Lidya Kral Sülaleleri

Kısaca: ATYADLAR“İkinci binin ikinci yarısında yaşadığı ileri sürülen Atyad sülalesi ile ilgili olarak edindiğimiz bilgiler oldukça efsanevi niteliktedir. Lydia’da gerçekten böyle bir sülale var olduysa bunun büyük Hitit Kralı IV.Tuthaliya (İ. ...devamı ☟

ATYADLAR “İkinci binin ikinci yarısında yaşadığı ileri sürülen Atyad sülalesi ile ilgili olarak edindiğimiz bilgiler oldukça efsanevi niteliktedir. Lydia’da gerçekten böyle bir sülale var olduysa bunun büyük Hitit Kralı IV.Tuthaliya (İ.Ö.1250-1220) zamanında yaşamış olması gerekir. Nitekim Hitit İmparatoru’nun güçlü krallarının sonuncusu olan IV.Tuthaliya’nın bu bölgede yer alan Assuwa Konfederasyonu’na düzenlediği seferden söz eden çivi yazılı bir tablette adı geçen Malazitin’in, ilk Atyad krallarından Meles ile aynı olduğu düşünülmektedir. Bu dönmede yaşamış Madduw-attes adı ile Aly-attes gibi Lydia krallarına ait adlar arasındaki benzerlik Tunç çağı sonlarında Batı Anadolu’da yaşamış olan Lydialılar ile tarih çağlarında yaşamış olan Lydialılar’ın muhtemelen aynı dili kullandıklarını gösterir”(SEVİN, 1982: 247).

HERAKLİD VEYA TYLONİDLER “Herodotos’un verdiği bilgiye göre demir çağı başlarında Lydia’ya egemen olan Heraklid ya da tylonidler bölgede 22 kuşak boyunca 505 yıl hüküm sürmüştür. Herodotos’un kronolojisine göre Heraklidler, Lyadyalılarca da Tylonidler olarak bilinmekteydi”(SEVİN, 1982: 248). “Bu sülalenin Heraklid adını olması şu mitosla ilgilidir.

Herakles, Oikhalia kralı Evrytos’un düzenlediği ok yarışmasına katılır, yarışmayı kazanır. Ama Evrytos yarışma ödülü olan kızı İole’yi ona vermez. Herakles sinirlenerek Evrytos’un oğlu İphitos’u öldürür. Bu saçtan arınması için köle olarak hem dul hem de güzel olan Lydia kraliçesi Omphale’ye köle olarak satılır. Omphale ve Hercules birbirine aşık olur ve bu ilişkiden 3 tane oğlu olur. Bu mitosa göre Herakles sülalesi 3 oğuldan meydana gelmiştir”(KABAAĞAÇ,1972: 246:247).

OMPHALE İLE HERAKLES “Herakles çıldırıp İphitos’u istemeyerek öldürünce, bu suçtan nasıl arınacağını öğrenmek için Delphoi’deki Apollan tapınağına başvurur. Bilici de 3 yıl köle olarak çalışması gerektiğini bildirir. Lydia Kraliçesi, Herakles’i satın alır. Birbirlerine delicesine aşık olurlar ve 1-2 yılları canın cicim derken geçer. Bir gün Omphale sarayın yatak odasında saray alemi yapmaktan usanmış ve Herakles’i ‘Bu gece dağ ve mağara alemi yapacağız’ demiş. Herakles de ‘emredersiniz canım hanımefendim’ demiş. Omphale Herakles’in aslan postunu giymiş ve sopasını eline almış, yola koyulmuşlar. Bozdağ’da içi sıcacık ve yumuşak yosunlarla dolu bir mağara bulmuşlar, burada birbirlerine tepeden tırnağa bir ziyafet çekmişler. Daha sora her biri mağaranın kovuğuna çekilerek uykuya dalmışlar. Ormanlar ve dağlar Tanrısı Pan, insanı sevmeye ve sevişmeye kışkırtan cennet kokusu gibi bir esinti sezmiş havada. Bu havayı koklaya koklaya mağaranın kapısını bulur, yavaş yavaş ilerlemeye başlar, bu sırada eli bir sopaya değer. Eyvah uyandırmayalım Herakles’i, yoksa bizi parçalar demiş, halbuki o kişi Herakles değil, Herakles’in postunu giyen ve sopasını alan Omphale imiş, Pan ileride yatan kişinin Omphale olduğunu sanarak, oraya doğru yaklaşmış. Oraya vardığında ‘şu sıcacık yerde biraz dinleneyim’ demiş, ve uyuyakalmış. Sonra yeri göğü inleten bir boru sesi duymuş, çok güçlü bir rüzgarın etkisiyle kendisini havada parende atarken bulmuş. O sırada bir meşale yanmış ve Pan, Omphale ve Herakles’i kahkahalar içinde görmüş, o utançla yerin dibine girmiş. Daha sonra topallayarak mağaradan ayrılmış. Kendisi gibi doğal olan kardeşlerine sarıla sarıla onları okşaya okşaya kendini avutmuş. O sırada şafak yıldızı Aphrodite dağın ardından çıkmış ve yeni doğan günde bütün kaygılarından arınarak ağaçlar arasında ağaç olarak ormana karışmış”(KABAAĞAÇ, 1989: 207).

MERMNADLAR

KANDAULES’İN AŞKI “Lydia Kralı Kandaules karısına büyük bir aşkla sevdalıdır ve bu yüzden onu dünyanın en güzel yaratığı sanır. Karısının güzelliğini herkese anlatmaktan çekinmez. Bir gün önemli işlerini yaptırdığı, Gyges’e yine karısının güzelliğinden bahseder. Ama Gyges’in kendisine inanmadığının farkına varır ve Gyges’e ‘sen benim söylediklerime inanmıyorsun, o halde karımı bir de çıplak gör’ der. Gyges Kral’a kendisine inandığını söyler. Fakat halini anlatamaz. Ve kraliçeyi çıplak görmeye mecbur kalır.

Konuştuklarını günün akşamı kral Kandaules yatmak için yatak odasına girer ve Gyges’e de kapının arkasına saklanmasını söyler. Daha sora kraliçe gelir. Yatmak için elbiselerini çıkardığında Gyges onu çıplak görür ve tam kapıdan çıkacağı sırada kraliçe onu fark eder. Bu durumun Kandaules’in başının altından çıktığını anlar ve sesini çıkarmaz. Ama bunu Krala ödetmeyi aklına koyar. Çünkü Lydialılar’da, hemen bütün barbarlarda olduğu gibi, çıplak görünmek erkekler için bile büyük ayıp sayılır.

Sabah olunca Kraliçe güvendiği adamlarını toplayarak onlara görevler verir. İçlerinden birisi Gyges’i çağırır. Gyges gelince Kraliçe ona 2 seçenek sunar. Ya kraliçeyi çıplak gördüğü için Gyges ölecektir, ya da bu duruma izin veren Kandaules’i öldürüp hem kraliçeye hem de Lydia’ya sahip olacaktır. Gyges Kralı öldürmeyi tercih eder ve Kral uykuya daldığında göğsüne bir hançer saplayarak onu öldürür. Artık krallık da, kraliçe de Gyges’in olmuştur. Lydialılar arasında Kandaules’in öldürülmesini canavarca bir iş sayanlar olur. Bunlar silaha sarılırlar ve sonunda Gyges’ten yana olanlarla bir anlaşma yaparlar.

Buna göre Orakl (Kahin) Krallığı ona verirse Gyges kral olacak, vermezse krallık Heraklesoğlullarına geri verilecektir. Orakl krallığı Gyges’e verir. Devlet böylece Heraklesoğullarından çıkıp, Mermnadlar’a geçmiş olur”(HERADOTOS, 2002: 19).

KROİSOS VE SOLON “Sardes düştükten sonra Kroisos Kyros’un esiri olur. Orada kralın konuğu olduğu sarayda, üçüncü ya da dördüncü gün, Kroisos’un buyruğunu alan adamları Solon’a hazineleri gezdirdiler. Kroisos ona şunu sordu. ‘Atinalı, dedi, benim konuğum, bir filozof olarak sana bunca ülkeyi gezdirten meraklı yaradılışının ve bilgeliğinin ününü birçok kez biz de duyduk, bundan ötürü sana şunu sormak isteği uyandı bende, acaba mutlulukta başka herkesi geride bırakan bir kimseye rastladın mı?’ Böyle soruyordu, çünkü kendisi bu adam olmakla övünürdü bütün talihli insanlar arasında, ama Solon, ona yaranmayı aklına bile getirmeden ve yalnız gerçeği düşünerek, Atinalı Tellos’u gördüm, dedi. Bu cevaba şaşıran Kroisos bir soru daha sordu: Tellos’u niçin bu kadar talihli sayıyorsun? –Tellos, dedi Solon, zengin bir ülkede yaşıyordu, güzel ve erdemli çocukları vardı ve evinde başka çocukların da doğduklarını ve hepsinin de yaşadıklarını gördük, üstelik bizde talih bakımından gerekli olan geniş ve maddi rahatlığı da vardı, ama asıl şu ki, ömrü parlak bir sonla taçlandı, Atinalıların komşu kente karşı verdikleri bir savaşta, Eleusis’te yurdunu savunurken ve düşmanı önüne katıp kovalarken buldu ölümlerin en güzelini ve Atinalılar ulusal tören yaptılar onun için, düşmüş olduğu yerde ve onu çok ululadılar. Solon’dan Tellos’un mutluluğunu dinlemekten usanan Kroisos, ondan sonra kim gelir senin bildiğin? Diye sordu, çünkü hiç olmazsa ikinciliğin kendisine geleceğinden hiç şüphesi yoktu. Onlar, dedi Atinalı, Kleobus ve Biton’dur. Argos soyundan olurlar, namuslarıyla yaşayacak kadar varlıklıydılar, kolları da güçlüydü, işte bak büyük yarmalarda kazandıkları ödüllerden başka, bir de şunu anlatırlar onlar için: Argonlular Here onuruna bir bayram kutluyorlardı; analarının bir arabayla tapınağa kadar getirilmesi gerekiyordu ve öküzler istenildiği saatte tarladan dönmemişlerdi; geç kalmaktan korkan gençler, kendileri girdiler boyunduruğa ve arabayı çektiler; arabanın üzerinde anaları vardı ve gık demeden kırk beş stadion boyunca taşıdılar ve tapınağa getirdiler. Orada bulunan bütün inanç sahibi kişiler bunu gözleriyle gördüler, bundan başka bu davranışları ölümlerin en tatlısıyla taçlandırıldı, Tanrı onlara insan için ölümün yaşamaktan daha iyi olduğu yeri gösterdi. Argos’lular sarmışlardı çevrelerini ve bu genç adamların maddi manevi güçlerine imreniyorlardı; böylece soylu çocukları olan anayı kutluyorlardı. Ana mutluluk içindeydi, oğullarının başarısıyla başı dik, tanrıçanın heykeli karşısında ayakta duruyor, ona, kendisine bunca onur kazandırmış olan oğulları Kleobis ve Biton’a, insanoğlunun elde edebileceği en iyi şeyi bağışlaması için dua ediyordu. Bu duadan sonra kurban kesildi, kutsal şölenler verildi; sora delikanlılar tapınağın içinde yatıp uyudular ve uyanmadılar, bu son uykuda kaldılar. Argoslular onların heykellerini yaptırdılar, üstün ve yüce kişiler sayarak Delphoi’ye sundular. Solon, böylece, ikinci sırayı da bu genç adamlara vermiş oluyordu. Kroisos öfkelendi: Atinalı yabancı, dedi, ya biz, bizim mutluluğumuzu sen hiçe mi sayıyorsun ki bu basit insanları koyuyorsun ikinci sıraya? –Kroisos, dedi Solon, sen tanrının insanlara karşı ne kadar kıskanç olduğunu ve ona hiçbir zaman güvenilemeyeceğini bilen bir kişiyi sorguya çekiyorsun. İnsan bir ömür boyunca, görmek istemeyeceği çok şeyi görebilir, çok eziyet çekebilir. Ben aşağı yukarı yetmiş yıl sayıyorum insan ömrünü. Bu yetmiş yıl, artık ayları saymazsak, yirmi beş bin iki yüz gün yapar, ama aylarla mevsimlerin denk düşmesi için yıla iki yılda bir, bir ay eklersek, yetmiş yıldan başka, bu artıklı aylardan otuz beş ay daha eder ve bu ayların gün sayısı bin ellidir. Ve bütün bu günler de, ki hepsi yirmi altı bin iki yüz ellidir ve yetmiş yıla denk gelir, kesin olarak bir ek olay yoktur ki bugünkü yarınkine benzesin. Şu halde ey Kroisos, insan için yalnız talih ve talihsizlik vardır. Evet, görüyorum, sen çok zenginsin, çok insana hükmediyorsun, ama benden istediğin şeye gene de cevap veremem; çünkü önce ömrünün güzel bir sona bağlandığını öğrenmem gerekir. Zira çok zengin insan vardır ki, kıt kanaat yaşayan insandan hiç de daha mutlu değildir, eğer talih, zenginlik içinde geçen ömrünün sonuna kadar ona yar olmazsa. Nice insan vardır ki masallardaki kadar zengindir, ama mutsuzdur, niceleri de vardır ki şöyle böyle geçinirler, ama talihlidirler. Çok zengin olanın, eğer mutlu değilse, talihli olandan yalnız iki ayrıcalığı vardır; ama talihli olanın mutlu olmayan zengine bakarak pek çok ayrıcalıkları vardır; birisi için her dilediğini yapmak ve büyük bir para kaybını karşılamak çok kolaydır; ama bir de öbürünün üstünlüklerine bakalım: Elbette büyük bir kaybı ve aşırı istemleri öbürü gibi karşılayamaz; ama talihi onu bundan korur; üstelik sağlam yapılıdır, hastalık bilmez, üzüntü tanımaz, görmelere layık çocukları arasında mutludur. Bırak bir de bütün bunlara taç olarak ömrünü mutlu bitirsin ve işte mutlu adam sözüne layık kişi, senin aradığın kişi budur. Ama ölmeden önce, dilini tut, mutludur demek için acele etme, yalnız talihli de, o kadar. Elbette her üstünlüğü elde etmek bir ölümlü için olacak şey değildir; hiçbir toprak yoktur ki kendi kendisine yetsin ve her ürünü versin; şu ürünü verir, ama kendisinde yetişmeyen öbürünü başka yerden alır; en çoğuna sahip olan en iyisidir. İnsanoğlu için de böyledir; hiç kimse tek başına her şeyi elde edemez; filanı elde eder, falandan yoksun kalır. O ki ömrü boyunca her zenginliğe erişir ve en son dünyadan hoşnut ayrılır; işte o, bana göre, ey kral, mutlu insan adını hak eder. Her şeyin sonuna bakmalıdır; tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden. Bence bunlar, zaten Atinalıya pek değer vermeyen Kroisos’un hoşuna gidecek sözler değildi ve bu, eldeki şeyleri hor görüp, her şeyin sonuna bakmayı öğütleyen dar kafalı adamı kapı dışarı etti”(HERODOTOS, 2000; 52).

KROİSOS VE KYROS “Persler Sardes’i ve Kroisos’u, on dört yıllık bir saltanattan sora on dört günlük bir kuşatma sonunda, onların eline düştü canlı olarak. Ve böylece yerle bir etti bir büyük imparatorluğu, oraklin dediği gibi, yani kendisininkini. Persler, tutsağı Kyros’a götürdüler. Kyros odun yığdırdı, üzerine zincire vurulmuş olan Kroisos’u çıkarttırdı; iki yanında iki kere yedi Lydia çocuğu yer almıştı. Kyros bunları bir ganimet sunusu olarak tanrılara kurban etmek mi istiyordu? Bir adağı vardı da onu mu yerine getiriyordu? Yoksa, Kroisos’un dinine ne kadar bağlı bir insan olduğunu öğrenmişti de, gelsin bakalım tanrıları da onu diri diri yanmaktan kurtarsınlar, diyerekten mi çıkarmıştı odun yığınının üzerine? Neden olursa olsun, o böyle yaptı diyorlar. Ve ekliyorlar: Kroisos, odun yığınının üstünde ayakta durmuş; böyle tam bir felaketin ortasında Solon’u düşünecek zaman bulabilmiş ve şu sözün tanrısal anlamanı kavramıştı: Hiçbir canlı mutlu değildir; bunu düşünmüş, göğsünden derin bir inilti yükselmiş ve karanlık bir dilsizlikten sıkarak, üç kez, Solon diye bağırmış. Bunu işiten Kyros, adamlarına buyurdu, Kroisos’tan sorunuz, bu çağırdığı kimdir? Diye; bunlar odun yığınına yaklaşıp sordular. Kroisos bir süre sustu, cevap vermedi, sora kesin bir emir üzerin şunları söyledi: ‘Bir adam ki, dünyayı yöneten kişiler onunla konuşabilmiş olsalardı, bu benim için büyük hazinelerden daha değerli bir şey olurdu’. Bu sözlerden bir anlam çıkaramadılar ve bu sözün ne demeye geldiğini söyletmeye çalıştılar. Yakasını sıyıramadığı sıkıcı sorulara karşı Atinalı Solon’un nasıl geldiğini, gördükleri karşısında nasıl şaşırdığını, onu nasıl bir söylevle küçük düşürmüş olduğunu ve olayların nasıl onun, aslında kendisine, Kroisos’a değil, daha çok bütün insanlığa ve özellikle kendilerinin mutlu olduğuna inanan insanlara yöneltilmiş olan sözlerine hak verdiğini, bir bir ve içtenlikle anlattı. Kroisos bunları söylediği sırada ateş verilmiş, odun yığını uçtan uca alev almaya başlamıştı. Ama tercümanların dilinden bu sözleri dinleyen Kyros’un yüreği sızlamıştı ve düşünüyordu ki kendisi de bir insandır ve yakma için diri diri ateşe verdiği adamın, zenginlik bakımından kendisini kıskanacak bir şeyi olmamıştır ve bir gün kendi başına da böyle bir şey gelebileceğinden ürkmüştü, çünkü dünyada insanoğlunun güvenebileceği hiçbir şey yoktu ve ateşin hemen söndürülmesini, Kroisos ve arkadaşlarının odunların üstünden indirilmesini emretti”. Ama bütün uğraşmalara rağmen ateş söndürülemiyordu. O zaman, diyor Lydia hikayeleri, Kyros’un davranışındaki değişikliği fark eden ve herkesin ateşi söndürmeye çabaladığını, ama başaramadığını gören Kroisos yüksek sesle Apollon’u yardıma çağırmaya başladı, ona sunmuş olduğu güzel sunular yüzü suyu hürmetine bugün kendisine yardım etmesini, tehlikeden kurtarmasını yalvarıyordu. Ve böylece gözleri yaşlar içinde ufuktan bir bulut koptu, bulut yarıldı, sel gibi yağmur indi ve ateşi söndürdü. Kyros bununla anladı ki, Kroisos tanrılar katında değerli tutulan erdemli bir kişidir”(HERODOTOS, 2000; 51).

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.