Dillerin Oluşumu ile Ilgili Ödev Var Bi Yardım Edin Nolur

misafir - 8 yıl önce
Halkın gerçek bir ürünü olan dil; oturup da bir komisyon tarafından oluşturulmuş bir kültür olgusu veya kavramı değil, halkın dilden dile, nesilden nesile aktardığı bir hazinesi olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu sebeple, bir milletin dili incelendiğinde aslında geçmişten yüklü hikayeler taşıdığı, o milletin yaşayışı hakkında derin bilgiler içerdiği görülebilir ve dilin oluşumu hakkında önemli bilgiler elde edilebilir.

misafir - 8 yıl önce
Ölü diller hakkında bize bilgi veren kaynaklar, tamamen yazılı belgelerden ibarettir. Bu belgeler iki ayrı yazı sistemi göstermektedir: Çivi yazısı ve Hiyeroglif. Çivi yazısı, bilgimizin temelini teşkil eden kil tabletlerin yazıldığı dillerin kullanmış olduğu sistemdir. Hiyeroglif yazısı ise, genellikle taş eserlerdeki, mühürlerdeki ve nadiren de keramik kaplardaki yazıtlarda görülen dilin sistemidir. Anadolu’ ya yazı MÖ 2. binin başlarında Asurlu tüccarlar aracılığı ile gelmiştir. Ve yazılı kaynaklar da ilk bu tarihlerde ortaya çıktığı için daha önceki bin yıllarda Anadolu’da hangi etnik grupların yaşadığı ve hangi dillerin konuşulduğu hakkında doğrudan bir bilgiye sahip değiliz. MÖ 2. bine ait olan Boğazköy kaynaklarına göre MÖ 3. bin yıllarında Orta Anadolu’da Hattice konuşan bir halkın varlığını kabul etmek gerekmektedir. Hattice’nin kaçıncı bin yıla kadar geriye gittiği hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Yazılı kaynaklara göre, Eski Anadolu dillerini iki ayrı bölümde toplamak mümkündür. Birinci bölümde, MÖ 2. binde Anadolu’da yaşamış olan dillerden Hititçe, Luwice (çiviyazılı Luwice metinler ile hiyeroglif ve yazılı dil anıtları, Hiyeroglif Luwicesi), Palaca ve Hurrice yer alır. İkinci bölümde ise MÖ 1. bin yıllarında Anadolu’da yaşamış belli başlı dillerden olan Urartuca, Frigçe, Lidce, Karca, Likçe ve Sidece yer almaktadır. MÖ 2. binden 1. bine yazılı kaynaklar halinde intikal eden ve 1. binde de yaşamını sürdüren tek dil Hiyeroglif Luwicesi (eskiden Hiyeroglif Hititçesi) denilen dildir. Luwice Eski Anadolu’da yaşayan diller arasında ömrü en uzun olan dildir. Anadolu’da şimdiye kadar yapılan kazılar, MÖ 2. bine ait yazılı belge veren iki büyük merkezi meydana çıkarmıştır. Birinci merkez eski Asur tüccarlarına ait, 10.000 Asurca yazılmış belge veren Kültepe, ikincisi ise bu sayının bir misli kadar Hititçe, Palaca, Luwice, Hurca ve Hattice tabletin ele geçtiği Boğazköy’dür. Bunların yanında, Alişar Alaca, Tarsus ve Sultantepe’de de azsayıda tablet bulunmuştur. Kültepe (Kaneş) Karumu’nun II. İskan katından elde edilen tabletler eski Asur tüccarlarının ticaret arşivlerine aittir. Bulunan iş mektupları ve belgeleri sayesinde buluntu tabakalarının tarihlenmesi, Asurlu’ların ticari faliyeti ve Anadolu halkı ile nasıl geçindikleri hakkında bilgi edinilmesini sağlamıştır. Burada edebi metinler gayet azdır. Bu metinlerin yazılmış olduğu sistem, tüccarlarla birlikte ortadan kalkmış ve sonradan eski Babil duktus’unu (yazı biçimi) kendilerine mal eden Hititliler tarafından kullanılmamıştır. Mö 2. bine ait yazılı belge veren ikinci büyük merkez olan Boğazköy ‘de ilk tablet buluntu yeri Büyükkale’nin batı yamacında satıh buluntusu olarak elde edilmişlerdi. Belgelerin konuları bakımından gruplandırmaları da, bize, bulunan arşivlerin yalnız siyasi veya dini mahiyette mi olduğunu, yoksa her türlü mevzuda belge ihtiva eden bir çeşit kitaplık mı olduğuna dair kesin bir belge verememektedir. Boğazköyde İkinci tablet buluntu yeri, Aşağı Şehir’de Büyük Mabed’in doğu magazinidir. Buranın Kültepe’de olduğu gibi, tabletlerin tahta raflarda muhafaza edildiği bir arşiv olduğu anlaşılmaktadır. Her iki buluntu yerinin metin içeriği bakımından farkı yoktur. Üçüncü buluntu yeride, Büyükkalenin batı eteğinde Mabed alanı dışında kalan bir kesimdir. Burada çıkan belgeler ise, “sözlük”ler yani Sümerce ideogramları, bunların Akadça okunuşları ve Hititçe karşılıklarını veren kelime listeleri; bayramlar ve ölüm rituelleri ile ilgili metinlerdir. Boğazköy’deki diğer buluntu yeri, Büyükkale’nin güney kısmında 1931’den 1933 yılına kadar yapılan kazılarda meydana çıkan “A” binasıdır. Tabletlerin, Boğazköy’de Kültepe’de olduğu gibi kaplarda saklandığına dair herhangi bir emare bulunamamıştır. Buna karşılık, tabletler üzerindeki kesif yangın izleri, bunların yanan tahta ile direkt temasta bulunmuş olduğunu, dolayısıyla tahta raflar üzerine sıralanarak muhafaza edilmiş olduklarını belli etmektedir. Metinlerden çiviyazısı belgelerin kil tabletlere yazılmış olmasına rağmen, önemli vesikaların günümüze kadar gelemeyen madeni levhalar üzerine kaydedildiği anlaşılmaktadır. Gene metinlerden çıkardığımıza göre, elimizdeki kil tabletlerden rituelleri ihtiva edenlerin önce tahta müsveddelerinin yazıldığı anlaşılmaktadır. Bunlar sonradan yazılı kalıntılar için daha emin bir şekil olan kil tabletlere geçirilmiştir. Anadolu’nun iklimi dolayısıyla bunlardan hiçbirisi elimize geçmemiş, yalnız “tahta tablet” ve “tahta tablet katibi” terimleri günümüze kadar gelebilmiştir. Hiyeroglif sistemin daha kursiv bir şekline Kargamış’ta bulunmuş bir pithos parçası üzerinde ve Asur’da meydana çıkarılmış kurşun şeridlerde rastlanmıştır. Bu husus bize hiyeroglif yazı sisteminin günlük hayatta da basitleştirilerek kullanıldığını göstermekte ve Mısır Hiyeroglif anıtları yanında, gündelik yazışmaların sistemi olan hieratik ve demotik yazıları hatırlatmaktadır. Yalnız aralarındaki fark , yazıldıkları dillerin birbirlerine benzemeyen tabiatı ve Anadolu’daki sistemin, Mısır’dakine nazaran resim-yazı’dan daha da uzaklaşarak stilize hale gelmiş olmasıdır. Anadolu’da görülen Hiyeroglif yazısının dili, ilk defa Hititçe olarak vasıflandırılmıştır. Fakat daha sonra bu dilin luwice’ye daha çok benzediği görülmüş ve “Hiyeroglif Luwicesi” terimleri üzerinde durulmaya başlanmıştır. Mısır Hiyeroglifleri’nde ve Babil çiviyazısında olduğu gibi, bu yazıda şu üç elemandan oluşur: İdeogramlar, fonetik işaretler ve pre- ve postdeteminatif’ler. Anadolu dil grubuna dahil edilen diller, Likçe ve Lidce hariç çiviyazısını kullanmışlardır. Hint-Avrupa dillerinin Anadolu grubu Hititçe, Palaca, Luwice, Hiyeroglif luwicesi, Lidce ve Likçe’den meydana gelmektedir. MÖ 1400 ile 1190 yılları arasındaki İmparatorluk dönemine ait ilk örnekleri de bulunan Hiyeroglif Luwicesi, MÖ 1200 ile 700 yılları arasına tarihlenen ve esas olarak Güney Anadolu ve Kuzey Suriye’den sağlanan dağınık yazıtlar ve mühürler üzerinde bulunmuştur. Likçe ve lidce ise, MÖ 600 ile 200 yılları arasında yer alan alfabetik yazı niteliğindeki metinlerden bilinmektedirler. Güney Anadolu''''da ko’uşulmuş olan Karca’yı da Sidece gibi az sayıda örnekleri belgelenmiş olan Pamphilya ve Psidia dilleri ile birlikte bu listeye eklemek yerinde olur. Doğuda Van Gölü civarında MÖ III. ve II. bin yılın Hurca’sının yerini, MÖ I. binyılda kendisine akraba olan Urartu dili aldı. Bu dillerin her ikisi de, kesinlikle Hint-Avrupalı değildir Hatti dili Hitit çiviyazılı metinlerde Hattili olarak görülmektedir. Hatti dili, Kızılırmak kavisinde ve daha kuzey bölgelerde konuşulan substratum dillerinden bir tanesidir. Hint-Avrupalı Hititlerin gelişinden önce burda yaşayan dil, Hatti dili idi. Hitit metinlerinde, Hititli katipler tarafından yazılmış Hatti dili ile ilgili bölümler bulunmaktadır ve bunlar daha çok dinle ilgili konuları içermektedir, yani ritüeller, büyüler, ilahiler, münacatlar ve mitoslardan meydana gelmektedir. Yeni Hitit devleti (MÖ 1400-1190) süresince Hatti dilinin ölü bir dil olduğu belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Hatti dili bir Hint-Avrupa dili değildir. Yapısında ve işleyişinde, prefix’lere geniş çapta yer veren bu dilin de akrabaları bulunamamış ve bu da Sümerce, Kassit dili, Elamca, Hurca ve Urartuca gibi izole bir dil olarak kalmıştır. Hititçe’de ve Palaca’da Hatti etkisi görülür ancak Luwice’de görülmez. Buna sebep, Kızılırmak kavsi içinde konuşulmuş olduğu sanılan Hatti dilinin güneyde kalan Luwi bölgesi ile olan coğrafi uzaklığı olsa gerektir. Hitit dili Boğazköy-Hattuşa devlet arşivinde korunmuş olan yaklaşık 25.000 tablet ve tablet parçacıklarından bilinmektedir. Hitit dili çiviyazılı metinlerde Nesili / Nasili veya Nesumnili "Neşa kentinin dili” olarak kendini göstermektedir. Hitit dili ile ilgili ilk dilbilimsel veriler, MÖ 1900 ve 1720 yılları arasında Anadolu’da özellikle, Kayseri yakınlarındaki Kültepe Karumu’nda yaşayan Asurlu tüccarların, Asurca’nın eski lehçesinde yazılmış ticari belgelerinde rastlanan bazı terimlerinde ve özel isimlerde bulunmaktadır. Hitit çiviyazılı tabletler, Hititlerin başkenti Boğazköy-Hattuşa’dan başka yerlerde nadiren ele geçmektedir. Başka bölgelerden, yani Tarsus, Alalah, Ugarit ve Amarna’dan dağınık örnekler bulunmuştur. Metinlerin çoğunluğu, kehanetler, ilahiler, dualar, söylenceler, ritüeller ve bayramlar gibi dini konularla ilgili olmasına rağmen, bu arşivler, tarihi, politik, yönetimle ilgili edebi ve yasal özellikteki konularla da ilgilidir. Çiviyazısının, MÖ 1650’den hemen sonra, Eski Hitit Devleti’nin ilk yılları süresince Suriyeli katiplerin, Suriye ve yakın çevresinden Hitit başkentine gelmeleri sonucu Anadolu’ya geçtiği de söylenebilir. Yabancı devletlerle yapılan anlaşma ve yazışmalar için Akadça, bu dönemin yazışma ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır. Hititçe çiviyazısı asyro-babilonik veya Akad çiviyazısının bir türevidir. Ve onlar gibi bünyesinde üç cins işaret bulunmaktadır. Bunlar, hiyeroglif yazısında değindiğimiz fonetik işaretler, ideogramlar ve determinatif’lerdir.

misafir - 8 yıl önce
Hitit çiviyazılı belgelerde Palaumnili olarak görülen Palaca, kuzeybatı Anadolu’daki Pala (belki de Grek dönemindeki Blane) bölgesinin dili idi. Eski Hitit Devleti süresince Pala, Luwiya ve Hattuşa, Hitit topraklarının Anadolu’da kalan üç büyük eyaletini oluşturuyordu. Palaca bir Hint-Avrupa dilidir. Pala dili ile ilgili kelimeler, yetersiz olmalarına rağmen, özellikle isim çekim eklerinde, demonstratif ve relatif formlarda, enklitik zamirlerde ve fiil sonlarında görülen benzerlikler, Palaca’nın Hititçe ve Luwice’ye yakın akraba olduğunu doğrulamaktadır. Anadolu’nun Güney kıyılarında konuşulmuş olan Luwi dili, üç büyük dönemden –yani Hitit İmparatorluk (MÖ 1400-1190), Geç Hititler (MÖ 1190-700) ve Likçe yazıtlar (MÖ 400-200) – gelen belgelerden bilinmektedirler. Luwi dilinin bu değişik zaman birimlerine ek olarak, yazı sisteminde ve diyalektlerinde de bir farklılaşmaya rastlanmaktadır. Bu fark, kendini yazıda, Mezopotamya kökenli çiviyazısı, Anadolu hiyeroglifleri ve Grekçe’den türemiş olan alfabede göstermektedir. MÖ 15. Ve 14. yüzyıllarda iki ayrı diyalektin, yani alfabetik Likçe’nin habercisi sayılan bir Batı Luwi diyalektinin ve bir de Geç Hitit Şehir Devletleri döneminde kullanılacak olan Hiyeroglif Luwicesi’nin atası olarak kabul edilen Doğu Luwi dialektinin olduğunu gösteren delillere rastlanmıştır. Anadolu hiyeroglif yazı sisteminin uzun bir geçmişi vardır. Hiyeroglifler, bazılarına göre, logografik işaretler içeren ve MÖ 18.-17. yüzyıllara tarihlenen damga mühürlerle başlamıştır. En geç döneme ait metinler ise, MÖ 8. yüzyıla tarihlenmektedir. Bazı araştırmacılarda, bu kadar erken bir başlangıç yerine, MÖ 15. yüzyılı kabul etmek eğilimindedirler. Yazıtların coğrafi yayılış sahası, en batıda Spylus ve Krabel’den, kuzeyde Boğazköy ve Alacahöyük’e, doğuda Malatya, Samsat ve Tell Ahmar’a (Til Barsip), güneyde Rastan ve Hama’ya kadar uzanan genişliktedir. MÖ 14. Ve 15. Yüzyıllar arasında kalan “Karanlık Çağ”da yazı, basit başlangıcından çıkıp logogramlar, hece değerleri ve yardımcı işaretlerle birlikte tam olarak gelişmiş bir yazı sistemine doğru tapınakta, orduda, diğer yasal organlarda, kaya yazıtları, mühürler ve tahta tabletler üzerinde kullanılmaktaydı. İmparatorluk dönemine ait Halep yazıtları, Luwi dilinin tartışmalı bir sorun olduğunu yansıtırlarsa da, Geç Hitit yazıtlarının Luwi dilinde yazılmış olduğu belli olmaktadır. Hurri dili Hitit metinlerinde Hurlili olarak geçmektedir. MÖ III. bin yılın son yüzyıllarında Hurriler, coğrafi olarak Kuzey Mezopotamya ovasına ait olan Mardin bölgesinde bulunuyorlardı. Bu semitik ve Hint-Avrupalı olmayan etnik grubun, Doğu Anadolu Dağlarını aşarak Anadolu’ya gelmiş oldukları genellikle kabul edilen bir görüştür. MÖ II. bin yılın başlarında Hurriler, Güney Anadolu ve Kuzey Mezopotamya’ya dalgalar halinde yayıldılar. Daha sonra, MÖ 1500-1400 yılları arasında kalan “Karanlık Çağ” da, Kilikya, Toros ve Anti-Toros (MÖ II. bin metinlerindeki Kizzuwatna) bölgelerine süzülmüş oldukları kabul edilmektedir. Hurca metinler, Urki (MÖ 2300, Mardin bölgesi), Mari (MÖ 18.yüzyıl, Orta Fırat bölgesi), Amarna (MÖ 1400, Mısır), Boğazköy (Hitit İmparatorluk dönemi) ve Ugarit (MÖ 14. yüzyıl, Kuzey Suriye kıyısı) gibi değişik kentlerde bulunmuştur. Mensup olduğu dil ailesi tespit edilmiş değildir. Urartu dili, Hurca’nın geç bir dönemde kullanılan bir diyalekti değildir. Onunla ortak bir atadan gelmesine rağmen, ondan tamamen ayrı bir dildir. MÖ 9. ve 6. yüzyıla kadar geçen zamanda Urartu dili, Van Gölü civarına üstlenmiş, fakat aynı zamanda Modern Rusya’da Transkafkasya’ya, Kuzey İran’a ve zamanında Suriye’nin kuzey bölgelerine kadar da uzanmış olan Urartu Devletinin resmi dili olarak Güneydoğu Anadolu’da kullanılmıştır. Urartu metinleri, Yeni Asur yazısının bir variyantında yazılmışlardır ve daha çok anıtsal yazıtlardan (imar ve sulama faaliyetleri ile ilgili anallar ve adaklardan), tapınakta adanmış olan miğfer, kalkan ve bazı tunç eşyaların üzerindeki küçük yazıtlardan ve birkaç çiviyazılı ekonomik nitelikteki tabletlerden meydana gelmektedir. Urartu dili ve Asurca’da yazılmış olan çift dilli Kelişin, Topzava ve Kevenli yazıtları, dilin anlaşılmasını sağlayacak çok önemli veriler oluşturmaktadırlar. Çiviyazılı Urartu Metinlerine ek olarak, henüz çözümlenmemiş ve hakkında ciddi bir teşebbüsü yansıtacak çalışmalar yapılmamış olan bir yerel hiyeroglif yazısı da vardır. Bu dilinde mesup olduğu dil ailesi tespit edilmemiştir. I. bin yıldaki alfabetik diller ise Frigçe, Lidce, Karca, Likçe ve Sidece’dir. Frig yazıtları ve graffitleri iki kısma ayrılabilir: 1) MÖ 730 ile 450 yılları arasına tarihlenen tipik Frig Alfabesinde yazılmış Eski Frig metinleri, 2) MS I. ve II. yüzyıllara tarihlenen Grek alfabesinde yazılmış epigramlar niteliğindekiYeni Frig yazıtları. Eski Frig metinleri, bir orta ve birde Doğu olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Orta grup metinleri, Midas kenti ve civarında bulunmuştur. Doğu grubu metinleri ise Frigler’in doğuya doğru yayılmış oldukları enuzak alanlarda, örneğin Hattuşa’da, Alacahöyük ve civarında, Tyana’da ele geçen yazıtlarla birlikte Gordion’da bulunmuştur. Frig dilinin Hint-Avrupa özellikleri konusunda kesin bir görüş birliği bulunmaktadır. Frig dili, Hint-Avrupa dil grupları arasında daha çok Grekçe ile alakalı olarak kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra, bazı bilim adamları, Frig dilinin Anadolu ve Balto-Slav dilleri ile ilişkileri olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır. Amerikalı Rodney S. Young, Gordion’da bulunmuş olan yeni verilr ışığında yapmış olduğu çalışmada, Eski Frig alfabesinin Kilikya ve Kuzey Suriye kıyılarında kullanımış olan bir proto-tipe bağımlı olabileceğini öne sürmüştür. Buna karşılık, Frig alfabesinin Grek alfabesinden türemiş olduğunu öne süren eski görüşlerin elimine edilmesine gerek yoktur. Tarihi olarak Frig alfabesinin bir proto-tipten türemiş olması hiçbir problem doğurmamaktadır, çünkü MÖ 8. yüzyılın ikinci süresince bu topraklarında Grek yerleşim yerlerinin varlığı, arkeolojik bulgularla olduğu kadar , Geç Grek tarihi kaynakları ve Asur analları tarafından da fazlası ile tastik edilmiştir. Bununyanı sıra, Fransız dilbilimci Michel Lejeune tarafından ortaya konan Frig alfabesi ile ilgili bazı deliller, bu alfabenin Grek alfabesinden türemiş olduğunu öne süren araştırmacılar için gene delil teşkil etmektedir. Gömüt, adak ve çok sayıda graffitiden meydana gelen Lidce metin ve yazıtlar, yaklaşık 70 civarındadır. İki küçük çift dilli, Grekçe-Lidce ve Aramca-Lidce olarak yazılmış olan metinler, araştırmalar için büyük yararlar sağlamışlardır. Lidce metinlerin yaklaşık on kadarı MÖ 7. Ve 6. yüzyıllara kadar tarihlenebilmekte, fakat pek çoğu MÖ 4. Yüzyıldan gelmektedir. Lidya alfabesi bir Doğu Grek alfabesinden türemiştir. Grek alfabesindeki fazla sesler, örneğin “ks, ps ve ds” gibi, özel Lidce sesler için kullanılmıştır. Ayrıca ek işaretlerin bazılarıda, ya Anadolu alfabesinden alınmış ya da serbest bir şekilde yaratılmıştır. Çalışmaların sonucunda Lidce’nin Hint-Avrupa özelliklerine sahip olduğu ve Hititçe ile akraba olduğu ortaya çıkmıştır. Lidce’de Anadolu dillerindeki genel durum olarak, ayrıca bir dişil cinse rastlanmamıştır. Karca yazıtlar yaklaşık yüz kadardır. Bunların büyük bir kısmı, Mısırda bulunmuş graffitilerden oluşmaktadır. Bunlar, MÖ 664-525 yılları arasında yer alan Saiti dönemi Mısır Firavunlarının hizmetinde bulunan Karyalı tüccarlar tarafından orada bırakılmışlardır. Kısa ve küçüktürler. Ayrıca Karya topraklarında da yazıt bulunmuştur. Bunlar diğerlerine oranla çok daha uzun oldukları için önem taşımaktadırlar. Atina’da da Grekçe-Karca küçük bir çift-dilli yazıt bulunmuştur. Karya dilinin Hint-Avrupa dilleri arasında Anadolu dilleri grubunda sınıflandırılabileceği görüşü uygun, fakat henüz kanıtlanmamıştır. Şimdiye kadar bulunmuş Likçe yazıtlar ise 150 kadardır.Yerel bir Likçe alfabede yazılmışlardır. Lidce’de olduğu gibi bir Doğu Grek proto-tipinden değil, Batı Grek proto-tipinden kaynaklanmıştır. Likya sikke yazıtları, MÖ 500 ve yaklaşık olarak 360 yılları arasında bir döneme tarihlenirse de, Likya anıtsal yazı geleneğinin daha uzun dönemlerden itibaren MÖ 3. yüzyıla kadar sürmüş olabileceği düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarla Likçe’nin bir Hint-Avrupa dili olduğu ortaya çıkmıştır. Side dili hakkındaki bilgiler MÖ 5. ve 3. yüzyıllara tarihlenen Side sikkeleri üzerindeki yazılardan ve MÖ 2. ve 3. yüzyıllara tarihlenen ikisi çift dilli beş yazıttan gelmektedir. Side dili özel ve yerel bir niteliğe sahiptir. Grekçe bir niteliğe sahiptir. Grekçe bir proto-tipten ziyade, semitik bir yazı sisteminden türetilmiştir. Grek etkisi, çift dilli yazıtlarda da ortaya çıktığı gibi, hemen hemen hiç yoktur. Side dili hakkında ilk güvenilir çalışma Helmut Th. Bossert tarafından 1950’de gerçekleştirilmiştir. Side dilinde bulunan bir grup işaretin değeri henüz karalaştırılmamıştır. Bunun yanı sra, araştırmalar,metinlerin verimli bir analizi ile dilin sınıflamasını yapabilecek bir aşamaya ulaşamamıştır. KAYNAKÇA . Milattan Önceki Dönemlerde Anadolu Dillerine Toplu Bir Bakış, Alkım Konferansları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1989 . . Dinçol, M. Ali, Eski Anadolu Dillerine Giriş, İTÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1970 . . Alp, Sedat, Hitit Çağında Anadolu, Tübitak yayınları, 2001.

misafir - 8 yıl önce
Dilin Oluşumu Dil, insanların birbirleri ile iletişim kurmakta kullandığı bir kavram olarak anlatılsa da dilin vazifesi bu kadarla sınırlandırılırken, dilin nitelikleri sadece bu tanıma indirgenemez. Halkın gerçek bir ürünü olan dil; oturup da bir komisyon tarafından oluşturulmuş bir kültür olgusu ve/veya kavramı değil, halkın dilden dile, nesilden nesile aktardığı bir hazinesi olarak günümüze kadar çıkagelmiştir. Bu sebeple, bir milletin dili incelendiğinde aslında geçmişten yüklü hikayeler taşıdığı, o milletin yaşayışı hakkında derin bilgiler içerdiği görülebilir ve dilin oluşumu hakkında önemli bilgiler elde edilebilir. Bunu göstermek adına, dilerseniz biraz geçmişe gidelim ve geçmişte bir seyahat edelim. Dilimizin geçmişimiz hakkında nasıl güzel ve somut bilgiler içerdiğine hep beraber bakalım... Dilin manevi bir vatan, bir tarih abidesi ve toplumların kültürleri adına nasıl bir somut olgusu olduğunu hep beraber anlayalım. Hiç ilgilenmemiş olsak bile tarih bilgilerimiz bize atalarımızın hayvancılıkla geçindiği, at üstünde hareketli bir toplum olduğu, Orta Asya’da denizlerden uzak topraklarda yaşadığı konusunda bilgiler verir. Yerleşik hayata çok sonraları geçtiğimiz de hepimizin bilgisi dahilinde olduğu tarihi bir gerçektir. Tüm bu yaşanılanların dilimizde o kadar güzel etkileri vardır ki... Sanırım anlatımda kolaylık olması açısından madde madde sıralamak anlamlı olacaktır. 1. Temel geçim kaynağı: Hayvancılık Hayvancılıkla geçinen atalarımız çok uzun yüzyıllar boyunca tarımla uğraşmamış ve bitkilerle tanışması tarihin daha sonraki devirlerine ertelenmiştir. Göç etmeye başlayınca otluk ve meraları çoktan tükenmiş Orta Asya’dan yola çıkmışlar ve yollarda bilmedikleri bitkilerle karşılaşmışlardır. 2. At üstünde yaşam Vaktinin büyük bir kısmını at üzerinde geçiren, öylesine ki atı da kendisinde bulunan gökteki süt gölünden ruhlandıran (kutlandıran) atalarımız harekete dayalı eylem köklerini tek heceli tutmuşlardır. At ile birbirleri yanından geçerken, savaşırken, birbirleri arasında epey mesafe varken uzun cümlelerle vakit kaybetmek istemeyen atalarımız, “Kır, Vur, Git, Gel, Koş, Yık, Çek, İt, Düş, Eğ, Dik, Sok, Et, Yap, Tut, At” demişlerdir. Latin kökenli dillerin aksine emir kiplerine herhangi bir ek eklememişler, mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalışmışlardır. 3. Maviliklerle ve diğer milletlerle buluşma Denizle oldukça geç tanışan atalarımız, denizcilik terimlerini ve deniz hayvanları isimlerini, kendisi gibi denizle geç tanışan diğer milletler gibi o sırada denizcilikte oldukça gelişmiş olan rumlardan almışlardır. Bu esnada hayvancılıktaki ustalıklarından dolayı ise et ve süte dayalı ürünlerin isimlerini de tüm dünyaya vermişlerdir. Yine dilimizdeki arapça kelime ağırlığı islamiyete geçişimiz hakkında bilgi verirken, edebiyatımızda ve edatlarımızdaki farsça ağırlığı ise farslarla uzun bir müddet edebi anlamda ilişkide olduğumuz bilgisini verir. 4. Kadının önemi Bildiğiniz gibi, kaandan sonra en yetkili kişi ve divanın eş başkanı hatun idi. Hatun, Kaanı öldürtmek dışında her yetkiye sahip idi. (Kaanın hatunu öldürmesi ya da öldürtmesi ayıp karşılandığı için aslında Kaanın da hatuna zarar vermesi mümkün değildi). Üstelik GökTanrı’nın görevlendirdiği ceza veren kötü ilahi varlıklar erkek iken (o kadar ki birisinin adı erliktir), evleri ve namusları koruduğu düşünülen ilahi varlıklar kadın idi. (Hala meleklerin kadın olduğunu düşünmemiz, meleğin bir kadın ismi olması da aslında geçmişimizden bu izi taşır) Benim bu konuda sevdiğim en güzel örnek “Öksüz” idir. Ök, eski Türkçe’de akıl demektir. Anası ölen bir çocuk, kendisine yol gösterici olan kadınsız, yani “Akılsız” kalmıştır. Ana gibi kendisine her daim akıl verecek birinden yoksun kalmıştır...

misafir - 8 yıl önce
Dil, insanların birbirleri ile iletişim kurmakta kullandığı bir kavram olarak anlatılsa da dilin vazifesi bu kadarla sınırlandırılırken, dilin nitelikleri sadece bu tanıma indirgenemez. Halkın gerçek bir ürünü olan dil; oturup da bir komisyon tarafından oluşturulmuş bir kültür olgusu ve/veya kavramı değil, halkın dilden dile, nesilden nesile aktardığı bir hazinesi olarak günümüze kadar çıkagelmiştir. Bu sebeple, bir milletin dili incelendiğinde aslında geçmişten yüklü hikayeler taşıdığı, o milletin yaşayışı hakkında derin bilgiler içerdiği görülebilir ve dilin oluşumu hakkında önemli bilgiler elde edilebilir. Bunu göstermek adına, dilerseniz biraz geçmişe gidelim ve geçmişte bir seyahat edelim. Dilimizin geçmişimiz hakkında nasıl güzel ve somut bilgiler içerdiğine hep beraber bakalım... Dilin manevi bir vatan, bir tarih abidesi ve toplumların kültürleri adına nasıl bir somut olgusu olduğunu hep beraber anlayalım. Hiç ilgilenmemiş olsak bile tarih bilgilerimiz bize atalarımızın hayvancılıkla geçindiği, at üstünde hareketli bir toplum olduğu, Orta Asya�da denizlerden uzak topraklarda yaşadığı konusunda bilgiler verir. Yerleşik hayata çok sonraları geçtiğimiz de hepimizin bilgisi dahilinde olduğu tarihi bir gerçektir. Tüm bu yaşanılanların dilimizde o kadar güzel etkileri vardır ki... Sanırım anlatımda kolaylık olması açısından madde madde sıralamak anlamlı olacaktır. 1. Temel geçim kaynağı: Hayvancılık Hayvancılıkla geçinen atalarımız çok uzun yüzyıllar boyunca tarımla uğraşmamış ve bitkilerle tanışması tarihin daha sonraki devirlerine ertelenmiştir. Göç etmeye başlayınca otluk ve meraları çoktan tükenmiş Orta Asya�dan yola çıkmışlar ve yollarda bilmedikleri bitkilerle karşılaşmışlardır. 2. At üstünde yaşam Vaktinin büyük bir kısmını at üzerinde geçiren, öylesine ki atı da kendisinde bulunan gökteki süt gölünden ruhlandıran (kutlandıran) atalarımız harekete dayalı eylem köklerini tek heceli tutmuşlardır. At ile birbirleri yanından geçerken, savaşırken, birbirleri arasında epey mesafe varken uzun cümlelerle vakit kaybetmek istemeyen atalarımız, "Kır, Vur, Git, Gel, Koş, Yık, Çek, İt, Düş, Eğ, Dik, Sok, Et, Yap, Tut, At" demişlerdir. Latin kökenli dillerin aksine emir kiplerine herhangi bir ek eklememişler, mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalışmışlardır. 3. Maviliklerle ve diğer milletlerle buluşma Denizle oldukça geç tanışan atalarımız, denizcilik terimlerini ve deniz hayvanları isimlerini, kendisi gibi denizle geç tanışan diğer milletler gibi o sırada denizcilikte oldukça gelişmiş olan rumlardan almışlardır. Bu esnada hayvancılıktaki ustalıklarından dolayı ise et ve süte dayalı ürünlerin isimlerini de tüm dünyaya vermişlerdir. Yine dilimizdeki arapça kelime ağırlığı islamiyete geçişimiz hakkında bilgi verirken, edebiyatımızda ve edatlarımızdaki farsça ağırlığı ise farslarla uzun bir müddet edebi anlamda ilişkide olduğumuz bilgisini verir. 4. Kadının önemi Bildiğiniz gibi, kaandan sonra en yetkili kişi ve divanın eş başkanı hatun idi. Hatun, Kaanı öldürtmek dışında her yetkiye sahip idi. (Kaanın hatunu öldürmesi ya da öldürtmesi ayıp karşılandığı için aslında Kaanın da hatuna zarar vermesi mümkün değildi). Üstelik GökTanrı�nın görevlendirdiği ceza veren kötü ilahi varlıklar erkek iken (o kadar ki birisinin adı erliktir), evleri ve namusları koruduğu düşünülen ilahi varlıklar kadın idi. (Hala meleklerin kadın olduğunu düşünmemiz, meleğin bir kadın ismi olması da aslında geçmişimizden bu izi taşır) Benim bu konuda sevdiğim en güzel örnek "Öksüz" idir. Ök, eski Türkçe'de akıl demektir. Anası ölen bir çocuk, kendisine yol gösterici olan kadınsız, yani "Akılsız" kalmıştır. Ana gibi kendisine her daim akıl verecek birinden yoksun kalmıştır...

misafir - 8 yıl önce
bütün diller aslında bir kökenden gelmektedir. çünkü bunun mantığa en uygun bir cvp olduğunu biliyoruz.zira insan denilen warlık çağdaş biliminde kabul ettiği gibi tek bir atadan gelmişse insanla birlikte gelişen dil de tek bir kökenden gelmiştir.

misafir - 8 yıl önce
Halkın gerçek bir ürünü olan dil; oturup da bir komisyon tarafından oluşturulmuş bir kültür olgusu veya kavramı değil, halkın dilden dile, nesilden nesile aktardığı bir hazinesi olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu sebeple, bir milletin dili incelendiğinde aslında geçmişten yüklü hikayeler taşıdığı, o milletin yaşayışı hakkında derin bilgiler içerdiği görülebilir ve dilin oluşumu hakkında önemli bilgiler elde edilebilir.

misafir - 8 yıl önce
Halkın gerçek bir ürünü olan dil; oturup da bir komisyon tarafından oluşturulmuş bir kültür olgusu veya kavramı değil, halkın dilden dile, nesilden nesile aktardığı bir hazinesi olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu sebeple, bir milletin dili incelendiğinde aslında geçmişten yüklü hikayeler taşıdığı, o milletin yaşayışı hakkında derin bilgiler içerdiği görülebilir ve dilin oluşumu hakkında önemli bilgiler elde edilebilir. basem sana

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.