Neden Itikatta Maturidi Amelde Hanefiyiz

misafir - 8 yıl önce
Araplarda Eşarilik'in, Türklerde ise Maturidilik'in yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Aslen Türk olduğu da söylenilen İmam Maturidi kendisinden iki asır önce gelen İmam Ebu Hanife'nin fikirlerini sistemleştirerek Maturidi ekolünü oluşturmuştur. Ehl-i Sünnet inancının ameli mezheplerinden Şafi olanların itikattaki mezhebi ise Eşarilik'tir. Günümüzde de halen çocuklarımıza 'itikatta Ehl-i Sünnet Maturidi, amelde Hanefiyiz' şeklinde öğretilmekte olup Diyanet'tin benimsediği anlayış da bu şekildedir. Zeybek'e göre Yavuz'a kadar Alevi, ondan sonra da Eşari Sünni olduğumuza göre hiçbir zaman Maturidi olmamış oluyoruz. Bu ise Kelam Tarihi ilminin verilerine tamamen zıt bir yorumdur. Bu temel bilgiyi Zeybek nasıl es geçiyor, merak ediyorum doğrusu. Ahmet Yesevi'ye uzanan anlayış Osmanlı'nın kuruluş dönemlerindeki Türkistan'dan gelen Horasan Erenleri'nin itikadi anlayışlarını bilirsek, onların Anadolu'da İslamiyet'i yaymada çok fonksiyonel olduklarını da düşündüğümüzde, o dönemdeki halkın inançlarını kestirebiliriz. Ahmet Yesevi öğretisi ışığında Anadolu'yu İslamlaştırmak için Belh, Buhara ve Horasan taraflarından gelen erenlerin bazıları şunlardır: Şeyh Abdal Murad, Şeyh Abdal Musa, Hacı Bektaş, Emir Sultan, Şeyh Geyikli Baba. Bu büyük zatların da Alevi olduğu yönünde iddialar bulunmaktadır. Biz bu iddialara cevap vermek yerine, cevap bulma yolunu göstermeyi tercih ediyoruz. Ahmet Yesevi'nin kim olduğunu ortaya koyabilirsek, talebeleri veya takipçileri hükmündeki bu zatların da Ehl-i Sünnet olup olmadıklarını anlayabiliriz. Gerek Fuat Köprülü gerekse Divan-ı Hikmet üzerinde çalışan Kemal Eraslan, Ahmet Yesevi'nin ve Yeseviliğin, şeriat esaslarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtmişlerdir. (Ahmet Yesevi Maddesi, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 1, sayfa 161) Bununla birlikte biz şimdi Yesevi'nin yaşadığı topraklardaki inançları tespit edebilirsek, Yesevi hakkında da bir fikrimiz olacaktır. Bunun için o toprakların yetiştirdiği diğer alimlere şöyle bir göz atarak oradaki inanç atmosferini sezmeye çalışalım. Türkistan bölgesinde Ahmet Yesevi'den çok önce yaşamış olan en meşhur alimleri tespit edecek olursak, o bölgedeki medreselerin anlayışını ve halkın aldığı eğitimi de tahmin etmemiz kolaylaşacaktır. İmam Buhari, İmam Müslim, İmam Tirmizi, Nesei, İbn Mace gibi büyük hadis alimleri bu bölgeden çıkmıştır. Bu alimlerin ve talebelerinin oradaki medreselerde dersler verdiğini düşünecek olursak -ki öyledir-; Türkistan bölgesinin hangi inançta olduğu hakkında bir fikir edinebiliriz. Diğer taraftan Türkistan'da bugüne kadar neden Anadolu'daki gibi bir Alevi anlayışı veya 'Heterodoks İslam' hareketinin görülmediğini düşünmekte de fayda vardır. Anadolu erenlerinin asıl kökü Ahmet Yesevi'ye dayandığına göre, Yesevi'nin yaşadığı zeminde bugüne kadar bu inançların olmaması düşündürücü değil midir? Bize fikir verecek bir konu da Ahmet Yesevi'nin hocalarının kim olduğu meselesidir ki, bu da oldukça önemlidir. Ahmed Yesevi, Abdülhalik-ı Gücdevani gibi Yusuf-u Hemedani Hazretleri'nin halifelerindendir. Yani Abdulhalik Gücdevani yoluyla Nakşi silsilesi Yusuf Hamedani'ye vardığına göre, Nakşilik ile Yesevilik arasında bir akrabalık bağı da söz konusudur. Burada 'Rufailik, Kadirilik, Mevlevilik ve benzer yollarda gerçekte Alevi yollarıdır' diyen Namık Kemal Zeybek'e bir cevap vermemiz yerinde olacaktır: Yeseviye, Mevleviye, Kadiriye, Bektaşiye ve Rufaiye tarikatlarına bazı kaynaklarda 'turuk-u aleviye' denilmesinin sebebi, onların bizim bildiğimiz anlamda Alevi olduklarından dolayı değildir. 'Bizim bildiğimiz' anlamda derken tarihi anlamda da Alevi olmadıklarını söylemek istiyoruz. Bu tarikatlara Alevi denilmesinin sebebi, pirlerinin yani en büyük üstatlarının Hz. Ali olmasından dolayıdır. Yani bu, kelime anlamı itibariyle 'Hz. Ali'ye intisaplı' anlamındaki bir 'Alevilik'tir. Bu tarikatların mensuplarının tamamı Ehl-i Sünnet olup, tarih boyunca da Hanefi veya Şafi başta olmak üzere Ehl-i Sünnet mezheplerine göre amel etmişleridir. Zira bu zatların kitapları şu an ellerimizdedir ve içindeki fıkhi bilgilerin de bu minvalde olduğu açıktır. Faraza Abdulkadir Geylani'nin 'Fütuhu'l Gayb' ve 'Gunyetüt'talibin' adlı kitaplarında Ehl-i Sünnet mezheplerinden Hanbeli mezhebinin öğretileri açıklanmıştır. Buradaki verdiğim bilgileri Zeybek'in bildiğinden eminim, fakat -kendisi dikkat çekmeye çalışan bir genç de olmadığına göre- acaba paragrafın başında naklettiğimiz cümleyi söylemesinin mantığı nedir? Hacı Bektaşi Veli'nin itikadi görüşleri ||Hacı Bektaşi Veli'nin Ahmet Yesevi'nin bir takipçisi olduğu bilinmektedir. İkisi arasında Lokman-ı Parende ismi ile bilinen bir zat bulunmakta olup, Bektaşi Veli'nin Yesevi ile olan bağı bu zat vesilesiyledir. İtikadi görüşleri de ayni eksen üzerindedir. Çünkü iki zatın eserlerinin birbirine çok benzediği görüşü yaygın bir görüştür. Bu konuda Prof. Esad Coşan Hoca şöyle der: 'Ahmed-i Yesevi Hazretleri'nin kaleminden çıkmış Fahrname var... Fahrname ile —ki, bu neşredildi— bizim üzerinde çalıştığımız Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri'nin Makalatı, muhteva bakımından birbirinin aynı. Orda kırk makamdan bahsediliyor, burada da o kırk makam var. Neden? Aynı terbiyeyi almış, aynı bilgiyi, aynı an'aneyi devam ettiriyor. Demek ki, Ahmed-i Yesevi'nin yolundan.' Bektaşilik'ten bahseden ilk eser olan Taşköprülüzade Ahmet Efendi'nin (1495-1561) yazdığı 'Şakayık-ı Numaniye'de ise Hacı Bektaşi Veli için kullanılan bir ifade oldukça dikkat çekicidir: 'Zamanımızda, bazı mülhitler yalancı bir nispetle kendilerini ona nispet ettiler, ama o mutlaka bunlardan beridir.' Buna göre ondan iki-üç asır sonra onu, bazı kimseler farklı algılamak istemişlerdir. Kalenderiler, Haydariler, Abdallar ve Hurufiler'in Bektaşilik içerisine sonradan girdiği yönünde de iddialar vardır. Hacı Bektaş Veli'ye piri Hz Ali'ye intisabından dolayı mecazen 'alevi' denilebileceğini söylesek bile, kendi kitaplarında onun Sünni anlayışları olduğunu belgeleyen birçok fetvası ve görüşü bulunmaktadır. Ki bunları görmezden gelmemiz ilmi bir yöntem olmaz. Hünkar'ın günlük beş vakit namaz kıldığı, bazen sabahlara kadar namaza devam ettiği, Bedahşan'i aldıktan sonra oradaki insanlara namaz kılmayı ve Kur'an okumayı öğrettiği kendi eserinde belirtilmiştir. (Vilayetname-i Hacı Bektaşi Veli, Abdülbaki Gölpınarlı, s.13) Beş vakit namazın Alevilikte de olabileceğini düşünürsek, belki bu tek başına bir ispat olamaz, fakat onun 'sehabilerle' ilgili görüşlerini de aktardığımızda durum biraz daha netlik kazanacaktır: Prof. Dr. Esad Coşan'ın Hacı Bektaşi Veli araştırmaları Doçentlik tezini Bektaşi Veli'nin Makalat'ı üzerine yapan Prof Dr. Esad Coşan'ın bu konudaki araştırmalarına dikkat çekmekte fayda vardır: Esad Coşan Hoca diyor ki: 'Eserine bakıyoruz; eserinde Sahabe-i Kiram'ın hepsine hürmet var, ayırım yok. Namaz var, oruç var, zekat var, hac var. Helali helal biliyor, haramı haram biliyor. Şeriatin emirlerine bağlı olduğunu açıkça ifade ediyor. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Allah'a ulaşamaz! diye açıkça söylüyor.' Bu sözlerden sonra Esad Hoca, Hacı Bektaşi Veli'nin Makalat'ındaki kendi cümlelerini naklederek konuya açıklık getiriyor: 'Mesela:' diyor, açıklıyor: (biregü) Kişi, birey demek şimdiki tabiriyle. Allah'ın farzlarından birisini batıldır diye inanmasa, gitti gümbürtüye! diyor, Basit anlatmak gerekirse. (veyahud Muhammed-i Mustaf'ya inkarla baksa veyahud Muhammed'ün sahabelerinün birin nahak bilse) Buyurun, en önemli şey! Benim hazırladığım baskıda 32. sayfa. (veyahud Muhammed'ün sahabelerinün birin nahak bilse) Ne tevella-teberra var, ne Ebubekr-i Sıddik ve Ömer'ül Faruk Efendimiz'e sövmek var, ne ötekilere.

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.