Rasyonalizm

Kısaca: Felsefedeki önemli akımlardan biri olan, Akılcılık veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş. ...devamı ☟

Rasyonalizm, Akılcılık yada usçuluk olarak da bilinir. (Os. Akliyye, Akliyyun mezhebi, Mezhebi akliyyun, Ehli Makul mezhebi, Vehbiyye; Fr. Rationalisme, Al. Rationalismus. İng. Rationalism, İt. Razionalismo). Doğruluğun ölçütünü ussallıkta bulan görüşlerin ve öğretilerin genel adı.

Akılcılık, bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir.Buna göre, kesin ve evrensel bilgilere ancak akıl aracılığıyla ve tümdengelimli bir yöntemsel yaklaşımla ulaşılabilir.Dünya hakkındaki mühim olan bilginin sadece deney ötesi yöntemlerle elde edilebileceğini savunur. Akılcılık her bireyin eşit ve değişmez akli ve mantıki ilkelere sahip olduğunun kabulü ile, çeşitli a priori ve apaçık hakikatlerin varolduğunu kabul eder. Son zamanlarda, çeşitli dilbilimcilerin bazı dilbilim kavramları hakkındaki yazıları haricinde, a priori bilginin varlığı sıklıkla reddedilmiş, kabul edilse dahi etki alanı ve konumu daraltılmıştır.

1. Usçuluk deyimi, felsefe tarihlerinde çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Genel anlamı düşünceci ve metafiziktir, bilginin duyumsal yanını yadsıyıp ussal yanını saltıklaştıran ve bilgiyi sadece usun ürünü sayan öğretiler bu adla andılır. Antikçağ Yunan düşüncesinde Parmenides, Sokrates ve Platon bu bilimdışı anlayışın başlıca temsilcileridir. Başta Parmenides olmak üzere Ksenofanes, Zenon ve Melissos gibi tüm Elea'lılar doğruya ancak düşünceyle, usla erişilebileceğini savunmuşlardır. Onlara göre, duyularımızla algıladığımız nesnel gerçeklik bir görüntüden, bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek varlık ancak usun gözüyle görülebilir. Elealıların bu ilkel ve kesin usçuluklanndan sonra Platon'dan Descartes'a kadar usçuluk, doğuştancılıkla karışır. Kaldı ki bu iki anlayış arasında pek de önemli bir ayrım yoktur. Metafizik yapılı felsefe tarihleri, bilginin kaynağı üstünde ileri sürdükleri varsayımlar açısından, öğretileri dörde ayırırlar: 1. Bilgilerimizin ustan geldiğini ileri süren bütün öğretiler usçuluk (rasyonalizm), 2. Bilgilerimizin duyumlarımızla geldiğini ilerisüren bütün öğretiler duyumculuk (sansüalizm), 3. Bilgilerimizin doğuştan geldiğini, doğduğumuz anda bütün bilgilerin bizde mevcut bulunduğunu ileri süren bütün öğretiler doğuştancılık (meizin-nativizm), 4. Bilgilerimizin sezgimizle elde edildiğini ileri süren bütün öğretiler sezgicilik (entüvisyonizm -mistisizm) adı altında toplanır. Oysa, doğuştancılar da usçudurlar, çünkü bilgilerimizin doğduğumuz anda usumuzda mevcut bulunduğunu savunurlar. Örneğin Sokrates, gerçekte doğuştancıdır. Çünkü Sokratese göre bilgilerimiz doğuşumuzda mevcuttur, eğitimle meydana çıkarılabilir, uyandırılabilir. Sokrates gibi usçu sayılan antik çag Yunan düşünürü Platon da gerçekte doğuştancıdır, ona göre de bilgilerimiz doğduğumuz anda mevcuttur, o kadar ki dünyada görülenler bizde mevcut olan bu bilgilerin (ideler-idealizm) gölgelerinden başka bir şey değildir, insanlar da ilkin ideler alemindeydiler ve tüm bilgiydiler, dünyaya gelirken işte bu mevcut bilgilerini getirmektedirler. Bir başka açıdan usçuluk, sezgicilikle de karışır. Örneğin "Düşünüyorum, öyleyse varım" formülüyle varlığını düşünceye ve dolayısiyle usa indirgediğinden ötürü usçu sayılan Fransız düşünürü René Descartes, geçekte, usa pek az iş bırakmaktadır. Descartes'a göre nesnelerin niteliklerine özgü bilgiler duyumların işidir, başkalarından öğrendiğimiz bilgiler imgelenim (muhayyile) işidir, kitaplardan öğrendiğimiz bilgiler belleğin (hafıza) işidir, ancak Tanrılık bilgileridir ki ussal "seziş"in işidir. Descartes, şüpheci yönteminde ustan yola çıktığı halde bu sonuncu işi bile doğrudan usa vermemiş ve sezgiye bağlamıştır. Sinoza da bu anlamda sezgicidir. O da "ussal sezgi"nin sözünü eder. Usçu sayılan Alman düşünürü Immanuel Kant'ın da belli bir anlamda usçu sayılmaması gerekir, hernekadar bilgilerimizin doğuştan-ussal (Önsel) ulamlar içinde oluştuklarını ilerisürmüşse de bilgi sürecinde duyumların rolünü de yadsımamış, dahası, görünürlerin (fenomenlerin) altındaki kendiliğinde şey (numen)'in duyularımızla algılanamayacağı gibi usumuzla da bilinemeyeceğini savunmuştur. Kant'ın tüm çabası, bilgi sürecinde duyumun ve usun paylarını doğru olarak saptamaktır. Usçuluğun büyük temsilcilerinden sayılan Alman düşünürü Leibniz'e göre kimi kavramlar (örneğin tanrı kavramı, geometrik kavramlar, sayılar) daha doğuşumuzda, deneyden önce (önsel olarak) usumuzda bulunurlar; deney bize ne tanrıyı, ne bir üçgen kavramını, ne de sayıları verebilir. Ama bunlar duyu izlenimleri olmaksızın anlık (La. Intellectus)'ımıza çıkamazlar. Leibniz, Nouveaux essais (Yeni denemeler)'sinde usçuluğu şiddetle eleştiren İngiliz görgücüsü (ampiristi) Locke'a hak verir; elbette yeni doğan bir çocuk ne tanrıyı, ne geometrik kavramları, ne de sayıları bilir. Ama bunlar onun ruhunda gizlidirler ve duyu izlenimleriyle gelişip belirginileşirler. Leibniz, Locke'un "duyulardan geçmemiş olan anlıkta da bulunamaz" sözüne anlıgın kendisinden başka (La. Nisi ipse intellectus) sözünü ekler, demek ister ki "anlık olmazsa duyular da hiç bir bilgi getiremez". Metafizikiçi felsefe tarihçileri, Alman düşünürü Hegel'i de usçuluğun doruğu sayarlar, hiç de öyle değildir. Hegel, tüm nesnel gerçekliği kavramlardan, eşdeyişle ussal olandan türetiği halde ussalla duyumsalın eytişimsel birliğini ilk sezen düşünürdür. Bu düşünceci ve metafizik anlamdaki usçuluk, görgücülüğe (ampirizme) ve duyumculuğa (sansüalizme) karşıttır. Ne var ki görgücülük ve duyumculuk da, usçuluk kadar, yanılgılıdır; bilgilenme sürecinin duyumsal yanını abartıp saltıklaştırır ve ussal yanını yadsır ya da en azından küçümser. Bundan ötürüdür ki burjuva ideologlannca duyumculuk ve görgücülük de, usçuluk kadar, tutulur ve yayılmaya çalışılır (Burjuva ideologları yanılgılı olmayan ve bundan ötürü de yanıltıcı olmayan hiç bir öğretiyi tutmazlar). Usçuluğu, nesnel gerçekliği küçümseyip örneğin sömürü kavramı dilden atılırsa sömürü olayının da yokolacağı gibi varsayımlara olanak sağladığından; görgücülükle duyumculuğu, ussal olanı küçümseyip yüzeysel görünuşlerle yetinerek örneğin sömürü düzeninin içyüzünü ortaya çıkarmaya olanak sağlamadığından tutarlar. Bu bilimdışı görüşler, Marksist öğretiyle aşılmıştır.

2. Tanrıbilimsel anlamda usçuluk, dinin usauygun bulunduğunu dilegetirir. Çünkü, bu anlayışa göre, us tanrı vergisidir. Tanrıbilimsel usçuluk (Os. Akliyyei lahutiyye, Fr. Rationalisme théologique)'un bir başka anlamı da vardır, bu başka anlamda dinsel inakların ancak usauygun bulunmasıyla kabul edilebileceğini dilegetirir. Ne var ki hiçbir dinsel inak tanrıbilimcilerce usauygun olmadığı gerekçesiyle yadsınmamıştır, ancak ussal sözçevirim (Os. Tevil, Fr. Dénaturer)'lerle açıklanmaya çalışılmıştır.

3. Gerçek anlamda usçuluk, din ve idealizm egemenliğine karşı insan usunun sınırsız olanaklarına güveni dilegetirir. Özellikle XVII. yüzyıldaki Descartes usçuluğu bu açıdan ilerici bir yapıdadır. Usçuluk, bu anlamında, usdışı ve usaaykırı olana karşı koyan öğretilerin genel adıdır. İnana karşı usu çıkarır ve her türlü doğaüstü verileri yadsır. Daha Homeros'ta bile insanlar tanrılarını kendi uslarına göre biçimlendirirler, tanrıların yaşamını kendi ussal tasarımlarıyla düzenlerler. Aristoteles, Platon'un doğuştancı usçuluğuna karşı çıkar. Aristoteles'e göre usumuzda bilgi yoktur, bilgiler duyumlarımızla deneylerden elde ettiğimiz öğelerden usumuz tarafından yapılır. Daha açık bir deyişle us, bilgi taşıyıcısı değil, bilgi yapıcısıdır, bilgi yapmak için gerekli malzemeyi dış dünyadan alır. Gerçek usçuluğun anlamı da bundan ibarettir. Aristoteles usu, etkin us (aktif akıl) ve edilgin us (pasif akıl) olmak üzere ikiye ayırır, deney ve gözlemlerle elde edilen maddi malzemeyi algılayan edilgin us, bu malzemeden bilgi yapan da etkin ustur. Aristoteles bu düşüncesiyle, Alman düşünürü Immanuel Kant'a öncülük etmiştir. Usçuluk, bu anlamda, usaaykırıcılığın (irrasyonalizmin) karşıtıdır.

Bu görüşe göre, kesin bilgi örneği matematiktir. Hakikate ve eşyanın bilgisine sadece akıl ile erişilebileceğini savunur. Bu sebeple akılcılık,deneyciliğin karşıtıdır. Akla karşı yaklaşım pek çok bağlamda dindeki vahiyle yahut etikteki duygu ve hisle karşılaştırılan bir yaklaşımdır. Bununla birlikte felsefede akıl genellikle içgörüyle (içe doğmayla değil) karşılaştırılır.

Batı'da akılcı gelenek Elealılar, Pitagorasçılar ve Platon ile (aklın kendine yeterliliği teorisi Yeni-platonculuğun ve idealizmin başat temasıdır) başlar(Runes, 263). Aydınlanma'dan beri akılcılık felsefenin hizmetine matematiğin yöntemlerini sunmaya çalışır. Descartes, Leibniz ve Spinoza buna örnek gösterilebilir(Bourke, 263). Akılcılık Avrupa'da genellikle kıta felsefesi olarak bilinir, çünkü İngiltere'de deneycilik daha baskındır. Nitekim Leibniz ve Spinoza gibi filozofların düşünceleri, İngiliz deneyci filozoflarınkilerle sık sık karşılaştırılmıştır. Fakat bu akılcılık ve deneycilik akımları ile filozofların akılcı ve deneyci fikirleri detaylıca incelendiğinde pek doğru bir eylem veya bakış açısı değildir. Geniş bir bakış açısından bir filozof hem akılcı hem de deneyci olabilir(Lacey, 286–287). Aşırı noktasında, deneycilik deneyim dışı her türlü bilgiyi reddeder ve her türlü bilginin deneyim ile edinildiğini savunur. Akılcılık ise, aşırı noktada bilginin deneyim ve algı olmaksızın saf akıl ile tamamen ve en iyi şekilde edilnilebileceğini savunur. Yani deneycilik ile akılcılık arasında en temel tartışma (insan) bilgi(si)nin kaynağıdır. Bununla birlikte, bu tüm rasyonalistlerin doğa bilimlerinin deneyimsel bilgi ve algıların yardımı olmadan tam anlamıyla bilinebileceğini öne sürdükleri anlamına gelmez. Aslında çoğu rasyonalist filozof deneyime de en azından belirli oranda önem vermiştir ve belirtilen derecede aşırı bir noktada bulunan herhangi bir rasyonalist okul ortaya çıkmamıştır(Hatfield).

Felsefi bir okul olarak akılcılık ve içerdiği temel ilkeler 18. yüzyılda büyük bir eleştiriye maruz kalmıştır. Bununla birlikte bu dönemde de, sayıları az da olsa, akılcılığı savunan filozoflar olmuştur. Örneğin Alman Christian August Crusius ve yine Alman Moses Mendelssohn. 18. yüzyıl'da akılcılığa en büyük eleştiri deneyci çevrelerden gelmiştir. Bununla birlikte, örneğin Alman filozof Kant da geleneksel akılcı düşünce okulunu tenkit etmiştir.Kant eleştirel bir değerlendirmeyle yeni bir rasyonalizm fikrini temelendirmeye yönelir.Rasyonalizm gelenegi başlangıcından itibaren ele alındiığında karşımıza pek çok farklı türlerde rasyonalizm yorumları ya da yaklaşım biçimiyle karşılaşılır.

Antik Çağ felsefesinde rasyonalizm

Rasyonalizm geleneği Elea Okulu ile birlikte başlatılabilir.İlk akılcı filozof Parmanides'tir denilebilir.Ona göre duyumlar değişebilen şeyler olduklarından bilginin temeli olamazlar, aksine akılın değişmeyen ilkeleri bilginin temeli olabilir.Elealı Zenon, hocası Parmanides'in akılcılığı daha ileriye götürmüştür.Duyuların güvenilmezliğini kanıtlayan paradoxlarının ardında rasyonalizm düşüncesi temellenidirilir.Platon ise idealar teorisiyle rasyonalizmin belli başlı bir kuram olarak şekillendiren isim olarak anılır.Platon, rasyonalizmin yöntemsel ilkesi olarak bilinen tümdengelimli yönteminde önü isimlerindendir.Ayrıca Aristotales'ide akılcılığın kurucu isimlerinden biri olarak belirtmek gerekir.

Kıta felsefesinde akılcı filozoflar

Genel anlamda kişinin akılcı olarak adlandırılabilmesi için iki temel noktayı onaylaması ve kabul etmesi gerekmektedir, bunlar:
  • "Akılcı sezgi a priori bilgimizin tamamı veya bir kısmının kaynağıdır, ve
  • Gerçeğin a priori bilgisi mümkündür"(Cassam, s.45).


Elealılar ile başlayan akılcı geleneğin Batı'daki en önemli isimleri Descartes, Spinoza, Malebranche ve Leibniz'dir.

Descartes'in metafizik hakkındaki savları ve metafiziksel ilkelerinin sonucu olarak gördüğü dualistik yapıya sahip (akıl-vücut ayrımını barındıran) Kartezyen ruh kavramı Avrupa'daki akılcılık geleneği için çok önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Nitekim Descartes'in metafiziğe dair akılcı görüşleri yaygın kabul görmüş ve 17. yüzyılın ikinci yarısında, fiziksel görüşleriyle birlikte bunlar da kitap olarak birçok öğretim merkezinde okutulmuştur. Descartes'in görüşleri kendisinden sonraki filozofları da büyük oranda etkilemiştir. Nitekim Descartes'in ortaya attığı insanın ontolojik dualizmi fikri modern toplumlarda dahi sıklıkla kabul edilen bir savdır.

Bir diğer ünlü akılcı filozof Spinoza ise başlarda Descartes'in metafizik savlarını benimsese de, zamanla kendi düşüncelerinin olgunlaşması ve gelişmesiyle birlikte Descartes'in savlarını bırakarak daha farklı bir metafiziksel anlayış geliştirmiştir. Kartezyan akıl-vücut dualizmini reddeden Spinoza, Tanrı'nın yaratılmış dünyadan ayrı olarak mevcut olduğu fikrine de karşı çıkmıştır. Ona göre bir tek ebedi varlık vardı. Spinoza'nın bu fikri ve metafiziksel açıklamaları Batı'da panteizm açısından çok önemlidir. Metafiziğe dair savları detaylıca Etik isimli eserinde yer alır. Ayrıca dinin de akılcı eleştirisini yapmıştır (Hatfield).

Kartezyan ruh kavramıyla birlikte Descartes'in metafiziğe dair görüşlerini genel olarak benimseyen Malebranche ise akli fikirlerin bireysel zihinlerden ziyade, Tanrı'da var olduğu ve Tanrı'nın gerektiğinde insanlara bu bilgileri ilahi bir anlamda sunduğunu öne sürerek Descartes'ten ayrılmıştır.

Anılan diğer filozoflar gibi Leibniz de başlarda Descartes'in fikirlerinin takipçisi olmuştur. Bununla birlikte daha sonra Descartes'in fikirlerini reddederek, kendi geliştirdiği metafiziksel fikirleri savunmuştur. Leibniz düşüncesinde Tanrı'nın yarattığı dünya bilinçli ve ayrı küçük varlıklardan oluşur. Daha sonra bu varlıklara monad ismini vermiştir (Monadoloji, 1714). Ayrıca Leibniz'in düşüncesinde Tanrı tüm olası dünyalardan en iyisi olarak dünyayı yaratmıştır ki burada kastedilen en iyi, mükemmel, eksiksiz anlamındadır. Bu fikir daha sonraları birçok filozof tarafından tenkit edilmiştir.

Kantgil rasyonalizm

Rasyonalizm konusunda en temel eleştirileri, kendisi de özgül bir rasyonalist olan Kant'tan gelir.Kant Saf Aklın Eleştirisi (1781) isimli eserinde bu noktadaki temel eleştirisini ortaya koymuş ve felsefi ilkelerini açıklamıştır. Hem amprizmin hem de rasyonalizmin felsefi problemleri eleştirel bir şekilde değerlendirilerek Kant felsefesinde aşılmaya çalışıldığı görülür.Bu bakımdan eleştirel felsefe olarak adlandırılan felsefe geleneğinin kurucusu Kant'tır ve o bu yolla ampirizmin ve rasyonalizmin yetersizliklerinden kurtulmaya çalışmıştır. Kant insan bilgisinin sınırlarını ve yapısını soruştururken, bir yanda aklın kuramsal statüsünün belirlenmesi ile ilgilenmiş öte yandan da her tür deneyimin kuramsal sınırlarını belirlemeye çalışmıştır. Saf Aklın Eleştirisi'de özellikle deneyimin zorunlu doğasının incelenmesine yönelik kapsamlı bir girişim vardır. A priori ve a posteriori bilginin varlığını kabul eden Kant, bunları farklı bilgi türleri olarak sınıflandırır ve önceki felsefe geleneklerinin yetersizliklerini bu kategoriler ekseninde değerlendirir.

Hegelci rasyonalizm

Rasyonalizm geleneği Parmanides'ten Hegel'e uzanan bir gelişim cizgisi gösteriri bu çizgi üzerinde birbirinden çok farklı akılcılık anlayışlarıyla karşılaşılır.Farklı rasyonalizm tanımlarına rağmen, doğruluğun ölcüsünü akıl olarak ele almasını bu felsefe geleneğinin ortak bir öğesi olarak ele alırsak, sözkonusu düşüncenin doruk noktasında Hegel ile karşılaşılır.Hegelci diyalektik yöntem rasyonalizmin kendi içinde kendini temellendirmesinin bir yöntemi olarak ortaya çıkmıştır.Hegel'in ünlü sav sözü, "Gerçek olan her şey ussal, ussal olan her şey gerçektir" değişi, tüm bir rasyonalizm geleneğinin en özlü ifadesi olarak görülür.

Aydınlanma ve rasyonalizm

Aydınlamacılık ile birlikte akıl ve akılcılık kavramları farklı bir anlam daha kazandı. Felsefi bir vurgudan öte, feodal ve dini müessese ve uygulamalar ile sosyal ve politik uygulamaları akıl ışığında ve aklı baz alarak eleştiren kişilere rasyonalist adı verilmeye başlandı ve bu tip eleştirel yaklaşım da rasyonalizm olarak anılmaya başlandı. Burada felsefi ilkelerin aynı zamanda toplumsal düzenlemelerde yeni bir yönelimin kurucu ilkeleri haline gelmesi sözkonusudur.Bu anlamda rasyonalizm aklı kurucu ilke olarak benimseyen ve dinsel toplumsal örgütlenmelere karşı akılcı toplumsal düzenlemelerini temel alan yaklaşımları ifade eder.Kant'ın Aydınlanma Nedir? sorusuna verdiği, "insanın kendi aklını kullanmasıdır" şeklindeki cevabı, akıl'ın aydınlanmacılıkta felsefi bir ilke olduğunu gösterir.Buna göre evrensel bir dayanak noktası olan akıl, toplumsal yaşamın herkes icin geçerli olabilecek akılcı bir düzenlemesini mümkün kılabilecektir.

Rasyonalizm içindeki filozof ve düşünürler listesi

* Parmanides

rasyonalizm

Türkçe rasyonalizm kelimesinin İngilizce karşılığı.
n. rationalism

rasyonalizm

usçuluk, akılcılık.

rasyonalizm

Türkçe rasyonalizm kelimesinin Almanca karşılığı.
n. Rationalismus

rasyonalizm

Osmanlıca rasyonalizm kelimesinin Türkçe karşılığı.
Fr. Fls: Akliyecilik. Her şeyin yalnız akıl ile bilinebileceğini iddia eden bir felsefi görüş. (Bak: Felsefe)(Nazar-ı nübüvvet ve tevhid ve iman; vahdete, âhirete, uluhiyyete baktığı için hakaiki ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı; kesrete, esbaba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır. Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı ehl-i usul-id din ve ülemâ-i İlm-i Kelâm'ın makasıdı içinde görünmeyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir.İşte onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mâhiyetinde ve ince ahvâllerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmişler. Fakat hakiki hikmet olan ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü'minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkikîn-i İslâmiyeyi hükemâlara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, veraset-i nübüvvet ile makasıd-ı âliye-i kudsiyeye yetişenlere yetişebilsinler. Hem her bir şey, iki nazar ile bakıldığı vakit iki muhtelif hakikatı gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiç bir hakikat-ı kat'iyyesi Kur'anın hakaik-ı kudsiyyesine ilişemez. Fennin kısa eli onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez. Nümune olarak bir misâl zikrederiz.Meselâ : Küre-i arz, ehl-i hikmet nazarı ile bakılsa, hakikatı şudur ki: Güneş etrafında mutavassıt bir seyyare gibi hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nisbeten küçük bir mahluk. Fakat ehl-i Kur'ân nazarı ile bakıldığı vakit hakikatı şöyledir ki; semere-i âlem olan insân, en câmi, en bedi' ve en âciz, en aziz, en zayıf, en lâtif bir mu'cize-i kudret olduğundan beşik ve meskeni olan zemin semaya nisbeten maddeten küçüklüğü ile ve hakareti ile beraber, manen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizat-ı sanatının meşheri, sergisi, bütün tecelliyat-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet Rabbaniyenin mahşeri, ma'kesi; hadsiz hallakıyet-i İlâhiyenin, hususan, nebatat ve hayvânâtın, kesretli enva-ı sagiresinden cevadane icadın medarı, çarşısı ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta nümunegâhı ve mensucat-ı ebediyenin sür'atle işleyen tezgâhı ve menazır-ı sermediyenin çabuk değişen taklidgâhı ve besatin-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur.İşte arzın bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'an-ı Hakim semâvata nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semavata karşı küçücük kalbi büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor, mükerreren $ diyor. İşte sair mesaili buna kıyas et. Ve anla ki, felsefenin ruhsuz, sönük hakikatları Kur'anın parlak, ruhlu hakikatları ile müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için ayrı ayrı görünür. S.)(...Acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi "aklımız bize yeter" deyip sana ittiba'dan istinkâf mı ederler? Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünkü bütün dediğin mâkuldür. Fakat akıl kendi başı ile ona yetişemez...Yahut inkârlarına sebeb, tâgi zâlimler gibi hakka serfüru etmemeleri midir? Halbuki mütecebbir zâlimlerin rüesaları olan fir'avunların, nemrudların âkibetleri mâlumdur... S.) (Bak: İsbatiyecilik)

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Akılcılık
2 yıl önce

Akılcılık; usçuluk veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini...

Rasyonalizm (mimarlık)
2 yıl önce

Rasyonalizm Vitruvius’un prensiplerine göre gelişmiş bir mimarlık akımıdır. De Architectura adlı eserde Vitruvius, mimarlığın bir bilim dalı olduğu ve...

Eleştirel Rasyonalizm
2 yıl önce

Eleştirel rasyonalizm Karl Popper tarafından geliştirilmiş bir epistemolojik felsefedir. Tümdengelimli bir psikoloji anlayışını savunan Würzburg Okulu'nun...

Elea Okulu
2 yıl önce

birlikte rasyonalizm düşüncesinin Elea Okulu'nda bir anlamda doruk noktasına ulaştığını söylemek mümkün. Zenon'un paradoksları Rasyonalizm Diyalektik...

17. yüzyıl felsefesi
2 yıl önce

durumu sağlayan ise ortaçağdan tamamen farklı bir ilke, rasyonalizmdir. 17. yüzyılda rasyonalizmin kaynağında matematik ve fizik bulunmaktadır.Bu dönem belirleyici...

17. yüzyıl felsefesi, 17. yüzyıl felsefesi
Solipsizm
2 yıl önce

merkezi yapan düşünce biçimi (ahlaksal bencillik). İdealizm Materyalizm Rasyonalizm Realizm Hakikat Özne Egoizm Felsefe Terimleri Sözlüğü, Bedia Akarsu,...

Solipsizm, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 20. yüzyıl felsefesi, Analitik felsefe, Antik Çağ felsefesi, Aydınlanma Çağı, Batı felsefesi, Bedia Akarsu, Bilim felsefesi
Anayasal iktisat
2 yıl önce

sözleşmeci anayasacılık veya sözleşmeli anayasal iktisat aynı zamanda yapıcı rasyonalizm (ing: constructive rationalism) ilkesine dayanır. Bu ilkenin karşıtı...

Anayasal iktisat, Adam Smith, Hukuk, Vergi, İkinci Dünya Savaşı, İktisat, Fizyokratlar, Sosyal sözleşme, James M. Buchanan
Gerçek
2 yıl önce

felsefe akımları ve okulları ortaya çıkmıştır. İdealizm Materyalizm Rasyonalizm Realizm Pozitivizm Nesnellik Hakikat Felsefe Terimleri Sözlüğü, Bedia...