanyalı siyasetçi. İşçi Partisi (Birleşik Krallık) başkanı (1935–55) ve Britanya başbakanı (1945–51)...

Clement Attlee, 1883, 1916, 1967, 3 Ocak, 5 Nisan, 8 Ekim, Alec Douglas-Home, Andrew Bonar Law, Anthony Eden, Arthur Balfour
Clement Clarke Moore
6 yıl önce

Clement Clarke Moore (d. 15 Temmuz 1779, New York – ö. 10 Temmuz 1863, Newport), Amerikalı şair. Kolombiya Üniversitesi'nde edebiyat profesörü olan Moore...

Jemaine Clement
2 yıl önce

Jemaine Atea Mahana Clement (d. 10 Ocak 1974) Yeni Zelandalı komedyen, aktör ve müzisyen. Müzikal komedi ikilisi Flight of the Conchords'un Bret McKenzie...

I. Clemens
6 yıl önce

Chapman, (1913) "Pope St. Clement I" Catholic Encyclopedia (1913) Cilt 8" maddesi Catholic Encyclopedia (1913)/Pope St. Clement I - Wikisource, the free...

Clementine
2 yıl önce

ortak yapımı çizgi film. Clementine, açık kaynak kodlu bir müzik çalar uygulaması. Pio-Clementine Müzesi, Papa XIV. Clement tarafından 1771 yılında kurulan...

Clementine, Show TV, TRT 1, TV, Taslak, ,
Clement Greenberg
2 yıl önce

Clement Greenberg (16 Ocak 1909 - 7 Mayıs 1994), 20. yüzyılın en etkili sanat eleştirmenlerinden olup soyut sanatın yayılmasına katkıda bulunmuştur. Özellikle...

Clement Greenberg, Jackson Pollock, Modern sanat, Modernizm, Pop sanatı, Soyut dışavurumculuk, Michael Fried, Rosalind Krauss, Frank Stella
Wolfgang Clement
6 yıl önce

Wolfgang Clement (d. 7 Temmuz 1940, Bochum - ö. 27 Eylül 2020), Sosyal Demokrat Parti mensubu Alman siyasetçi. 1998-2002 yılları arasında Kuzey Ren-Vestfalya...

Wolfgang Clement, Almanya ülke bayrağı, Almanya, 1940, 1998, 2002, 2005, 7 Temmuz, Alman, Almanya Sosyal Demokrat Partisi, Biyografi