Devletin Öğeleri

Kısaca: Devletin, varlığı için zorunlu olduğu kabul edilen üç öğe insan topluluğu, ülke (toprak bütünlüğü) ve egemenliktir. İnsan öğesi, belli bir toprak parçası üstünde yaşayan, devleti kuran ve onun varlık nedeni olan belirli bazı niteliklere kavuşmuş bir insan topluluğu anlamında ele alınmalıdır. Günümüzde bu topluluk ulus, topluluğun sürekli yurdu ülke, oluşturduğu devlet de ulusal devletle eşanlamlıdır. ...devamı ☟

Devletin, varlığı için zorunlu olduğu kabul edilen üç öğe insan topluluğu, ülke (toprak bütünlüğü) ve egemenliktir. İnsan öğesi, belli bir toprak parçası üstünde yaşayan, devleti kuran ve onun varlık nedeni olan belirli bazı niteliklere kavuşmuş bir insan topluluğu anlamında ele alınmalıdır. Günümüzde bu topluluk ulus, topluluğun sürekli yurdu ülke, oluşturduğu devlet de ulusal devletle eşanlamlıdır. Doğal (coğrafi) ya da yapay (bir anlaşma ile çizilmiş) sınırlarla komşularından ayrılan ülke kapsamına toprak altı, toprak üstündeki hava tabakası, varsa ülkeyi çeviren deniz (karasuları) ve kıyılar girer. Toprak altı sınırsız olarak, hava tabakası ve denizler ise uluslararası antlaşma ve geleneklerle belirlendiği ölçüde o ülkenin varlığı sayılır. Belirli bir yurttan yoksun olan bir toplum devlet kuramaz. Ülke toprakları ve ulusla birlikte egemenlik de devletin bölünmez ye devredilmez parçasıdır. Egemenlik devletin hukuksal düzenini belirleyen en yüksek otorite ve üstün iradedir. Başka devletlerle olan ilişkilerde bağımsızlık biçiminde ortaya çıkar. Devletler hukuku açısından bağımsız olmak, öncelikle öteki devletlerle eşit olmayı gerektirir. Bağımsızlık, bir devletin başka devletlerden emir almaması ve onları iç egemenlik haklarına karıştırmaması hak ve yükümlülüğünü kapsar.

Devlet düzeninin öteki örgütlü toplulukların düzeninden farkı, toplum içindeki bütün öteki düzenleri de bağlaması ve hükümetle temsil edilen, üstün bir merkezi otoritenin eliyle işleyen, gerektiğinde jandarma ve polis gücüyle maddi zora başvurarak gerçekleştirilen hukuksal bir düzene dayanmasıdır. Başka deyişle uygarlığa geçiş, artık üretiminin gelişmesi ve toplumsal katmanlaşmanın derinleşmesi temelinde, önce Eski Mısır ve Mezopotamya'da, İÖ 3000 dolayında gerçekleşti. İlkçağ devletlerinin bu ilk kuşağına, bir tapınak-sarayda yoğunlaşan rahipler aristokrasisi damgasını vurdu. Batı'da ise devletin kökeni Eski Yunan kent-devletine (polis) dayanır. En eski devlet kuramcıları sayılan Platon ve Aristoteles'e göre devlet, bütün bir insan topluluğunun siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik gereksinmelerine en iyi yanıt verebilecek, böylelikle daha iyi bir yaşamı gerçekleştirebilecek tek örgütlenme biçimidir. Toplumun uyum içinde bir arada yaşaması için gerekli olan devletin ideal biçimi, Platon'a göre bilge kralların yönettiği devlet, Aristoteles'e göre de kent-devletiydi. Her iki düşünür de yönetenlerin niceliğinden hareketle devletleri kişiler (monarşi), gruplar (oligarşi) ve bütün yurttaşlarca (demokrasi) yönetilenler biçiminde sınıflandırıyordu. Eski Yunan kent-devletlerinin gelişimi de benzer bir yol izledi. Farklı kent-devletlerinde farklı zamanlarda kurulan küçük krallıkların ardından askeri aristokrasiler ve plutokrasiler geldi. Kentlerde aristok-ratik, plutokratik ve demokratik hizipler arasında çatışmalar ortaya çıktı. Atina demokrasinin, Sparta da aristokrasinin kale-siyken, aralarında çıkan Peloponnesos Savaşları (İÖ 431-404) sonunda kent-devleti sistemi bir bütün olarak zayıfladı. Büyük İskender'in kurduğu imparatorluk içinde önemini yitiren kent-devleti, bu imparatorluğun dağılmasıyla ortaya çıkan krallıklar döneminde de eski konumuna kavuşamadı. Roma İmparatorluğu'nun yükselmesiyle birlikte, yalnızca Yunan kent devletleri değil, bütün Yunanistan Roma egemenliğine girdi.

Roma İmparatorluğu'nun evrenselliği devlet anlayışının da değişmesine yol açtı. Eski Yunan'm devlet anlayışı, çağdaş devletten çok, günümüzde genellikle ortak dil, kültür ve tarihi paylaşan insan topluluğu biçiminde tanımlanan ulus kavramına yaklaşıyordu. Bütün yurttaşların hak ve yetkilerini belirleyen hukuksal bir düzen olan res publica'yı temel alan Roma devlet anlayışı ise çağdaş devlet anlayışına daha yakındı.

Romalı düşünür Cicero, amacı daha iyi bir yaşamı gerçekleştirmek olan devleti, yasalarla bir arada duran insan topluluğu biçiminde tanımladı. Hıristiyanlık öncesi bu dönemde devlete dindışı bir ahlaksal temel sağlama kaygısıyla devletin temelinin yasalar olduğunu öne sürdü.

Hıristiyanlığın, doğuşundan ancak 300 yıl sonra Roma/da kabul edilmesi, öte yandan Batı Roma İmparatorluğu çöktükten sonra da, Karanlık Çağlar boyunca kilisenin ayakta kalmasıyla, Batı'da çağlar boyu sürecek olan kilise-devlet çatışmasının da tohumlan atıldı. Aziz Augustinus'a göre devletin işlevi, temelde kötü olan bu dünyada düzeni sağlamaktı; bu da ancak kilisenin ruhani önderliğiyle gerçekleşebilirdi.

Ortaçağda uzun süre gözardı edilen devlet düşüncesi. Kilise Babalan'nın katkısıyla yeniden önem kazandı. Salisbury'li John Roma'nın merkezi devlet anlayışını savunurken, Aquinö'lu Aziz Tommaso, kent-devletinin en yetkin topluluk olduğu konusunda eski Yunan düşünürleriyle ayriı görüşteydi. Devletin amacını toplumun ortak çıkarlarını gözetmek biçiminde tanımlayan Tommaso'nun çağdaş devlet düşüncesine temel katkısı, devleti yönetenlerin güçlerini yönetilenlerden aldıkları yolundaki görüşü oldu. Toplumsal alandaki tutuculuğuna karşın, bir hükümdarın ancak gücünü halktan aldığı ve bu gücü doğru bir biçimde kullandığı sürece meşru sayılabileceği yolundaki görüşleriyle çağdaş hukuk devleti kuramına da öncülük etti. Tommaso'ya göre yönetenler barışı, insan yaşamını ve devleti korumakla yükümlüydü. Ortaçağda, antik Batı uygarlığı çökerken, devletin amacı, hukukun üstünlüğü ve sorumlu iktidar gibi Yunan-Roma kavramları Hıristiyan düşüncesine uyarlanmış biçimleriyle varlıklarını sürdürdü.

Avrupa'daki bütün kurumların imparatorluk ve kilise arasındaki çekişmelerle zayıfladığı, feodalizmin çözülme sürecine girdiği 14. yüzyılın başlarında Dante, De monar-chia (y. 1313; Monarşi Üzerine) adlı yapıtında evrensel barışın ancak dünyevi bir "monarşi" tarafından sağlanabileceğini ye hükümdarın gücünü papa aracılığıyla değil, doğrudan Tann'dan aldığını öne sürdü. Dante'ye göre, uygarlığın amacı insanlığın potansiyelinin gerçekleşmesiyse, monarşi de bu amaca ulaşmada gerekli bir araçtı. Dolayısıyla Kutsal Röma-Germen İmparatorluğu kamu yararına hizmet etmekteydi.

Ortaçağ ve Rönesans'ta devletler hemen her zaman kendilerinin üzerinde bir dinsel otoriteyle birlikte var oldular. Çağdaş devlet kavramı ise 16. yüzyılda ortaya çıktı. Niccolö Machiavelli, Jean Bodin, Thomas Hobbes ve başka bazı düşünürler merkezi devletlerin ortaya çıktığı bu dönemde kiliseye karşı laik devleti savunurken, ulus ve devlet kavramlarının da ilk çağdaş tartışmasını başlattılar. Bütün siyaset felsefesiyle devlet anlayışının laikleşmesine yol açan Floransalı Niccolö Machiavelli, devletin her türlü ahlaksal kaygıdan uzak, kendi kurallarını kendi koyan güçlü bir hükümdarca yönetilmesi gerektiğini, en yüce amaçlar olan devletin güvenliği ye genişlemesinin ancak böylelikle sağlanabileceğini savundu.

Machiavelli'nin çağdaşı Fransız Jean Bodin de toplumsal istikrarı sağlayacak tek gücün merkezi devlet olduğunu öne sürmekle birlikte, gücün tek başına hükümdar yaratmaya yetmeyeceği görüşündeydi. İktidar sürekli olmalıydı ve süreklilik de ancak toplumun ahlaksal değerlerine uygun davranan hükümdarlarca sağlanabilirdi. Bodin'in verasete dayanan bu süreklilik anlayışı, krallığın ilahi bir hak olduğu biçimindeki öğretinin de habercisiydi.

Yasaların gücü değil, gücün yasaları doğurduğu görüşünden yola çıkan 17. yüzyıl düşünürü Thomas Hobbes, çıkarları her zaman çatışan insanların doğal koşullarda kendilerini savunmak için birbirlerini öldüreceklerini öne sürdü. Dolayısıyla kişisel güçlerini "Leviathan"a devreden insanlar için güvenliğin bedeli, bir toplumsal sözleşmeyle tek bir merkezi otoriteye bağlanmak, bir devlet içinde ve onun egemenliği altında yaşamaktı.

Bu sözleşme kuramı, 17. yüzyılın sonlarında John Locke ve Jean Jacques Rousseau ile yeni bir anlam kazandı. Locke, sözleşmenin iki tarafı da bağlayacağını, dolayısıyla devletin otoritesinin sınırsız olmadığını savundu. Devlet yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi temel doğal haklarının korunması için bir araya gelen ve kendilerinden üstün bir otoriteye, devlete bağlanan insanların güvenliklerini sağlamalı, kamu yararını korumalıydı. Löcke'la birlikte meşruiyet kavramı da yeniden öne çıktı. Yönetim biçimi ne olursa olsun, devletler yasalarla yönetilmeli, inanç özgürlüğü ve mülkiyete saygı gösterilmeli, kısacası yönetenler yönetilenlere karşı sorumlu olmalıydı. Böylelikle Locke toplumsal görüşlerinin tutuculuğuna karşın, liberal devlet anlayışının gelişiminde öncü bir rol oynadı.

Jean-Jacques Rousseau ise devletin ve hükümdarın gücünün Tanrı'dan değil, geneli iradeden kaynaklandığını öne sürdü. Ona göre asıl egemen olan ulustu ve hukuki aslında yönetilen halkın iradesinden başkal bir şey değildi. Bir noktada Platon'danı etkilenen düşünür, devleti insanlığın ahlaklı sal gelişimini en iyi biçimde gerçekleştire bilmesine olanak veren bir ortam olarak değerlendiriyordu. Hobbes'un tersine insafı doğasının iyi olduğuna, ama kişisel çıkarların kaçınılmaz olarak çatışacağına inanıyor; sağlıklı bir devletin, toplumsal sözleşmeye uyduğu ve kamu yararını gözettiği ölçüde var olabileceğini düşünüyordu.

16-18. yüzyıllarda Avrupa'nın egemeni devlet biçimi olan mutlak krallıklar içinde! giderek karmaşıklaşan yönetim, geniş biri merkezi bürokrasinin de ortaya çıkmasına] yol açtı. Farklı devlet biçimlerini, hukuk ve uygarlıkları inceleyen 18. yüzyıl düşünürü Montesquieu, devletin yasama, yürütme ve] yargı erkleri arasındaki güçler ayrılığını vurguladı. Burke ise halk egemenliği adına] geçmişin mirası oları değerlerin yok edile-] bilmesi tehlikesine karşı, meşru ve sorumlu] olmanın yanı sıra güçlü olan merkezi devleti savundu.

18. yüzyıl sonlarında Batı'da bir yandan serbest ticarete dayalı kapitalist ekonomi çerçevesinde gelişen liberal siyaset felsefesi ve anayasal devlet anlayışı egemen olurken, bir yandan da merkezi devlete karşı görüşler ortaya çıktı. William Godvvin, Pierre Joseph Proudhon, Mihail Bakunin ve Pyotr Kropotkin devletin varlığına tümüyle karşı çıkan anarşizmin temsilcileri oldular.

19. yüzyılın yararcı düşünürü Jeremy Bentham toplumsal sözleşme, kamu yaran, genel irade gibi kavramların gerçekçi olmadığını, devletlerin ancak ne kadar çok sayıda insanı ne kadar çok mutlu ettiklerine bakılarak yargilanabileceklerini savundu, Benthamcı mutluluk kavramından yola çı kan James Mill ise, aydın bir seçmen kitlesinin iyi bir devlet yaratmaya, laissezfaire'ci (bırakınız yapsınlar) ekonominin de toplumsal uyum ve dengeyi sağlamaya yeteceğine inanıyordu.

Milliyetçiliğin ve ulusal devletlerin hızla geliştiği 19. yüzyılda, sivil toplumla devleti bütünleştirme çabası içinde olan Alman! düşünürü G.W.F. Hegel devleti siyasal! örgütlenmenin en yüksek biçimi olarak tanımladı. Hegel için evrenselliği temsil eden devlet özgürlüğün somutlaşmış biçimiydi; birey gerçek özgürlüğüne ancak devlet içinde kavuşabilirdi. Ona göre zamanının en yüce devleti de Prusya'ydı.

Hegel'in devrimci düşünürler üzerinde etkisi büyük oldu. Onun "baş aşağı duran" diyalektik yöntemini "ayakları üzerine oturtan" Karl Marx ve Friedrich Engels, tarihin itici gücünü sınıflar arasındaki çatışmanın oluşturduğu kuramından hareketle, devleti yeni bir yorumla ele aldılar. Marx ve Engels'e göre feodalizmden bu yana her zaman bütün topluma ait bir kurum olarak görülmüş olan devlet, aslında her dönemde egemen sınıfın baskı ve denetim aygıtı olmuştu. Var olan üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin sürmesini sağlamakla yükümlü olan devlet, sınıflar arası çatışmaların egemen sınıf lehine sonuçlandırmaya çalışan bir araçtı. Sınıfsız bir topluma ulaşıldığında gerçekten bütün topluma ait duruma gelen devlet, varlık nedeni ortadan kalkacağı için sönüp gidecekti. Lenin'in devlet anlayışı bu kuramın Sovyet Devrimi pratiğine uygulanarak proletarya diktatörlüğünün vurgulandığı bir biçimini yansıtır.

Çağdaş Marksistler arasında György Lukacs, Herbert Marcuse ve Antonio Grams yer alır.

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Sakarya Müzesi
2 yıl önce

koku şişeleri ile metal ve cam ürünler bulunur. Osmanlı Devleti ve Türkiye'nin etnografik öğeleri arasında silahlar, bakır aletler, pullar ve nakışlar,...

Devlet Kuşu (film)
6 yıl önce

yönetmenliğini ise Memduh Ün üstlenmiştir. Film komedinin yanında dram öğeleri de içerir. 1961 yapımı Avare Mustafa filminin yeniden çevrimidir. Bu filmi...

Beylik-Devlet Döneminde Osmanlı Ordusu
2 yıl önce

yapısından kurtulması için düzenli bir devletin niteliği olan askeri, siyasi, iktisadi ve sosyal yapısal öğelerin oluşturulmasını ve geliştirilmesini zorunlu...

İktidar
2 yıl önce

Negatif iktidar; devletin asker ve polis yoluyla toplumu ve bireyi sık sık kontrol ettiği iktidar sistemidir. Pozitif iktidar ise devletin bireye rağmen...

Dağlık Karabağ Cumhuriyeti devlet başkanı
6 yıl önce

Dağlık Karabağ Cumhuriyeti devlet başkanı, 1992 yılında kurulan ancak hiçbir ülke veya uluslararası kuruluş tarafından bağımsızlığı tanınmayan Dağlık Karabağ...

Pop müzik
2 yıl önce

meydana getiren bazı öğeler urban, dans, rock, Latin ve country gibi türlerden ödünç alınsa da bu müzik türünü tanımlayan temel öğeler de vardır: Pop müzik...

Pop Müzik, 1945, Arabesk, Arabesk-Pop Müzik, Elektronik müzik, Göksel, Hip Hop, Melih Kibar, Müzik, Neco, Nil Karaibrahimgil
Ekonomi
2 yıl önce

ekonomiye katkıda bulunur. Tüketim, tasarruf ve yatırım ekonominin çekirdek öğelerindendir ve pazarın dengesini belirler. Ekonominin birincil, ikincil ve üçüncül...

İktisat, Arz, Açık Piyasa İşlemleri, Barter, Bütçe, Ceteris Paribus, Coase Teoremi, Deflasyon, Deflatör, Dezenflasyon, Döviz
Sendika
2 yıl önce

çıkarlarını korumak, sorunlarını çözme amacı ile kurulmuş ekonomik öğeler taşıyan, devlet, siyasi parti ve iktidar örgütlenmelerinden bağımsız örgütlerdir...

Sendika, Sanayi devrimi