Düşünce Tarihinde Din

Kısaca: Dinin kökenini ve dinlerin gelişmesini açıklama çabası ilkçağ düşünürleriyle başladı. Sofist filozof Keoslu Kritias'a (İO 5. yy) göre din, insanları ahlak ve adalete yöneltebilmek için onları korkutmak amacıyla uydurulmuştu. ...devamı ☟

Dinin kökenini ve dinlerin gelişmesini açıklama çabası ilkçağ düşünürleriyle başladı. Sofist filozof Keoslu Kritias'a (İO 5. yy) göre din, insanları ahlak ve adalete yöneltebilmek için onları korkutmak amacıyla uydurulmuştu. Politeia {Devlet, 1942, 1946) adlı yapıtında, yönetenlerin yönetilenlere devlet yararına bazı "güzel yalanlar" söylemesini gerekli sayan Platon da bir bakıma bu açıklamadan esinlenmişti. Sonraki Yunan düşünürleri arasında Euhe-meros (İÖ y. 330-y. 260) tanrıların, tanrı-laştınlnuş birer insan olduğu yönündeki öğretisiyle özellikle çoktanrıcı dinlerin yorumlanmasında uzun sürecek bir etki uyandırdı. Putperestliği açıklamaya çalışan Kilise Babaları, Euhemeros'un görüşlerinden büyük ölçüde yararlandılar.

Felsefi düşünceye tektanncı dinlerin egemen olduğu ortaçağda ise çoktanrıcı dinleri insanın Tann'ya başkaldırarak kendi özündeki tektanncı inançtan uzaklaşmasıyla açıklayan yaklaşım sürdürüldü. Ama bütün insanların, Tanrı bilgisine us aracılığıyla ulaşma yetisini doğuştan taşıdığı yönündeki öğreti, öteki dinlerde de bir doğruluk payı olabileceği düşüncesini giderek olgunlaştır-dı. Böylece Rönesans'la birlikte dinleri karşılaştırmalı yöntemlerle inceleme doğrultusunda gelişen eğilimin de temelleri atılmış oldu.

Yeniçağda dinleri evrimci bir bakış açısıyla açıklamaya yönelik ilk önemli girişimlerden biri Giambattista Vico'dan (1668-1774) geldi. Vico'ya göre Eski Yunan dini önce doğanın, sonra insanın denetlemeyi başardığı güçlerin (örn. ateş ve ürün), ardından kurumların (örn. evlilik) tanrılaştırıldığı, sonunda da tanrıların insa-nlaştırıldığı aşamalardan geçmişti. 18. yüzyılda deneyci düşünür David Hume (1711-76) insanlık tarihinin başlangıcında yer alan çoktanncılı-ğm, doğal olayları saf bir antropomorfizmle açıklama çabasının ürünü olduğunu savundu; özellikle tanrıların öfkesini yatıştırmaya yönelik tapınma biçimleri zamanla tek, sonsuz bir tanrısal varlığın yüceltilmesine yol açmıştı. Aynı yüzyılda putperestliğe ve dogmacı Hıristiyanlığa karşı çıkarken toplum düzenini sürdürmek için gene de bir Tann'nın, bir "doğal din"in varlığını zorunlu gören Voltaire (1694-1778) ve Deniş Diderot (1713-84) gibi Aydınlanma dönemi düşünürlerine göre, çoktannlı dinleri yaratan rahiplerdi. Felsefede usçuluk ile deneycilik arasındaki karşıtlığı yeni bir sentezle aşmaya yönelen Immanuel Kant ise (1724-1804), us ile inancın alanlarını belirgin biçimde birbirinden ayırarak inanca usun yanında sağlam, sarsılmaz bir yer kazandırmaya çalıştı. Kant'a göre, "aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin ilkeye göre eylemde bulun" biçimindeki kesin buyruğun bilincinde olan bütün insanlar gerçekte tek bir dini paylaşıyordu. Hıristiyanlığın tek üstünlüğü, İsa'nın sergilediği ahlaksal ülkünün üstünlüğüydü.

G.W.F. Hegel'in (1770-1831) felsefe sistemi ve din çözümlemesi, onu izleyen din ve dinler tarihi araştırmalarını derinden etkiledi. Hegel'e göre din, inSan ile Mutlak arasındaki ilişkinin, gerçeği simgesel biçimde dile getiren anlatımıydı. Gerçek, felsefe aracılığıyla daha yüksek ve daha soyut bir düzeyde kavrandığına göre, din bütün önemine karşın felsefeye göre ikincil konumdaydı. Hegel'in sisteminde dinler, diyalek-1 tik gelişmenin tarih boyunca izlediği aşama- J lara koşut olarak üç büyük kümeye ayrılı- f yordu. Gelişmenin ilk basamağında doğa i dinleri, yani duyusal deneyimden kaynakla-: nan dolaysız bilince dayalı dinler yer alıyordu. İlkel dinler ve büyücülük, insan bilincinin kendi içinde bölünmesini simgeleyen dinler (Çin ve Hindistan'daki dinler ile Budacılık) ile ilkçağdaki İran, Suriye ve ' Mısır dinleri bu kümedeydi. Orta basamaktaki dinleri tinsel bireyselleşme dinleri biçiminde tanımlayan Hegel, Yahudiliği (ulviyet dini), Eski Yunan dinini (güzellik dini) ve Eski Roma dinini (yarar dini) bu kümeye sokuyordu. En yüksek basamakta ise Hegel'in Hıristiyanlıkla özdeşleştirdiği mutlak din, yani eksiksiz tinsellik dini bulunuyordu. Birinci basamakta insan, doğaya gömülmüş durumda yalnızca duyusal bilinç düzeyindeyken, ikinci basamakta doğadan ayrı olarak kendi bireyselliği içinde özbilincine varıyor, son basamakta ise Mutlak Tin'in gerçekleşmesiyle bireysellik ile doğa arasındaki karşıtlık aşılıyordu. Hegel'in pek çok eleştiriye uğrayan din sınıflamasının en belirgin kusurlarından biri, tarihin en büyük dinleri arasında yer alan İslamı tarihsel gelişmenin hiçbir aşamasına yerleştirememiş olmasıydı.

Hegel'in din sınıflamasına karşı çıkan düşünürlerden Ötto Pfleiderer (1839-1908), dinsel bilincin özünde yatan iki temel öğe, insanın özgürlüğü ile kutsal gerçekliğe bağımlılığı arasındaki gerilime ve karşılıklı ilişkiye dayalı yeni bir sınıflama geliştirdi. Pfleiderer'e göre, eski Sami dinleri ile Mısır ve Çin dinlerinde bağımlılık duygusu hemen bütünüyle egemendi. Hint, Germen, Yunan Ve Roma dinlerinde ise özgürlük duygusu bağımlılık duygusunu dışlıyordu. İki öğenin de önemini yadsımayan, ama birine daha büyük ağırlık veren dinlerden Zerdüşt dini [özgürlük bilincini, Brahman dini ve Buda-I cılık ise bağımlılık duygusunu önde tutuyor-jdu. Son olarak, iki öğeyi dengeleyen dinler-|den İslamda bağımlılık öğesi, Yahudilikte lise özgürlük duygusu az da olsa ağır basıyor-tdu; Hıristiyanlıkta ise iki öğe bütünüyle iç fice geçmişti.

19. yüzyıl başlarında Fransa'da olguculu-. ğun kurucusu Auguste Comte (1798-1857) din çözümlemesini Hegel'den çok farklı bir evrim çizgisine dayandırdı. Comte'a göre insanlık tarihi üç ana aşamayı izlemişti: ; Doğaüstünün ağırlıkta olduğu ilahiyat aşaması, açıklayıcı kavramların gitgide soyut-laştığı metafizik aşama ve olgucu, yani deneysel aşama. Olguculuğun bir ölçüde farklı bir türünü dile getiren Herbert Spen-cer ise (1820-1903) bilinmeyene ve bilinemeze, yani Mutlak'a yönelen dinin, bilimin yanında kendine özgü, ayrı bir yeri olduğunu savunuyordu. Öte yandan Hegel'in idealist sistemine yönelik maddeci eleştirinin : din çözümlemesi alanındaki en önemli ürünlerinden biri, Alman filozofu Ludvvig Feuerbach'ın (1804-72) öğretisi oldu. Feuer-bach'a göre din, insan özlemlerinin tinsel dünyadaki izdüşümü, insanın kendi kendine yabancılaşması, insan gerçekliğinin düşlem konusu dinsel dünya ile gerçek dünya biçiminde ikiye bölünmesiydi; dinin özü, insan özünün yansımasıydı. Kari Marx (1818-83) ve Friedrich Engels' in (1820-95) geliştirdiği tarihsel maddeciliğin din çözümlemesi, hem Feuerbach'ın soyut maddeciliğinin, hem de Aydınlanmaya özgü doğalcılığın eleştirisine dayanıyordu. Feuerbach'ı, insan özünü tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama gibi görmekle eleştiren Marx'a göre insan, toplumsal ilişkilerinin bütünüydü. Sınıfl toplum, dünyanın tersine çevrilmiş, yabancılaşmış bilinci olarak dini kaçınılmaz biçimde yaratırdı; çünkü bu toplumun kendisi tersine çevrilmiş, yabancılaşmış bir dünyaydı. Marx'ın ünlü cümleleriyle, dinsel sıkıntı, bir yandan gerçek sıkıntının "anlatımı", bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı bir "protesto" idi. Din, ezilmiş yaratığın iç çekişi, taş yürekli bir dünyanın ruhuydu. Din, halkın "afyonu" idi. Öte yandan Engels, bütün dinleri sahtekarların uydurması sayan ortaçağın "özgür düşünürleri" ile Aydınlanmacılara karşı çıkıyor, dinlerin "kitlelerin dinsel gereksinmelerini" kavrayan insanlarca kurulduğunu vurguluyordu. Engels'e göre din, insanlann günlük varlığına egemen olan dış güçlerin dünyaüstü güçler biçimine büründüğü düşsel bir yansımaydı. Tarihin başlangıcında önce doğa güçleri bu yansımaya uğramış, ardından en az doğa güçleri kadar insana yabana toplumsal güçler doğal bir zorunluluk görünüşüyle insanları egemenliği altına alınca, dinde yansımasını bulan düşsel kişilikler tarihsel güçlerin temsilcisi olmuştu. Evrimin daha gelişmiş bir aşamasında, çok sayıda tanrının bütün doğal ve toplumsal nitelikleri, bu kez soyut insanın yansıması olan tek tanrıya aktarılmıştı.

19. yüzyılda dinleri antropolojik ve arkeolojik verilere dayanarak incelemeye girişen ilk bilim adamlarından John Lubbock'ın (1834-1913) önerdiği evrim şemasına göre de insanlık tarihinin başlangıcında ateizm yer alıyordu; bu ilk aşamayı sırasıyla fetişizm, doğaya tapınma ve totemcilik, şama-nizm, antropomorfizm, tek tanrı »inancı ve son olarak da etik tektanncıhk izlemişti. Çağdaş antropolojinin kurucularından sayılan İngiliz etnolog Edward B. Tylor ise (1832-1917) en eski ve en temel din biçiminin animizm olduğunu savunuyordu; bu temelden sırasıyla fetişizm, cinlere inanma ve çoktanrıcılık gelişmişti. Tylor'a göre tektanncıhk, çoktanrıcı bir çerçeve içinde, örneğin gök-tann gibi bir büyük tanrının yüceltilmesi sonucunda doğmuştu. Herbert Spencer ise animizmin değil, atalara tapınmanın temel din biçimi olduğunu öne sürüyordu. Buna karşılık Andrevv Lang (1844-1912) ve Wilhelm Schmidt (1868-1954) gibi araştırmacıların bulguları, bazı ilkel toplumlarda "öncü tektanncıhk" adı verilebilecek bir tür yüce tanrı inancının da görüldüğünü ortaya koydu. Dinin kökeninden çok işlevleriyle ilgilenen düşünürler için, totemcilik öteki din biçimlerinden daha büyük önem taşıyordu. Totemciliğin evrensel bir inanç biçimi olduğunu varsayan Durkheim'a göre tann, klanın ya da topluluğun kişileşmesiydi; en genel düzeyde dinsel tapınmaya konu olan her şey, toplumsal ilişkileri simgeleştiriyordu. Ama dinin, dinsel düşüncenin art arda büründüğü değişik simgelerin ötesinde değişmez, ölümsüz bir özü de vardı. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud'un (1856-1939) en eski din biçimi saydığı totemcilik üzerindeki araştırmaları ise din çözümlemesinde köklü bir yaklaşım değişikliğine yol açtı. Freud, totemciliğin çözümlemesini, bireyin gelişmesinin olduğu gibi insanlık tarihinin de ilk asamalannda ortaya çıkan Oidipus karmaşasına dayandırıyordu. Fre-ud'a göre totemcilik, ilkel kabile topluluk-lan üzerinde hüküm süren despot bir babanın oğullarınca öldürülmesinin yol açtığı suçluluk duygusunun ve o duyguyu bastırma çabasının ürünüydü. Freud, daha da genel olarak dini, çaresiz çocuk ile güçlü baba ilişkisinin belirlediği aile deneyimlerinden türemiş, kültürel kurumlarca beslenen bir yansıtma dizgesi olarak görüyordu. Arzuları ile gerçeklik arasındaki çatışma karşısında insan, her şeye gücü yeten, koruyucu ve ödüllendirici bir baba imgesi yaratmış, gerçeklik ve zorunluluk evreninin ötesinde, arzularının doyuma ulaştığı bir başka evren kurmuştu. Freud'a göre tanrıların üç ana işlevi vardı: Doğanın uyandırdığı dehşeti uzaklaştırmak, insanı kaderin acımasızlığıyla barıştırmak, toplu yaşamanın insana dayattığı acıları ve yoksunlukları ödünlemek.

İsviçreli psikanaliz kuramcısı Cari G. Jung ise (1875-1961) dini açıklarken Freud'dan çok daha farklı bir yol izledi. Jung'a göre dinsel deneyimin ve sanatsal yaratıcılığın temeli, insan deneyiminin bir tür mahzeni olan ve bütün kültürlerin paylaştığı evrensel temel imgeleri (arketip) barındıran kolektif bilinçdışmın bilinç alanına püskürmesiydi. Din, gizem ve simge gereksinimi içinde yaşayan insana bireyleşme sürecinde yardımcı olabilirdi. Günümüzde dinler tarihi ve din fenomeno-lcjisi olarak bilinen araştırma dalı 19. yüzyıl sonlarında olgunlaşmaya başladı. Alman doğubilimci Max Müller'in (1823-1900) öncü katkısıyla gelişen karşılaştırmalı din araştırmaları lŞ97'de Stockholm'da ilk Din Bilimi (Religionswissenschaft) Kongresi'nin toplanmasıyla sonuçlandı. Din fenomenolo-jisinin gelişmesinde Alman ilahiyatçı Ru-dolf Otto'nun (1869-1937) "kutsallık" kavramına ilişkin çözümlemesinin önemli etkisi oldu. Friedrich Schleiermacher, Edmund Husserl ve Jakob Fries (1773-1843) gibi düşünürlerin tartışmalarından esinlenen Ot-to'ya göre kutsallık deneyiminin odağı, "bütünüyle öteki" aşkm varlığın, insanı karşısında hem titreten, hem de coşturan, hem iten, hem de çeken bir gizem (mysteri-um tremendum et fascinans) biçiminde be-lirmesiydi. Din fenomenolojisinin Otto'dan sonra en etkili araştırmacılarından olan Gerardus van der Leeuyv ise (1890-1950) dinsel deneyimin temelini "erk" kavramıyla özdeşleştiriyordu. 20. yüzyılda Joachim Wach (1898-1955) ve Mircea Eliade (d. 1907) ABD'de de din fenomenolojisinin gelişmesine katkıda bulundular. Kutsal ve kutsal olmayan varlıklar arasında ayrım gütmeyi dinsel düşüncenin temeli sayan Eliade, zamana çevrimsel bir bakışla yaklaşan arkaik dinler (Asya, Avrupa ve Amerika'da ilkçağda gelişen dinler) ile doğrusal-tarihsel bir dünya görüşünü yansıtan dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam) arasındaki ayrımı vurguladı.

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Din
2 yıl önce

bazen de inanç sözcüğü din sözcüğünün yerinde kullanılır. Dinler tarihine bakıldığında farklı kültür, topluluk ve bireylerde din kavramının farklı biçimlere...

Din, İnanç, Büyü, Meditasyon, Kurtuluş, Ruh, Mistisizm, Dua, Putperestlik, Günah, Din felsefesi
Din Psikolojisi
2 yıl önce

alır. Psikoloji duygu, düşünce ve davranışların bilimsel olarak araştırılmasını konu edinirken; din psikolojisi dinî duygu, düşünce ve davranışların araştırılmasını...

Din psikolojisi, Ali Köse, Ali Ulvi Mehmedoğlu, Carl G. Jung, Din, Din Bilimleri, Psikolojik, Sigmund Freud, William James, Hüseyin Certel, Neda Armaner
Din Bilimleri
2 yıl önce

alanlarla, dinleri sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih gibi sosyal ve beşeri bilimler perspektifinden ele alan din sosyolojisi, din psikolojisi, din antropolojisi...

Din bilimleri, Din, Din Felsefesi, Din Fenomenolojisi, Din Psikolojisi, Din Sosyolojisi, Dinler Tarihi, Emile Durkheim, Karl Marx, Max Weber, Mircea Eliade
Düşünce tarihi
2 yıl önce

Düşünce tarihi, tarih içerisinde düşüncelerin nasıl farklılıklar göstererek karşımıza çeşitli şekillerde çıktığının bir kaydıdır. Bu çağda insanlar örneğin...

Fransa'da din
2 yıl önce

Fransa'da din, çeşitlidir. Din ve düşünce özgürlüğü, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'yle garanti altına alınmıştır. Cumhuriyet, 1880'lerin Jules...

Parodi din
6 yıl önce

dinlere parodi din veya taklit din denir. Bu terim aynı zamanda çok ezoterik (içrek) olduğu için görece fazla ciddiye alınmayarak "gerçek" dinlerden sayılmayan...

Parodi din, 2001, Akıllı tasarım, Diego Armando Maradona, Din, Evrim kuramı, Jedi, Kurt Vonnegut, Kült, Mezhep, Monty Python`s Life of Brian
Mezhep
2 yıl önce

isimdir. Düşünce ekolü olarak da bilinir. Dini terimlerde doktrin ise akide altına girer. Mezhepler aynı zamanda dini kişilik ve toplumların din algısıdır...

Mezhep, Din, Eşarilik, Hanbeli, Hanefi, Hristiyanlık, Katolik, Maliki, Maturidi, Ortodoks, Protestan
İdeoloji
2 yıl önce

maddi bir yöne doğru geçiştir. Böylece Marx, "maddeyi belirleyen düşünce değil düşünceyi belirleyen maddedir" felsefi ilkesine uygun bir ideoloji anlayışı...