Hurûfî-Bektâşî Inancı

Kısaca: Hurûfî-Bektâşî inancı Hurûfîlik akımı İranlı bir Şiî mutasavvıf olan “Fadl’Allah Ester-Âbâdî” tarafından kuruldu. Helep sınırlarından Batı Anadolu’ya doğru hareket eden “Hurûfîler” Seyyid Nesîmî’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te i’damından sonra Irak’tan Azerbeycan’a, ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurûfîliği yaydılar. Nesîmî’nin Divânı ve menâkıbnâmesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye teşkil etti. Nesîmî, daha Fadl’Allah Yezdânî’nin “Hurûfîlik” mezhebinin ...devamı ☟

Hurufi-Bektaşi inancı Hurufilik akımı İranlı bir Şii mutasavvıf olan “Fadl’Allah Ester-Âbadi” tarafından kuruldu. Helep sınırlarından Batı Anadolu’ya doğru hareket eden “HurufilerSeyyid Nesimi’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te i’damından sonra Irak’tan Azerbeycan’a, ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurufiği yaydılar. Nesimi’nin Divanı ve menakıbnamesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye teşkil etti. Nesimi, daha Fadl’Allah Yezdani’nin “Hurufilik” mezhebinin ortaya çıkmasından beş asır önce yaşayan Hulul ve ilhada yönelik söylemleri nedeniyle de ayni akıbeti paylaşmış olan

Hallac-ı Mansur

’un muıkibi olarak telakki edildi. Aslen İbah’iyyun olan “Hurufiler”, ayni zamanda Mücessime’den olduklarından ötürü Cenab-ı Hak’ı cisim olarak, Batıniliğin esas umdesi olan hulul olan inançları nedeniyle de “Fadl’Allah Hurufi” şeklinde tecelli ettiğine i’tikat ederler.

Hallac-ı Mansur

Bektaşi an’anesine göre Hulul ve ilhad ihtiva eden söylemleri nedeniyle H. 309 / M. 922 yılında zındiklikten i’dam edilen

Hallac-ı Mansur

da “Seyyid Nesimi” ile ortak bir akidenin kurbanı olması sebebiyle “Hurufiler” tarafından yüceltilmektedir. Bu hadise bütün mutasavvıflar tarafından gerek şiir ve edebiyat aleminde bir ıztırap ve acı konusu olarak ve gerekse onun En-el Hak sözünün işaret ettiği Vahdet-i Vücud davasıyla alakalı olan örnekler arasında sıklıkla bahsedilmektedir. Diğer taraftan, Rıfa’iyye Tarikatı Pir Ahmed er-Rıfai ise Hallac’ı yermiş, ve Hallac’ın sözlerini küfriyat olarak nitelendirerek onun evliyalığını dahi şüpheyle karşılamıştı. Ayrıca, H. 904 / M. 1499’da Sultan Hüseyin Baykara tarafından vezirliğe getirilen Emir Kemal’ed-Din Hüseyni, hazırladığı Mecalis’ul-Uşşak adlı eserin bir faslını Hallac’a ayırmıştı. Kabri Bağdad’ın batısında Ma’ruf Kerhi’nin meşhedi yanındadır.

Hurufiliğin ana akaidi

Hurufiler”, Kur'an-ı Kerim üzerinde çok zaman harcamışlardır. İslam’ın resmi sınırlarının dışına çıkmamış görünmek maksadıyla, muhkematı müteşabihatın yerine müteşabihatı da muhkematın yerine koymak suretiyle pekçok huruf ve hesaplamalar yaparak çeşitli te’vil şekilleri icad etmişlerdir. Huruf hakındaki tefsirat-ı Batın’iyye’ye göre: * İnsan yüzündeki hatlar ile hurufatın eşkali arasında bazı alakaların bulunduğu inancı vardır. İnsan vücudundaki her uzuv bir harfe karşılık gelmektedir. Ayrıca, her uzuv kainattaki bir tecellinin misalidir. Örneğin, Cesetsiz ruh olmadığı gibi harfsiz de mana yoktur. Hurufat ise manaların cesedidir. * Arş, zeka ve ruhun yansıdığı cephedir. Cennet, Cehennem, Sırat, Arafat, yer gök, cin, melek ve benzeri herşey de karşılığı olan tek bir harf ile temsil edilir. * Hurufiğin nazariyesine göre insan gözünün biri Cebrail diğeri de Azrail’dir. Cebrail Hazreti Ali’yi, Azrail’de Hazreti Muhammed’i temsil etmektedir. Âdem’in yüzü Vech’ul-Lah’tır. “Kab-ı Kavseyn” ise insanın iki kaşıdır. * Bu ilişkilerden anlam çıkarmak için bazı hesap ve te’viller yapılmaktadır. Örneğin, Kur'an-ı Kerim’de ne kadar “Fadl’Allah” ve “Fazıl” kelimesi varsa hepsi de beklenen Mehdi olan Fadl’Allah Yezdani’ye delalettir. * Nübüvvet yirmi sekiz Huruf-u Cami’dir. Bu nedenle de ümmidir. “Hurufiler” bu yirmi sekiz Arab harfine “Kelime-i Muhammedi adını verirler. Kur'an-ı Kerim Velayet’in Dunun’undan olan Nübüvvet’e özgü olarak yirmi sekiz huruf ile indirilmiştir. Fadl’ul-Lah Yezdani’nin bu harflere eklediği dört harf “g”, “j”, “ç”, “p” ile birlikte oluşan otuz iki harfe ise “Kelime-i Âdemiyye adını verirler. Böylece “Veli” de tam otuz iki hurufa mazhar olmuş olur. * Esrar-ı Huruf’a vakıf olanlar “Zümre-i Naciye” olarak adlandırılan seçkinleri oluştururlar. Bu sınıfa dahil olamayanlar ise hüsranda kalmış olanlardır. * Kur'an-ı Kerim iki kısımdan müteşekkildir. Birinci kısım esrar ve manayı içeren muhkemattır. İkincisinde ise dört huruftan ibaret olan vilayet te onun içine dahildir. Kur'an-ı Kerim, muhkemat, ve surelerin başında anlamları bilinmeyen “Elif-Lam-Mim”, “Elif-Lam-Mim-Sad”, “Elif-Lam-Ra”, “Elif-Lam-Mim-Ra”, “Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad”, “Ta-Ha”, “Ta-Sin-Mim”, “Ta-Sin – Bunlar sana Kur'an’ın ve apaçık bir kitabın ayetleridir.”, “Ya-Sin”, “Sad – Bu öğütle dolu Kur'an’a bak!”, “Ha-Mim”, “Ayn-Sin-Kaf”, “Kaf – Şanlı Kur'an’a andolsun!”, “Nun – Kaleme, ve kalem ehlinin satıra dizdiklerine ve dizecekleri Hakk’iy-Çün!” gibi ya sadece harflerden oluşan ya da başlarında tek harf ihtiva eden müteşabih diye nitelendirilen ayetlerden oluşmaktadır. (Hurufi bu noktada anlaşılması güç birtakım hesaplar yapmak suretiyle herşeyin manasını değiştirerek başka bir hale koyarlar). * Bu yukarıda sıralanan ve Kur'an’daki yirmi dokuz surenin başında yer alan on dört mücerret kelime “Kelam-ı Mahfuz” niteliğinde olup Hurufiğe göre Batıni manalara haizdir. Örneğin, “Ayn-Ali/İlim”, “Mim-Muhammed”, “Nun-Nokta”, “Kaf-Hakk/Allah”, “Hı-Hızır”, “Sin-Arş/28”, “Sad-Salat”, “Lam-Levh” demektir. * Ebced hesabından başka birde “Hesab-ı Cümeli” vardır. Bu hesapta her harf yalnız bir adede karşılık gelir. Daha ayrıntılı Hurufi hesap sistemleriyse “Hesab-ı Tafsili” ve “Cümel-i Kebir” olarak adlandırılır. İslam’ın zahir hükümleri Hurufiler’in gözünde hiç bir değer ifade etmez. Irak Nebti ve Kermatiler ile Suriye Nusayrileri ve İran Şiʿa-i Batın’iyye’si ve bilumum Dürziler bu konuda ortak bir cephe arzetmektedirler.
Noktacılık
Fadl’ul-Lah Yezdani’nin vefatından sonra müridi “Ubeyd’ul-Lah Mahmud” aynen Batın’iyye gibi İbah’iyyun olan “Nokta” mezhebini ortaya çıkardı. Ubeyd’ul-Lah’a göre birçok noktanın birleşmesiyle meydana gelen harfler, manasız birer gölge olup esas olan noktadır. İmam Zeyn el-Âb-ı Din’nin “En-Noktat’ul-İlm’un” sözünün delalet ettiği varsayılan harflerin vücutları mutlaka nokta ile kaimdir. Hatta, “Vücud-u Mutllak” mertebesine delalet etmek maksadıyla İbraniler’in Kabala’sının ikinci kitabı olan Zohar da, Tevrat’ta nakledilmek üzere İbrani alfabesinin en küçük harfi olan “Yu-Jode” yani “Lafz” ile tabir edilmektedir.
Cabbalisme
Yahudi
Cabbalisme
’i Mukaddes Kitab’ın biri zahiri ve öteki batıni iki ayrı manasının bulunduğu esasından yola çıkar. Batıni manası kelimeler ve harflerin deruni manasıdır ki, bunun herkes tarafından anlaşılması mümkün değildir. Hurufilik’te kullanılan “Kelam-ı Mahfuz” (logos endiathetos) ve “Kelam-ı Melfuz” (logos prophorikos) ayrımı bu usulden gelmektedir. Kabalizm etkileri tasavvufa ilk defa “Hakim Tırmizi” aracılığıyla girdi. “Sabii Akımları ve Harraf Mektebi” aracılığıyla Farabi’nin de haberdar olduğu bu “Kabalizm Cereyanları” İhvan’us-Safa Risaleleri üzerinde bir hayli etkili olmuştur. Fakat “Batıniler”, “Hurufiler”, “Nôktaviler”, ve bu vesileyle de “Bektaşiler” üzerindeki tesirleri çok daha fazla olmuştur.
Yahudilik ve Hurufilik
Hurufilik mesleği Yahudilerin Kabal ve “Neveflatuni” akideleriyle şerh ve imaları temeli üzerine inşa edilmiş bir halita demekti. YahudilerinKabala Mezhebi” ile ortaklık arzeden Hurufi talimatının en önemli ana kaynağı İbrahim peygambere ait bir muhaverede aşağıda ana hatları verildiği şekliyle şöyle açıklanmaktadır: * Sifr’in nakline göre bütün kainat Kelam’ul-Lah’ın suret ve timsalidir. Kelam ise İbrani alfebesinde mevcut olan “yirmi iki” harften müteşekkildir. * Munzam olan “On” kadar “Aded-i Asliye” ile birikte toplamı “otuz iki” eder. Allah bütün alemleri bu otuz iki harf ve adetten yaratmıştır. Dolayısıyla Hilkat’in sırını idrak edebilmek için bu yirmi iki harf ile on kadar adedin Esrar ve Havass’ına dikkat etmek gereklidir. Bu harflerin içerdiği önem ise aşağıdaki şu sözlere dikkat etmek suretiyle anlaşılabilir: * Cenab-ı Hak”, “Cenab-ı Rabb’ul-Cüyuş”, İbraniler’in Tanrısı “Hayy’u-Kayyum” ve Sultan-ı Cihan Allah’ur-Rahman’ur-Rahiym”. * “Allah’u-Teala’lem-Yezel”, Yahudiler’in Kabala Mezhebi’nin ana akidesinine göre “Allah’u-Celle-Celale’hu” nam-ı ibtisamını yukarıda sıralanan bu harfler ve adedler aracılığıyla teşkil buyurmuştur.
Sufilik ve Hurufilik
Çoğu sufilerin hurufun çeşitli şekillerine atfedilen sırlara ilgili tefsirleri “Hurufilik” gibi karıncalı i’tikadların zuhur etmesine yönelik teşvikkar yollar açmıştır. Hurufi Mezhebi ile alakalı olan bazı ıstılahat, kendisini mutasavvıf olarak tanıtan şairlerin hemen hemen büyük bir kısmı tarafından kabul gördüğünden yazmış oldukları eserler, hurufata dair pek çok rümuzatla doludur. Sufi Edebiyatının meşhur şairlerinden olan ve Hurufiğe intisap etmeyenlerin dahi huruf ve kelimatın rümuz ve işaretlerinin manalarına değinen birçok şiirleri mevcuttur. Hatta Muhy’id-Din İbn Arabi’nin Şecere-i Numaniyye’si, Şeraf’ed-Din Ahmed Buni’nin Esrar-ı Huruf’u ve bu konuda daha birçok alimlerin sınıflandırmalarından anlaşıldığına göre i’tikaden kendilerinden asla şüphe edilmesi mümkün bile olmayan bazı meşhur mutasavvıfların dahi eserlerinde hurufla ilgili gizemli ifadeler kullanmaktan kendilerini alamadıkları görülmektedir. Mezheben Hurufi olan mutasavvıfanın divanları titizlikle incelenirse bunların muhteviyatlarında hurufa esrar atfeden birçok şiirleri de ihtiva ettikleri anlaşılır. Gerek İran’da ve gerekse Anadolu’da yaşayan Hurufiler arasında “Üsküdarlı Haşım Baba” gibi şairler ortaya koydukları eserler aracılığıyla bu mezhebin etrafa yayılması ve yüceltilmesi için bir hayli hizmet etmişlerdir. Hatta Noktacılığın tesiri altında kaldığı anlaşılan meşhur sufilerden “Seyyid Ali’ul-Hemedani” bile, Vücud-u Mutllak’ı “nokta” tabiriyle zikretmektedir.

Hurufiliğin Bektaşilik üzerindeki etkileri

Anadolu’da 13. Asra damgasını vuran Babailik hareketinin devamı niteliğinde olan ve İran Rafiziliği’nin yayılmasına hizmet eden en büyük tarikat, 14. Asrın sonlarında ortaya çıkan Şiiliğin Hurufilik mezhebinin şiddetli tesirleri altında fa’aliyetlerini sürdüren Bektaşi Tarikatı olmuştu.

Hurufiler’in Hacı Bektaş dervişleri arasına sızması

H. 796 / M. 1394 yılında Hurufilik akımının kurucusu “Fadl’Allah Yezdani” i’dam edilince, başta damadı “Ali’ul-A’la” olmak üzere Hurufiler’in çoğu Kırşehir’deki Hacı Bektaş Dergahı’na sığındılar. Böylece Hurufiği Kırşehir’de Hacı Bektaş Tekkesi’nin yoldaşları arasında Hünkar’ın talimatı diyerek yaymaya başladılar. H. 822 / M. 1419 yılında vefat eden ve kendisini Hacı Bektaş’ın halifesi olarak tanıtan “Ali’ul-A’la” adındaki bu Hurufi-Babasının bütün talimatı günümüzdeki Bektaşi inanışlarıyle tam bir ittihad göstermektedir. Aynı zamanda bu tarikata, “Âşık” adı verilen ellerinde saz ve koltuklarında şarap tulumbaları taşıyan şahsiyetleri getirenler de Hurufiler’dir.
Hurufi – Bektaşiliğin i’tikadi kimliği
Bütün “Şiʿa-i Batın’iyye” kollarında olduğu gibi Bektaşi de kendi içlerinde mürid, baba, dede baba gibi ayrı ayrı rütbelere haiz bazı basamak ve makamlara bölünmüşlerdir. Çeşitli din ve akidelerin serpilmiş tohumlarından pek çok örnekler ihtiva ettiği gibi bir ucu Hind felsefesine dayanan tenasüh ve hulul inanmak ve tüm canlı mahlukata karşı aşırı saygı duyguları beslemek Bektaşiğin ana ilkeleri arasında yer alır. Bektaşi İlahiyatı Vahdet-i Vücudun neff-i vücuda kadar vardığı gibi Hristiyanlık ile de ortak tarafları mevcuttur. İslamiyet’in ruhbaniyet ve keşişliğe şiddetle muhalefet etmesine karşın Bektaşiler de tam aksine evlenmenin aleyhine tavır alır, ve alameti tecrit olarak ta Balım Sultan türbesinin eşiğinde kulakları doldurarak Menkuş takmak en yüksek Tevella ve Teberra’yı ifade eder.
Balkan ve Arnavut Bektaşiliği
Osmanlı İmparatorluğu devrinde Yanya’ya biahare Manastır Vilayeti’ne bağlı olan Avlonya kasabası Anadolu’daki Hacı Bektaş Ocağı’nın Dedebabalarının çoğunu yetiştirmekteydi. Bütün din ve mezheplere kendi kapısını açmış olan Bektaşilik, İslamiyet’in resmi i’tikadını tanımayan çeşitli din ve i’tikad mensuplarını da kendi hudutları içerisine almakta hiçbir sakınca görmemiştir. Geçmişte “Türkiye Bektaşileri” arasında Katolik ve Ortadoksluk gibi Hristiyan dininin mezheplerinden olan Rum ve Ermenilere mensup Canlar, Babalar, Dedebabalar ve hatta zaviye yöneten Hristiyan Bektaşiler’e sıkça rastlanmaktaydı. Anadolu’nun vaktiyle İslam dinine girmemiş olan “Türk Hristiyanları” arasında da pekçok Bektaşileri vardı. Avrupa’daki Bektaşiliğin en çok geliştiği bu çevrelerde İslamiyet duyguları pek zayıf ve gevşek olduğu gibi yaşamış oldukları Hristiyan memleketlerinde mevcut gayr-i İslami batıl i’tikadların çoğunu da paylaşmaktadırlar. Toska Arnavutları’ın önemli bir kesimi mezheben Caferiyye Şiiliği’nden olup tarikaten ise Bektaşi’dirler.

Hurufi – Bektaşiliğin “Batıniler” ile ortak yanları

Bektaşiğin bütün an’anesi Bedr’iyye, Kalender’iyye, ve diğer “Şiʿa-i Batın’iyye” mezhepleriyle ortak bir cephe arzetmektedir. Fadl’Allah Hurufi’nin Bektaşi öğretisi içine yerleştirmeyi başardığı akaidin hakim olduğu yörelerde vaktiyle Şeyh Halife ve Hasan Cevri’nin müridleriyle diğer Şii-Babalar tarafından serpiştirilmiş birçok i’tikatlar mevcuttu. “Bektaşilik TarikatıHurufi tesirlerine maruz kaldıktan sonra, Hurufiğin inanış ve kuramları hakkındaki esasları içeren Fadl’Allah Yezdani’nin Cavidanname’si, Şeyh Safi’nin Hakikatname’si, Ali’ul-A’la’nın Mahşername’si, Emir Gıyas’ed-Din’in Üstüvaname’si, Frişte Oğlu’nun Ahiretname’si ve yine bu konuda yazılmış olan Aşıkname, Hidayetname, Mukaddeme’t-ul-Hakayık, Muharremname-i Seyyid İshak, Nihayetname, Turabname, Miftah’ul-Gayb, Tuhfet’ul-Uşşak, Risale-i Nokta, Risale-i Huruf, Risale-i Fazl’ul-Lah, ve Viran Abdal risalesi gibi eserler Bektaşi canlarının üstadları tarafından hürmetle eller üstünde tutulmaktadır.
“Hand Hasan” ve Elemut Batınileri tarafından İslami ibadetlerin ilgası
Hicri 559 yılının Ramazan Ayı’nın On Yedinci günü 8 Ağustos 1164 tarihinde “Kıyam-ı Kıyamet” adıyla anılan günde “Hand HasanElemut – Belde’t-ul’İkbal’de yapılan büyük merasimde bütün dini tekliflerin tamamiyle ilga edildiğini ilan etti. Verdiği beyanatta: “Ben İmam-ı Zaman’ım, emir ve neyh’e ait ne kadar tekalif mevcutsa hepsini lağvettim. Halk Batınen hüdaya merbut kalmalı, Zahirde ise tamamen hürdür.” Kur'an-ı Kerim’de anlaşılan mana zahiri değil batınidir. Böylece, “Batıniler” bütün dini kayitleri ve hatta içtimai yükümlülükleri dahi istinasız kaldırıp atmışlardır. Bu husustaki “Melahide-i Batın’iyye” i’tikatı bütün “HurufiBektaşiler” tarafından da aynen paylaşılmaktadır. Hurufilik’te ise sadece haftada iki rek’at Cuma Namazı farzı kabul edildikten sonra geri kalan diğer ibadet hükümlerinin tamamı ve bütün İslami mevzuatlar lağvedilmiştir.
“Fahr’ed-Din-i Acemi” ve Hurufi-Batıniler’in Edirne’de ateşe atılmaları
Hurufi, Dokuzuncu Hicri asır / On Beşinci Miladi yüzyılda çok sıkı bir takibata maruz kaldılar. Osmanlı hudutları içerisine İran’dan, Hind’den ve Türkistan’dan bazı tuhaf akideler taşıyan dervişlerin girmesi üzerine, hükumet bu garip kılıklı ecnebiler aleyhinde soruşturma başlatmak zorunda kalmıştı. Çelebi Mehmed ve Sultan Koca Murad Sani devirlerinde süregelen batıni telkinlerin tortuları bu yüzyılda tekrar hareketlenmeğe başlamışlardı. “Şekayık” müellifi İbn-i Hallikan’nın naklettiğine göre “Fahr’ed-Din-i Acemi Acemi” küfr ve ilhad suçlamasıyla Edirne’de canlı canlı yakılarak ölüme mahkum olan Hurufiler’in ateşlerini tutuşturmaya çalışırken bu arada kendi sakalını da dağlamıştı.

Bektaşi i'tikadının oluşum sürecinde geçirdiği evreler


Kaynaklar

Vikipedi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.