Kimyanın Tarihi

Kısaca: Yüzyilimizda gerek doğa bilimleri gerekse uygulamalı bilimler arasinda, uygarliği en derinden etkileyen ugrasi alanlari içinde sayilabilen kimya, insan topluluklarinin toplumlasma süreçleriyle yasittir. Bu bağlamda akla gelebilen "Ilk kimyaci kimdir?" sorusunun yaniti, "Atesi kullanan ilk kisidir!.. ...devamı ☟

Yüzyilimizda gerek doğa bilimleri gerekse uygulamalı bilimler arasinda, uygarliği en derinden etkileyen ugrasi alanlari içinde sayilabilen kimya, insan topluluklarinin toplumlasma süreçleriyle yasittir. Bu bağlamda akla gelebilen "Ilk kimyaci kimdir?" sorusunun yaniti, "Atesi kullanan ilk kisidir!.." olabilir. Bu kisiyi; mitolojiden esinlenerek, atesi tanrilardan çalip insanlara armagan eden Prometheus olarak adlandirmak ya da antropolojiye dayanarak, günümüzden yaklasik 1,5 milyon yil önce taslardan ocak kurup asini pisiren bir Homo Erektus olarak saptamak size kalmistir.

"Fiziksel evrende yer alan ya da alabilecek maddelerin temel yapilarini, bilesimlerini, dönüsümlerini, çözümleme, biresim ve büyük ölçekli üretim yöntemlerini arastiran bilim" olarak tanimlayabilecegimiz kimya; kavramlari ve yöntemleri ile meteorolojiden kozmolojiye, psikolojiden paleontolojiye, felsefeden müzige tüm insan ugrasilari içinde raslanabilen bir yayginlik kazanmistir.

Ilkçag Kimyasi

Kimya sözcügünün kökeni kesin olarak bilinmemekle birlikte Misir'in yerli halki olan Kopt'larin dilinde "Kara toprak" anlamina gelen "Khema" ya da "Khemeia" dan türedigi sanilmaktadir. Bir baska görüse göre Yunanca "Khyima" yani "Metal dökümü" sözcügünden gelmektedir.

Ancak; ateşin kullanilisinin günümüzden 1,5 milyon yil öncesine uzandigi, mineral boyalarin kozmetik amaçli kullaniminin 50.000 yil, seramik firinlarinin 30.000 yil önce bilindigi göz önüne alinirsa kimyanin ilgi alani içine giren ugrasilar, yazinin bulunusuna bagladigimiz tarih çaglarindan çok daha önceden beri varolmuslardir.

Gerek rahat ve güvenli yasama dürtüsü gerekse dogayi ve yasami kavrama dürtüsünün insanoglunda gelistirdigi dogayi anlama ve degistirme etkinligi, zaman içinde ortaya çikan ilk uygarliklarda görgül bilgilerle çesitli ürünlerin elde edilmesini saglamistir. Özellikle Mezopotamya, Nil, Indüs, Sariirmak gibi büyük akarsu havzalarinda konuslanmis toplumlardaki teknik üretimler, az çok birbirine benzemekte ve asagi yukari ayni tarih dilimi içinde yer almaktadirlar. Arkeolojik kayitlarla tarihlendirilmis olan bu üretimlerin belli baslilari söyle siralanabilir:

Cam Üretimi ve Isleme

Eski Mısır uygarliginda, I.Ö.3400 tarihinde yapilmis cam boncuklar, I.Ö.1400 den cam vazolar bulunmustur. Sodyum bikarbonat (NaHCO3) ve Sodyum sülfat (Na2SO4) içeren yeralti sularinin yüzeye çikip buharlastiktan sonra toplanan mineraller karisimi, sodyumun karbonat, bikarbonat, sülfat ve klorür tuzlarindan olusmaktaydi. "Natron" adi verilen bu karisimin kuvars (SiO2) ile isitilmasi, ilk cam örneklerini olusturmustur. Kum (SiO2), Kireç (CaO) ve Malahit’in (CuCO3.Cu(OH)2) yaklasik 800 dereceye isitilmasi ile elde edilen "Misir mavisi" (CaO.CuO.4SiO2) ilk kullanilan renkli pigmentlerdendir. Seramik ve cam malzemede sir olarak çesitli mineraller ve metal bilesikleri kullanilmistir. Bunlardan, Kalay oksit (SnO) beyaz, Kobalt tuzlari koyu mavi, Bakir tuzlari açik mavi, Realgar (AsS) turuncu, Orpimen (As2S3) ve Sfalerit (ZnS) sari, Pirolusit (MnO2) siyah, Hematit (Fe3O4) kizil kahverengi sirlari olusturmuslardir.

Degerli Taslar

Mezopotamyadaki Ur kenti kalintilarinda süs esyasi olarak Lapis lazuli (Ultramarin, Laciverttasi) kullanildigi saptanmistir. [1] formülündeki, Lazurit adiyla bilinen bu minerali eski Misir'lilar da kullanmislardir. Degerli tas ve metallerin ender bulunur ve pahali maddeler olmasi, bunlarin taklitlerinin yapilmasi ya da taklitlerinden sakinilmasi için türlü yöntemlerin gelistirilmesini saglamistir. Bu baglamda Bakir çaligi [2], Zencefre (HgS), Sülügen (Pb3O4), Kobalt oksit (CoO), Demir (II)oksit (FeO), Bakir oksitler, balik pullari, sedef kiriklari, dana safrasi, gelincik çiçegi suyu, dut suyu gibi taklit taslarin hammaddeleri sayilabilir.

Metaller ve Madencilik

Bugün Afganistan sinirlari içinde kalan bir bölgede, Malahit (CuCO3.Cu(OH)2) adli mineralinden Bakir elde edilmesi, I.Ö.5000 yillarina kadar uzanmaktadir. En eski Altin, Gümüs, Kursun ve Bakir örnekleri Misir ve Mezopotamya’da I.Ö.4000, Kalay ve Tunç örnekleri I.Ö.3400, Antimon örnekleri I.Ö.2500 tarihlerinden kalmadir. Dogu Karadeniz2deki cevherlerinden Demir elde edilmesi ise I.Ö.1500 ile baslar. Basit kil firinlarda cevherlerin odun kömürüyle indirgenmesi sonucunda çok disikli olarak elde edilen metal, oldukça kötü nitelikliydi. Dökme demir, ancak I.S.II. yüzyilda Çin’de elde edilebilmistir. Genel olarak metal cevherleri önce kavurma islemi ile metal oksitlere dönüstürülüyor, sonra odun kömürüyle indirgenerek metal elde ediliyordu. Eskiden beri bilinen tunç (bronz) ve pirinçten baska, Helenistik dönem kayitlarinda adi sikça geçen bir alasim da, 3 kisim Altin ve 1 kisim Gümüsten yapilan "Asem" ya da "Elektrum" dur. Metallerin üretimi, aritimi ve ariliklarinin sinanmasi için gene bu dönem kaynaklarinda çesitli reçeteler verilmistir.

Mayalama ve Dericilik

Misir uygarliklarinda üzüm, hurma ve palmiye sulari fiçilarda mayalandiktan sonra testilere konuyor ve kaplarin agizlari kara sakiz, kil ya da alçiyla kapatildiktan sonra bekletilerek sarap yapiliyordu. Testilerin üzerine sarabin üretim tarihi de yaziliyordu! Sütten yogurt ve peynir ve serbetçiotundan bira yapimi da biliniyordu. Hayvan derilerinin sepilenmesinde kullanilan maddeler; idrar, hayvan diskisi, mazi özü, sap, mese palamudu, akasya tohumu ve sirkeli demir sülfat (FeSO4) idi. Tabaklanan deriler, bitkisel ve hayvansal boyalarla boyaniyordu.

Ilaçlar

En eski ilaç kitabi, Mezopotamyanin Nippur kenti kalintilarinda bulunmus I.Ö. 3000 yillarindan kaldigi sanilan bir kil tablettir. Burada on iki ilacin hazirlanis tarifleri verilmektedir. Ilaçlarin hazirlanmasinda ögütme, kaynatma, çalkalama, yikama, özütleme, çözme gibi fiziksel yöntemler kullanilmaktadir. Ilaçlarda anorganik mineraller yaninda bitki ve hayvanlarin çesitli kisimlari etkin maddeleri olustururken; su, zeytinyagi, balmumu, keten tohumu yagi, çam terebentini, yün yagi (lanolin) gibi maddeler de tasiyici ortam olarak bulunmaktadir. Ilk uygarliklarda, Striknin içeren Kargabüken özü, Koniin içeren Baldiran özü, Akonitin içeren Kaplanbogan gibi zehirler de bilinmekteydi.

Boyalar ve Kozmetik

Ilkçag uygarliklarinda Coccus Illicis (Kirmiz böcegi) ve Coccus Cacti (Kosenil) adli bitki bitlerinden karmen kirmizisi boyasi, Murex Brandaris adli deniz yumusakçasindan Sur moru adli erguvan renkli hayvansal boyalar elde edilmekteydi. Bitkisel kökenlilerin belli baslilari ise; kina, çivit, safran, mese kabugu, mersin, rezene, ve Rubia Tinctorum (kök boya) dir. Çok çesitli amaçlari karsilamak üzere insanoglunun bedenlerini boyama ya da süsleme çabalari da çok eski zamanlara uzanmaktadir. Süslenme amaçli maddeler, genellikle önce toz haline getirilip sonra yün, ceviz, zeytin, badem, susam ve gül yaglariyla karistirilarak uygulanmaktaydi. Bunlar arasinda rastik olarak kullanilan çira isi, Kursun parlagi (Galenit) (PbS), Antimon parlagi (Antimonit) (Sb2S3); düzgün olarak sürülen CuO, Bakir çaligi [3], Litarj (PbO), Kursun parlagi (PbS), Kahverengi tas (MnO2), Tebesir; dudak boyasi olan Sülügen (Minyum) (Pb3O4), Okre (Asiboyasi); saç boyasi olan kina, palmiye kirmizisi; parfüm olarak kullanilan mür, günlük, karanfil, sarisakiz, aselbend özleri sayilabilir.

Ilkçag kimyasinda sabun yapimi ve mumyacilik da yer alir.

Antik ve Helenistik Dönemler

I.Ö.VII. yüzyildan sonra, Bati Anadolu, Ege adalari, Yunanistan ve Sicilya'da yasayan halklarda, bir yandan göçler ve isgaller bir yandan da canli deniz ticaretinin etkisiyle büyük bir kültür harmanlanmasi görülmektedir. Bu karismanin sonucunda, soyut, kurgusal ve kavramsal düsünce akimlari ortaya çikmistir. Dogal olaylarin nedenlerini gene dogada arayan Iyonya düsünürleri arasinda Thales (I.Ö.625-545) tüm varliklarin kendisinden türedikleri ilksel madde olarak suyu, Anaksimander (I.Ö.620-547) Aperion(sinirsiz) kavramini, Anaksimenes (I.Ö.588-524) havayi, Herakleitos (I.Ö.540-480) atesi, Ksenofanes (I.Ö.569-428) topragi kabul etmislerdir. Empedokles (I.Ö.492-432) ise bunlari birlestirerek öncesiz ve sonrasiz dört ögeyi "Toprak-Hava-Su-Ates" olarak saptamistir. Aristoteles tarafindan da benimsenen bu kavram tüm uygarliklarda yüzyillarca egemenligini sürdürmüstür. Gene Antik dönem filozoflarindan Leukippus (I.Ö.V.yy.) ve Demokritos (I.Ö.470-361) ise maddenin kesikli yapida olmasi gerektigini öne sürerek, her nesnenin kendi özelliklerini tasiyan en küçük birimine "Atom" adini vermislerdir. Madde birimi kavrami, beraberinde "Bosluk" kavramini da tasidigi için sonraki düsünürlerce ve inanç sistemlerince pek kabul görmemistir.

Genis bir cografi bölgeyi egemenligi altina alarak ilkçagin ilk büyük imparatorlugunu kuran Büyük Iskender, I.Ö.331 tarihinde Misiri ele geçirmis ve adini verdigi Iskenderiye kentini kurmustur. Ölümünden sonra bölgede egemenligini kutan Ptolemaios, kentte kurdugu iki büyük kültür merkezinde çagin ünlü düsünür ve bilginlerini toplamis ve tip, astronomi, kimya, geometri, hidrostatik vb. gibi alanlara önemli katkilar yapilmasina olanak saglamistir.

Iskenderiye’de Kopt, Yahudi, Pers, Suriyeli, Filistinli, Yunanli ve Anadolulu gibi çesitli ülkelerden gelen kisilerin kültürlerinin bilesimi, belli basli iki yaklasimin alasimiyla belirlenir: Antik dönemin akilci, soyutlamaci ve kurgusal düsünce akimlari ile Mezopotamya ve eski Misir uygarliklarinin kaliti olan görgül ilkçag sanatlari ile dogu gizemciligi. Bu bilesik yapinin olusturdugu ve felsefel olarak da yeni Platonculukla dokunmus kimya ugrasisi, "Simya" ya da "Alsimi" adiyla bilinir. Felsefel kökeni "Hersey Bir'den dogar, Bir'de varolur ve Bir'e döner" yargisina dayanan ve böylece “Birci” (Monist) temelde varolan simyanin temel amaci; “Omniscience” (Her seyi bilen) ve “Omnipotence” (Her seye gücü yeten) sahibi kisilerin çabalari ile "Filozof tasi" adindaki bir ayiraci kullanarak gizli, gizemci reçetelerle degersiz metalleri Altin, Gümüs gibi degerlilere dönüstürmek, "Panacea" adli evrensel ilaci ve “Elixir Vitae” adli ölümsüzlük iksirini bulmaktir.

Yazili belgeler olarak ilk simya reçeteleri, Hermes Trismegistos adli bir tanrinin yazdigi ileri sürülen Tabula Smaragdina (Zümrütler Tablosu) adli kitaptir. Burada, filozof tasinin özellikleri betimlenmekte; monist felsefe açiklanmakta; sevgi-nefret, kadin-erkek, çekme-itme gibi zit kavram çiftlerinin birligi gösterilmektedir. I.yy.da yasayan Yahudi Miriam, çesitli firinlar, damitmada kullanilan imbikler gibi aygitlari betimlemis, su banyosunu bulmustur. Kleopatra ise üç kitabinda kozmetik ürünleri ile altin yapma reçetelerini vermektedir. VI.yy.da yasamis olan Zosimos, çogu kaybolmus olan 28 ciltlik simya ansiklopedisinde deneyler, aygitlar ve kimyasal maddeleri toplamistir. VI.yy.da yazilmis ve geçen yüzyilda Misir'da bulunmus olan Leyden ve Stockholm papirüslerinde metallerin ve alasimlarin elde edilmeleri, aritilmalari, taklitlerinin yapimi, degerli tas taklitlerinin yapimi, kumas boyalari gibi çesitli reçeteler bulunmaktadir.

Ortaçag Islam-Dogu Kimyasi

Helenistik dönem uygarliginin sonlanmasindan sonra dogu Akdeniz ve güneydogu Anadolu'ya dagilan bilginlerin çalismalari Yunancadan Süryaniceye çevrilmisti. Islam imparatorlugunu sinirlari içine katilan bölgelerdeki bilgiler, özellikle Abbasi halifelerinin kurduklari Beyt-ül Hikme adli çeviri okulunda Arapçaya kazandirilmistir. Ünlü bilginlerin bir kaçi özetlenebilir:

Islam-Dogu uygarliginin kimya alanindaki en ünlü adi, oldukça önemli buluslari olan Ebu Musa Cabir ibn-i Hayyan dir. 721-815 yillari arasinda yasayan Cabir, Kufe'de dogmus, Harun-ür Resid döneminde Bagdat'ta yasamis ve bu kentte ölmüstür. Avrupa'da Geber adiyla bilinir. Batida, XIV. yüzyila kadar Geber'e atfedilen kimya bilgilerinin pek çogu Cabir'e ait degildir. Cabir'in alsimisi felsefel karakterlidir. Monist ve metafizik düsüncelerle kurulmustur. Alsimide Hermes gelenegini sürdürmekle birlikte, Zosimos'un simgelerini kullanmamistir. Cabir, metal ve mineralleri canli sayarak, zaman içinde olgunlasip kivama geleceklerini öne sürer. Bu görüse göre; tuzlar, vitriyoller, sap ve kükürt bir yilda, tüm metaller birkaç yilda, degerli taslar ise bir yüzyilda olgunlasirlar.

Cabir'in kimyaya katkilarindan belli baslilari söyle siralanabilir: Nisadir (NH4Cl), Üstübeç [4], Cehennem tasi (AgNO3), Kezzap (HNO3), Zaç yagi (H2SO4), Güherçile(Hint) (KNO3), Sirke asidi (CH3COOH), Süblime (HgCl2) ve Kursun sekeri [5] gibi kimyasal maddelerin elde edilmesi; çesitli metaller ve çelik üretim yöntemlerinin belirlenmesi; deri ve bez boyalarinin hazirlanmasi; sülfürlerinden arsenik ve antimonun elde edilmesi; bitkilerden yag özütlenmesi. Gerek Dogu gerekse Bati bilimini önemli ölçüde etkileyen ve Roger Bacon tarafindan "ustalarin ustasi" olarak anilan Cabir'in kitaplari, sonraki kusaklarin eklemeleriyle oldukça sisirilmistir.

Cabir gelenegi izleyicilerinin en ünlülerinden biri, 864-923 arasinda yasayan Ebubekir Muhammed bin Zekeriya el Razi dir. Iran'in Rey kentinde dogmus, uzun süre Bagdat'ta yasadiktan sonra, yasliliginda yoksul ve kör olarak döndügü Rey'de ölmüstür. Latinlerde Albubator , Avrupa biliminde Rhases adlariyla taninmistir. el Razi, maddeci ve akilci düsüncelere dayanarak, Cabir'in gizemci alsimisine karsi çikmistir. Doga olaylarini birtakim karmasik simgelerle ve içrek anlamlarla açiklamanin yanlis olacagini, bilginin tek kaynaginin duyumlar oldugunu, insan aklinin herseyi bilebilecegini savunmustur. Maddenin atomlar ve bosluktan olustugu görüsüne dayanarak, uzayda atomlar ne kadar sikisik kümelenirlerse, olusturduklari maddenin de o kadar yogun olacagini, hava, su ve toprak örnekleriyle ortaya koymustur. Aristoteles'in görüsleriyle Demokritos'unkileri birlestirmeye çalismistir.

Simyada kullanilan maddeleri; Kitab-ül Esrar (Gizler Kitabi) adli yapitinda alti sinifta toplamistir:

1) Bedenler: Metaller 2) Ruhlar: Kükürt, Arsenik, Civa, Nisadir 3) Taslar: Pirit (FeS), Magnezya (MgO) 4) Vitrioller: Çesitli metal sülfatlari 5) Borakslar: Boraks (Na2BO3), Soda (Na2CO3)

6) Tuzlar: Kayatuzu (NaCl), Potasa (K2CO3), Güherçile (NaNO3)

Ebu Ali Hüseyin bin Abdullah ibn-i Sina (980-1032); Buhara yakinlarindaki Afsana kasabasinda dogmustur. Bilim tarihçileri, ibn-i Sina'yi bütün çaglarin en etkin ve üretken bilginlerinden biri olarak nitelendirirler. Ilgi alanlarinin genisligi, incelemelerinin derinligi, arastirma yöntemlerinin saglamligi ve yüksek egiticilik yetenegi; ibn-i Sina'yi ortaçag bilim ve düsünce aleminin doruguna çikarmistir. Çok küçük yasta sistemli egitimine basladigi; matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tip, jeoloji, psikoloji, mantik, felsefe, müzik ve siir alanlarinda olaganüstü yetenegi ve birikimiyle inanilmaz ürünler vermistir. Arastirmalarinda etkin olan düsünce, bilimsel akilciliktir. Her zaman gözlem ve deneylere dayanarak, doga olaylarini dogal nedenlerle açiklamis, metafizik gizemcilik ürünü olan ruh, cin, peri gibi varliklari ya da kutsallik ve lanetleme gibi dinsel kökenli duygu kavramlarini neden - sonuç iliskilerinde asla kullanmamistir. Simyacilarin türlü gizemci yaklasimlarina karsi, önyargilardan arindirilmis akli ve mantigi bilimsel bilginin temeli olarak saymistir.

Hemedan hükümdarinin vezirligini yaparken yazdigi 18 ciltlik Kitab-üs Sifa adli kitabinda bilgi'nin gözlemler ve duyumlarla basladigini; ancak bu verilerin mantikla islendikten sonra gerçek bilginin olusabilecegini öne sürmektedir. Akilci ve Aristoteles'ci yaklasimlari yaninda, bazi konularda Platon'cu egilimleri de gözlenmektedir. Sifa'nin mineralojiyle ilgili bölümünde, mineralleri siniflandirarak, Ateste eriyenler - Taslar - Kükürtler - Tuzlar olarak dört öbege ayirmistir. Bilginin doga bilimleri ve özellikle kimyaya iliskin düsünceleri Resail fi'l Hikmet ve'l Tabiiyat (Fizik ve Dogal Varliklar Kitapçiklari) adli yapitlarinda toplanmistir. Bu kitaplarinda, Altin ve Gümüsün, günesle ayin adi metalleri yetkinlestirmesiyle olustuklarini öne sürmüstür. Simyacilarin degerli metalleri elde etme ugrasilarina karsi çikarak, çesitli yollarla sarartilan ya da beyazlatilan maddelerin Altin ve Gümüs olamayacaklarini, yani boyamayla hiçbir maddenin özünün degismeyecegini ortaya koymustur.

Abdurrahman el Hazeni (I.S.?-1130). Matematik, fizik, astronomi, kimya ve tip alanlarinda çalismalari vardir. Altin ve Gümüs alasiminda iki metalin kütleleri için yogunluga dayanan bir denklem vermistir. Kaldiraç yasalari, çesitli cisimlerin özgül kütleleri yaninda, bir yerçekimi kuramini da gelistirmistir. Kimya çalismalarinda; güherçile ve kömürden barut; kömür ve çakiltasindan Potasyum silikat (K2SiO4); Kursun ve metal oksitlerden emaye; Civa, kayatuzu (NaCl) ve vitriyol (FeSO4) den kalomel (HgCl) ve süblime (HgCl2) elde etmistir.

Islam-Dogu uygarliginin bilimsel gelismelerinin ürünleri, Avrupa'ya yalniz yordam ve yöntemleriyle degil, kullanilan ad ve kavramlarla da aktarilmistir. Örnegin, kimyada sik kullanilan; alcohol (el-kuül), alembic (el-imbik), alkali (el-kali), aniline (en-Nile), arsenic (el-zirnik), benzoar (panzehir), bor (burak), camphor (kafuru), elixir (el-iksir), kalium (potasyum), lacquer (lak) natron (natrun=soda), realgar (rehc el-gar=arsenik sülfür), talc (talk),..vb. birçok ad ve terim, bati dillerine Arapça ve Farsçadan geçmistir.

Ortaçağ Avrupasinda Kimya

Islam-Dogu uygarliginin Ispanya'daki temsilcisi Endülüs Emevi devleti çökünce, bilimsel ve felsefel alanlardaki bilgilerin toplandigi kitaplar, 1085 yilinda Toledo kentinde kurulan çeviri okulunda Latinceye kazandirilmistir. Bunlar arasinda Cabir'in oldugu söylenen ve metallerin Civa ile Kükürtten bin yil piserek olustugunu öne süren yazilarla, Razi'nin Saplar ve Tuzlar kitabi da bulunmaktadir.

Almanya'nin Schwab bölgesi kontlarindan birinin çocugu olan Albertus Magnus (Büyük Albert) (1193-1280), tüm Almanya'yi yaya dolasarak mineraloji, biyoloji ve simya bilgisini gelistirirken, büyücülükle de ilgilenenen bir dinbilim ögretmenidir. Büyücü Albert ve Doctor Universalis (Evrensel doktor) lakaplariyla da anilan Albertus Magnus, Islam -Dogu bilimi ile Antik çag Aristoteles düsüncesini, Hiristiyanlikla uzlastirmaya çalismistir. Aristoteles'in tüm yapitlarini yorumlamis; simya çalismalarini yazdigi De Mineralibus adli kitabinda Altindan Gümüsün ayrilmasini, damitma yolu ile vitriol yagi (Sülfürik asit) elde edilmesini betimlemistir. Demir sülfati (FeSO4) "vitriol" Sülfürik asiti (H2SO4) "vitriol yagi" olarak adlandirmaktadir. Kükürtün Gümüsü kararttigini gözleyerek, metallerin tümünü yakacagini öne sürmüstür. Simya için "Deha ile atesin sefil birligi" demektedir.

Ingiltere'nin Somerset kentinde dogan Roger Bacon (1214-1294), Oxford üniversitesinde okumus bir Fransisken rahibidir. Paris Üniversitesinde kaldigi onbes yilda, Aristoteles, el Razi, ibn-i Sina ve ibn-i Rüsd'ün Latinceye çevirilen yapitlarini incelemis ve yorumlamistir. Doctor Mirabilis (Mucizevi doktor) lakabiyla ün yapan Bacon, tarikat baskisi nedeniyle önceleri uzun süre çalismalarini yayimlayamamistir. Sonunda Papa IV.Clement'in destegi ile yazdigi Opus Major adli kitabinda çaginin hemen hemen tüm bilgilerini özetlemistir. Koruyucusu olan Papanin ölümüyle basi yeniden derde giren bilgin, ibn-i Rüsd’ün düsüncelerini de destekledigi öne sürülerek Dominikenlerin baskisiyla atildigi hapiste 17 yil kalmis ve orada ölmüstür.

Simyada metallerin dönüsümüne inanan Bacon, kimyayi iki kategoriye ayirir:

1) Spekülatif kimya: Her türden metal, mineral, bilesik gibi maddelerin elementlerinden olusumuyla ilgilidir. Bunlar, Aristoteles ve Latin düsünürlerinin bilmedikleri bilgilerdir.

2) Pratik kimya: Simya sanati yardimiyla, içlerinde Altin da olmak üzere her tür maddenin damitma, süblümlestirme, kalsinleme vb. yollarla nasil elde edilecegi ile ilgilidir.

ibn-i Heysem'in kitaplarindan etkilenerek, optikle ugrasmis, büyüteç ve merceklerin yapilislarini tanimlamistir. Meteorolojik olaylari ve denizlerin tuzluluk nedenlerini de arastirmistir. Avrupa'da ilk barut reçetesinin Bacon'a ait oldugu söylenir: 7 kisim salpeter (sodyum nitrat) + 5 kisim odun kömürü + 5 kisim kükürt.

Yunanli Marcus Graecus, 1250 de yayimlanan Ates Kitabi adli yapitinda gizemli simya bilgileri vermektedir. Örnegin "Materia Prima, Kizil Adam ve Beyaz Kadin birlestirilirse patlar." ifadesi; Ilksel madde, Kükürt ve Civa karisiminin patlayacagi anlamindadir.

Ayni yüzyilda yasayan ünlü simyaci Raimundus Lullus, Ars Magna adli kitabinda çesitli deneyleri yaninda ansiklopedik bilgileri saglama yöntemlerini anlatmistir. Potasyum karbonat (K2CO3) üzerinden su çekerek mutlak alkol elde etmistir.

Ünlü bir hekim olan Villanova'li Arnald ise, hazirladigi tip ve simya preparatlarini bir kitapta toplamistir. Zehirli maddeleri, vücuda etkilerini incelemis, sünger külünün guatr hastaligina iyi geldigini saptamistir.

XIV.yy.da yazilmis Geber Kitapçiklari üç birincil ruh olarak Civa, Kükürt ve Arsenigi kabul eder. Kitapçiklarda Saplardan Sülfürik asit (H2SO4); Sap, Göztasi ve Güherçileden Nitrik asit (HNO3) yapimi; Cehennem tasi (AgNO3); Kursun sekeri (Pb(CH3COO)2) elde edilmesi; firin, imbik, kül banyosu gibi aygitlar; süzme, eritme, damitma, kristallendirme gibi islemler anlatilmaktadir. Kitapçiklari Cabir'in yazdigi söylemisse de bilim tarihçileri bu savin dogru olmadigi düsüncesindedirler.

Rönesansin tüm Avrupa kültür yasamina kökten degisimler getiren etkisi, XVI. yüzyila kadar simyanin gizemli yapisinda önemli degisimler yapmamistir. Bu yüzyilda yasayan bir bilgin ilk kez simyaya karsi çikarak yeni bir yapilanmanin yollarini açmistir.

Bilimsel Devrim Çagi ve Iatrokimya

Zürih kenti yakininda Maria-Einseideln kasabasinda dogan ve bir hekimin oglu olan Theophrastus Bombastus von Hohenheim (1493-1541), yaklasik 1500 yil egemenligini sürdüren simyacilik akimina karsi çikarak ilaç kimyasi (iatrokimya) çigirini açan bir bilgindir. Yirmi yasinda Tirol madenlerinde çalismaya baslamis ve burada ünlü simyaci Sigismund Fugger ile tanisarak simya bilgilerini gelistirmistir. Viyana üniversitesinde tip egitimini tamamladiktan sonra gittigi Ferrara üniversitesinde, eski ustalarin elestirildigi bir ortamla karsilasmasi, tip ve simyaya iliskin görüslerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamistir. Burada adini degistirerek, Roma'li ünlü tip otoritesi Celsus'dan daha üstün anlamina gelen Paracelsus takma adini almis ve bu adla ünlenmistir. Çaginin geleneklerine uyarak pek çok ülkeyi-ve Istanbul'u- gezen bilgin, sonralari yerlestigi Basel ve Strasbourg'da kent hekimligine atanmistir.

Kitaplarini geleneksel olarak Latince degil, Almanca ve Fransizca yazan Paracelsus'un, döneminde büyük yankilar olusturan görüsleri içinde basta geleni, Iatrokimya (ilaç kimyasi) akimini öne çikarmasidir. Bir yandan simyacilarin görevlerinin adi metalleri Altina dönüstürmek olmayip, tibba hizmet için ilaçlar hazirlamak oldugunu öne sürmüs; bir yandan da çagindaki hekimleri eski ustalarin yazdiklarini gözü kapali uygulayan bilgisizler olarak nitelendirmistir.

Paracelsus, Archidoxa adli kitabinda, dirimselci görüslerin etkisiyle, canlilarin bedenlerinde "Üç Birincil Ilke" (Tria Prima) bulundugunu öngörmüstür:

1) Civa: Agir, akiskan ve uçucu olup, Ruh'u temsil eder. Asirisi paralize yolaçar. 2) Kükürt: Yanicidir. Ates ögesi olarak Can'i temsil eder. Asirisi sicakligi arttirir. 3) Tuz: Çözünürlük ögesidir. Beden'i temsil eder. Asirisi diyareye neden olur.

Sagaltimda kullanilacak ilaçlarin metaller, ametaller ve bunlarin bilesikleri gibi ari maddeler olmasi gerektigi düsüncesiyle, farmakopiye Bakir, Kursun, Civa, Arsenik, Antimon ve tuzlarini sokmustur. Döneminde, çok yaygin olan, en tehlikeli hastaliklardan frenginin sagaltiminda Civa kullanilmasini ilk öneren kisilerdendir. Içme sularinda bulunan minerallerden Kursunun guatr hastaligina yolaçtigini, madenci hastaligi olarak bilinen silikosise ocaklarin tozlu havasini solumanin neden oldugunu bulmus, vebaya karsi hastalarin diskilarindan çok küçük örnekler alarak bunlardan hazirladigi haplarla Avrupa'da ilk asi uygulamalarini gerçeklestirmistir. Paracelsus'un üç yüzden fazla olan öbür kitap yazdigi bilinmektedir.

Madencilik, metalürji ve kimya teknolojilerinin öncüsü sayilan Georgius Agricola - ya da asil adiyla Georg Bauer - 1494 de Almanya'nin Saksonya eyaletinde dogmustur. Leipzig ve Zwickau'da klasik yazin egitimi gördükten sonra, Bologna ve Padua'da bir yandan matbaacilik yaparken bir yandan da kent üniversitelerinde tip egitimini tamamlamistir. Ancak; ülkesine döndükten sonra, tümüyle maden arama ve metal elde etmeyle ilgilenmistir. Agricola, 1546 da ilk sistematik mineraloji kitabi olan De Natura Fosillium (Fosillerin Dogasi)'ni yayimlamistir. Bu kitapta, maden cevheri bulunan kanallarin, kayalarin içindeki sularin asindirma etkisiyle olustuklarini öne sürer.

Gerek yeralti buharlari ile yeralti atesinin etkilesmesinden gerekse yeryüzünden sizan sulardan olusan "özsuyu" sivilari, kanallarda dolasarak cevherleri ortaya çikarirlar.

Cevherleri mineralojik olarak siniflandirmistir:

Buharlar ve Akiskanlar

Cansiz Topraklar

nesneler Basitler: Kati özsuyu

Taslar

Tektürel: Metaller

Mineraller Bilesikler:Basitlerin tektürel

karisimi

Karisik:Basitlerin çoktürel karisimi

Siniflandirmadaki kategorileri söyle açiklamistir:

1) Topraklar : Suyla bulamaç veren kil, tebesir vb. 2) Kati özsuyu : Suyla sivilasan tuz, vitriyol, orpimen, alum ve salpeter. 3) Taslar : Degerli ve yari degerli taslar. 4) Metaller : Altin, Gümüs, Civa, Bakir, Kursun, Demir, Arsenik, Antimon ve alasimlari. 5) Bilesikler : Galen ve Pirit.

Agricola'nin en büyük çalismasi, 1555 yilinda yayimlanan 12 ciltlik De Re Metallica (Madencilik Üzerine) adli yapitidir. Madencilik ve metalürjinin hem teknik hem de ekonomik açilardan bütün yönlerinin kapsamli ve ayrintili olarak incelendigi yapit, gerçekçi biçemde çizilmis gravürlerle zenginlestirilmistir. Madencilikte damarlarin bulunmasi, maden cevherlerinin ocak ve galerilerden çikarilmasi, kavurma, kirma, ögütme, kupellasyon gibi fiziksel ve kimyasal islemlerin ayrintili betimlemeleri, kitabi uzun süre bir basvuru kaynagi konumunda tutmustur. Bilgin, 1555 de ölmüstür.

1540/50-1616 yillari arasinda yasadigi sanilan Andreas Libavius, XVI. ve XVII. yüzyillar arasindaki en önemli iatrokimyacilardan biridir. Libavius, 1597 de yayimladigi ve ilk gerçek kimya ders kitabi olarak nitelendirilen Alchemia Collecta (Toplu Alsimi)de, zamaninin tüm kimya kuramlarini oldukça yansiz bir tutumla açiklamistir. Yeni görüsleri, henüz yeterince denenmemis olduklari için ne yadsimis ne de gözü kapali benimsemistir. Kitabinda; Antik çagda Aristoteles ve öncüllerinin dört öge (Toprak - Hava - Su - Ates) kuramini, Cabir'in metallerin bilesimine iliskin (Kükürt - Civa) kuramini, Paracelsus'un üç öge (Kükürt - Civa - Tuz) kuramini ayni yansizlikla sergilemistir. Paracelsus'un ögretisine, - örnegin kimyanin tek amacinin hastaliklarin sagaltilmasi için ilaç üretmek gibi - bazi noktalarda karsi çikan Libavius'un kimyaya yaklasimi, çözümleme yöntemlerinin öne çikarilmasina dayanir. Kimyagerin birincil amaci, bilesik maddeleri bilesenlerine ayirmak ve bunlarin pratikte kullanim yollarini bulmaktir.

Kimyaya deneysel katkilari da bulunan bilginin ilk kez biresimini yaptigi Kalay IV klorür (SnCl4), oda sicakliginda ve nemli ortamda tüten bir sivi oldugu için, uzun bir süre "Spiritus Fumans Libavii" (Libavius'un Dumanli Ruhu) adiyla anilmistir. Yakilan kükürt buharlarini, sudan geçirerek elde ettigi çözelti de, "Kükürdün Asit Ruhu" olarak adlandirilmistir. Biresimini yaptigi baska bilesiklerden Antimon sülfür, Amonyum sülfat ve Süksinik asit sayilabilir. Maden suyu örneklerinin suyunu uçurarak, kalan artik maddelerin tartimi ile çözümleme yöntemini önermis; camlari çesitli metal oksitlerle renklendirerek yapay degerli taslar elde etmistir. Özellikle yakut renkli cam yapimi için, hammaddeye çok az Altin tozu katmanin iyi sonuçlar verdigini bulmustur. Mineral Testleri, Maden Suyu Çözümlemesi adli kitaplari da bulunan Libavius, kimyanin bilimsellesme sürecinde hem yazdigi ders kitaplari hem de yaptigi buluslarla çok önemli katkilari olan bir bilgindir.

?.I.1579 da Brüksel'de dogan, Merode kontu Johann Baptist van Helmont, iatrokimyanin kurucusu Paracelsus'un en önemli izleyicisidir. 1609 da tipta yüksek lisans derecesini kazanarak Brüksel'de hekim ve doga bilimci olarak çalismaya baslamistir. van Helmont, dogayi deneylerle inceleyen, dikkatli ve akli basinda bir bilim adami olmasina karsin, kimi gizemci inançlarin etkisinden de tümüyle kurtulamamistir. Örnegin; simyacilarin metalleri dönüstüren "filozof tasi" ve evrensel çözücü "alkahest" kavramlarina inanmaktadir. Gene kökeni eskilere dayanan "kendiliginden olusum" görüsünün etkisiyle, kapali bir kap içine konan un ve kirli çamasirlardan bir süre sonra farelerin olusacagini düsünmektedir!

Maddenin korunum yasalarini deneysel yollarla arastiran bilgine göre, maddesel her varligin iki temel nedeni vardir:

1) Materia: Tüm nesnelerin tözüdür. Hersey için "ondan baslanan". 2) Causa efficiens: Gerçek birincil maya. Etker neden. Hersey için "tohum olarak baslanan".

Birincil ögeler olarak, su ve havayi kabul etmistir. Paracelsus'un Civa, Kükürt ve Tuz ögeleri ikincil önemdedir. Ates havadan, toprak sudan olusur. Tüm tuzlar, killer ve elle tutulur cisimler suyun ürünüdür ve çesitli kimyasal islemlerle gene suya dönüstürülebilirler. 1620 de yayimladigi bir kitabinda sindirimin kimyasini inceleyerek, bu sürecin bir mayalanma olayi oldugunu; sindirilen besinin asit niteliginin, bazik özellik tasiyan safrayla nötürlestirilmesiyle olustugunu öngörmüstür. Paracelsus'un etkisiyle, tüm canlilik süreçlerini "Archeus" adi verilen sindirim ruhunun yönettigini de kabul etmistir. Bu süreçle ilgili arastirmalari arasinda idrarin ayrintili olarak özelliklerinin belirlenmesi de sayilabilir.

van Helmont'un kimyaya en büyük katkisi, ilk kez gazlarin özelliklerini ortaya koymasidir. Böylece, XVIII.yy. da gelisecek olan hava kimyasi arastirmalarinin yolunu açmistir. "Gaz" sözcügünü, Yunanca "kaos"dan türeterek ilk kullanan Paracelsus'dur; ama "Bir kap içinde tutulamayan ya da tohumlari önceden ortadan kaldirilmadikça gözle görünür bir cisme indirgenemeyen, simdiye kadar bilinmeyen ruha gaz adini verdim." diyerek kimya diline sokan van Helmont'dur. Gazlarla buharlar arasindaki ayrimi - sogukta sivi hale geçenleri buhar adiyla ayirarak - ortaya çikaran bilgin; çok farkli gazlar oldugunu öne sürerek, havanin tek türden bir cisim oldugu düsüncesine de ilk kez karsi çikmistir. Döneminde farkli gazlari karisimlarindan ayirarak toplamak için elverisli deneysel düzenekler bulunmadigindan; onlari ancak gözlenebilir fiziksel özelliklerine dayanarak siniflandirmistir. Bu baglamda çesitli gazlara su adlari vermistir: Yabanil (ya da zaptedilmez) gaz; Rüzgarli gaz (hava); Yagli gaz; Kuru (ya da süblümlesen) gaz; Dumanli (ya da bölgesel) gaz. Yabanil adinin verilmesine, bu gazi topladigi kabin bir süre sonra patlamasi neden olmustur.

Diger yandan; kömürün yanmasiyla ortaya çikan, mermer üzerine sirke gibi asitlerin etkisinden kaynaklanan, kimi maden suyu kaynaklari ve maden ocaklarinda raslanan ve Napoli yakinlarindaki "köpek magarasi" içinde topraktan çikan gazlarin ayni madde oldugunu da bulmustur. "Gas carbonum" adini verdigi bu madde, bugünki adiyla Karbon dioksittir. Ancak; Gümüs üzerine aqua fortis (HNO3) etkisiyle açiga çikan Azot dioksit ile Kükürdün yanmasindan olusan Kükürt dioksit gazlarini da bu sinifa sokmasi, bir yanilgi olmustur. Çinko ya da Demirin asitlerde çözünmesinden olusan, batakliklarda çikan, organik maddelerin kuru damitilmasindan elde edilen ve yiyeceklerin vücutta bozunmasindan doganlari; Yanici gaz ya da "Gas ventosum" adiyla ayirt etmistir. Yanma sürecinde su, duman ve atesin kaybolup geriye külün yani topragin kaldigini, havaya karisanlarin ise "Gas Sylvestre" adli bir ruh oldugunu öne sürmüs; ancak bu süreçte havanin tümünün degil, ancak bir kisminin harcandigini da saptayabilmistir.

Simya bilgilerinin XIV. ve XV. yüzyillardaki birikimleri ile Paracelsus'un ilaç kimyasi üzerine getirdigi yeni görüslerin etkileri, XVI.yy. sonunda yasadigi ve bir Benediktin rahibi oldugu sanilan, Basilius Valentinus'un yazdigi kitaplarda görülür. Yazdigi yaklasik yirmi kadar kitaptan ilki, En Eski Atalarimizin Büyük Tasi adli yapittir. Alsimi sanatina iliskin resimlerle donatilmistir. Tüm Tuz Minerallerinin Dogru ve Kesin Betimlemesi ile Antimonun Zafer Arabasi adli kitaplar, sonralari Latinceye de çevrilmislerdir. Bu son kitapta özellikle Antimon ve bilesiklerinin iatro kimyadaki önemi vurgulanmakta, merhem kivaminda bir madde oldugu için "Antimon tereyagi" olarak adlandirilan Antimon triklorürün (SbCl3) elde edilisi verilmekte, kusturucu saraptasi adindaki Potasyum antimonil tartaratin sagaltici etkisi açiklanmaktadir. Yapitlarinda; Aqua fortis ("Kuvvetli su" derisik nitrik asit), Spiritus salis ("Tuzruhu" derisik hidroklorik asit), Aqua Regis ("Kral suyu" derisik nitrik asit ve hidroklorik asitler karisimi), Aqua Vitae ("Yasam suyu" etanol) gibi sivilari ayri simgelerle göstermistir. Bizmut ve Çinko metalleri ve bilesiklerinden de söz etmekte, Kükürt trioksite (SO3) "Filozof tuzu" demektedir.

Önde gelen iatrokimyacilarin sonuncusu olan Johann Rudolph Glauber, Karlstad kentinde 1604 tarihinde dogmustur. Paracelsus'un iatrokimyasi ile ilgilenmesi bir raslanti sonucudur. 1625 de tutuldugu tifüs hastaligindan, Neustadt içmelerinin maden sularini içerek kurtulunca bu suyu incelemis, içinde bulunan bazi kristallerin; vitriol (FeSO4), alum [6] ve kayatuzunun (NaCl) birlikte damitilip tuzruhu (HCl) elde edilmesinde, imbigin içinde kalan kristallere çok benzedigini farketmistir. Böylece, "Harika tuz" olarak adlandirdigi ve sonralari kendi adiyla taninan "Glauber tuzu"nu (Na2SO4.10H2O) bulmus ve bunu ilaçlarda kullanmistir. Bu madde suda çözündügünde çevreden isialan endotermik etki gösterdiginden, atesli hastalarin içten (!) sogutulmasinda kullanilmis olabilir?

Uzman bir metallürjist ve usta bir deneyci olan Glauber, çok sayida kimyasal bilesik elde etmistir. Örnegin, tuz ve salpeter (NaNO3) karisimini vitriol yagi (H2SO4) ile damitinca, Altini çözebilen Kral suyuna (üç kisim derisik hidroklorik asitle bir kisim derisik nitrik asitten olusan karisim) benzer bir sivi bulmus; yalniz salpeteri vitriol yagi ile damitinca, aqua fortis (HNO3) elde etmistir. Camlarin renklendirilmesiyle ilgili çalismalarinda, Kral suyu içinde çözünen Altini, camsuyu (K2SiO4) ile çöktürerek saydam kirmizi cam yapiminda kullanmistir. Ayrica, kapali kaplarda damitilan odundan, asit ve ruhlar olustugunu, süblime (HgCl2) ve Stibnit (Sb2S3) mineralinden çifte bozunma ile "Antimon tereyagi" (SbCl3) elde edilecegini göstermistir.

amonyak çözeltisi ve vitriol yagindan hazirladigi Amonyum sülfati; Altin, Gümüs ve Civanin kral suyundaki çözeltilerini; Antimon oksit (Sb2O3) ile Tartari (potasyum hidrojen tartarat) isitarak elde ettigi maddeyi tibbi preparatlar olarak hazirlayip, gizlice satarak geçimini saglamistir. Kuramsal kurgulamalarinda, Paracelsus ile van Helmont arasinda yer alir. Üç ögeyi kabul ederse de, Civa yerine suyu koyar. Glauber 1670 de Amsterdam'da ölmüstür.

Bağımsız Kimya ve Filogiston Kimyası

XVII. yüzyil, kimyanin öbür doga arastirmalari içinde kimlik kazanma sürecinin baslangici sayilabilir. Madencilik, metalürji, ilaç yapimi gibi alanlarda kimya uygulamalari büyük oranda yer almaktaydi. Kuramsal kimya ise, "Doga Felsefesi" adiyla da bilinen ve tüm doga bilimlerini kapsayan "Physica" içindeydi. Aydinlanma döneminde mekanikçi dünya görüslerinin etkisiyle artik gizemli reçetelerle Altin yapma hayalleri ortadan kalkarken, toplumlarda gelismeye baslayan endüstrilesmenin gereksinimlerini karsilayacak yöntemlerin arastirilmasi öne çikmaya baslamistir. Bunun dogal sonucu olarak elde edilecek ürünün nitelik ve niceligini belirleyecek tepkimelerin isleyisini anlama çabalari, deneyciligin gelismesine yolaçmistir.

İrlanda'da 25.I.1627 tarihinde dogan Robert Boyle, on iki yasinda Avrupa'ya giderek Fransa, Isviçre ve Italya'da egitimini tamamladiktan sonra 1644 de yurduna dönmüs ve dinbilim, felsefe, doga bilimi alanlarinda çalismalarina baslamistir. 1654 de Oxford kentine yerlesen Boyle, burada Wallis, Wilkins, Hooke gibi seçkin bilim adamlarindan olusan bir çevrede çalisma olanagi bulmustur. Yardimcisi olarak seçtigi Hooke ile, havanin ve baska gazlarin sikisabilirlik, esneklik gibi özelliklerini deneylerle incelemistir. Özellikle Almanya'da Magdeburg'lu Otto von Guericke'nin yaptigi deneyleri yeniden ele almislar ve gelistirdigi hava bosaltma pompasini daha da yetkinlestirerek çesitli fiziksel kosullarda gaz davranislarinin yasalarini arastirmislardir. Boyle, hava pompasiyla yaptigi deneyler sonucunda, havanin bir tür "yay" özelliginde oldugu görüsünü gelistirmistir. Bu yaklasima göre, havanin bazi kisimlari atmosferin üst katmanlarinin basinci ile "bükülebilir" ya da bir baska deyisle sikistirilabilir. Basinç kaldirildiginda sikismis hava eski boyutlarini alir.

1660 da yayimladigi ve söz konusu hava yayina ve etkilerine deginen Yeni Fizikomekanik Deneyler adli kitabinda bu deneyler ve görüsler açiklanmaktadir. Örnegin, 17 numarali deneyinde "makinasinin bas meyvasi" betimlenir. Civa havuzuna bas asagi batirilmis üst ucu kapali cam borudaki civanin, havuz düzeyinden 76 cm yükseklikte durdugunu gösteren Torricelli deneyini inceleyen Boyle; civa sütununu yukarida tutan etkinin, havuz üzerindeki atmosferin basinci oldugunu, bu basinç tümüyle kaldirilirsa borudaki civa düzeyinin havuzdaki düzeye inecegini öngörmüstür. Böylece, barometrik sivilarin aygittaki yüksekliklerinin dis basinca bagli oldugu deneysel olarak kanitlanmistir. miktardaki bir gazin, sicaklik sabit tutuldugu zaman basincinin hacmi ile ters orantili oldugunu belirten yasa; Anglosakson ülkelerinde Boyle'un, anakara Avrupa'sinda Mariotte'un adiyla anilir: T=sabit ve n=sabit iken PV=sabit. Bu yasa ile ilk kez atmosferin kalinligi hesaplari yapilmistir.

Yazdigi 42 kitaptan 30 tanesi kimya ile ilgilidir. Bunlarin en ünlüsü, 1662 tarihinde yayimladigi Sceptical Chymist (Kuskulu Kimyaci)dir. Çagdas anlamda bir analizci olan Boyle yalniz simyacilara degil, iatrokimya yandaslarina da karsidir. Kimyayi, yararli ilaçlar ya da degerli metaller üretimiyle ugrasan görgül bir sanat degil, doga felsefesinin yani bilimin bir üyesi olarak görmektedir. "Ben kimyacilari hekimler için ilaçlar hazirlayan ya da metalleri altina dönüstürmeye kalkan kisiler olarak düsünmüyorum. Kimyacilarin tüm çabalari, deney ve gözlem yapmak ve deneylerle sinanmamis hiçbir kurami önceden kabul etmemek olmalidir" diye yazmaktadir.

Francis Bacon ve Réne Descartes'in etkileriyle, mekanist görüsleri savunarak canlici (animist) ve dirimselci (vitalist) yaklasimlara siddetle karsi çikar. Deneye birincil önem vermekle birlikte, önyargi tasimayan kurgulamalari da gözardi etmemistir. Tüm varliklarin üç dört öge ya da ilkeden olustuklari savina karsidir. "Doganin sifreli büyük kitabini üç dört harfle yazdigini düsünmek, tümünü bunlarla çözebilmek demektir ki, bu da olanaksizdir" demektedir. Dolayisiyla, örnegin kanin safra, tuz, ruh, yag ve topraktan; Altinin ise tuz, Kükürt ve Civadan olustugunu düsünmek yanlistir. Origin of Forms and Qualities (Biçim ve Niteliklerin Kökeni) adli yapitinda, maddenin atomlu yapisina iliskin görüsleri yer alir. Sivilardaki atomlar oldukça hareketli olduklari halde, katilardakiler durgun durumdadirlar. Descartes, nesnelerin katiliginin tek nedenini eylemsizlige bagladigi halde, Boyle bu durumu atomlarin biçimleri ve birbirlerine baglanislari ile açiklamistir.

Isi ile ilgili çalismalarinda, isinin, bir maddenin parçalarinin hizli uyarilmasi oldugunu öngörmüstür. Atesin isitilan tüm nesneleri ögelerine ayristirdigi görüsüne karsidir. Örnegin, tuz ve topraktan olustugu düsünülen cami bu ögelerine ayiramamaktadir. Odun, dogrudan yakilirsa kül ve duman verir. Ancak; damitmayla dolayli olarak isitilirsa yaglar, ruhlar, sirke, su ve kömür ortaya çikar. Kükürt, açikta yakilinca asit çözeltisi yapan dumanlar çikarirken, kapali kapta isitilinca süblümlesmektedir.

Boyle, kimyada karisim ve bilesim kavramlarini da dikkatle ayirdetmistir. Karisimi olusturanlarin kendi özelliklerini koruduklarini, bilesigin bilesenlerinin tüm niteliklerinin degistigini saptamistir. Önceleri "Görünmez Kolej"in daha sonra 31.XII.1691 de ölümüne kadar "Krallik Dernegi"nin üyeligini yapan Robert Boyle, kimyanin deneye dayanan bir bilim olmasi için en etkili çalismalari yapan bilginlerden biridir.

XVIII. yüzyil kimyasinin büyük ilgi alani, metallerin kalsinasyonu (yüksek sicakliklara çikararak metallerin oksitlenmesi) ile ates ruhlarinin islevlerini yerine getiren yanma ve patlama olaylaridir. Esasen, yanma ve patlamayla ilgili bilgiler, metallerin cevherlerinden elde edilmelerinde ne gibi degisiklikler oldugunu anlamamizi da kolaylastirir. Isinin cisimlere etkisiyle ilkçagdan beri alsimistler de yakindan ilgilenmislerdir. Altin ve Gümüs disinda, açik potalarda isitilan bütün metaller, oksitlenerek bir cüruf birakirlar. Genellikle bir ayrim yapmadan hepsine "Calx" (Lat: kireç) adi verilen bu cüruflarin (metal oksitlerin), metallerinden farkli agirlikta olduklari daha XVI.yy.da saptanmisti. Bu kimyasal degisim, çesitli görüslerle açiklanmaktaydi: Örnegin, kalsinasyon (genellikle cevherlerin bozundurma amaciyla isitilmalari) isleminde bir tür ruhun metalden kaçtigi; atesten bir tür asit soguruldugu; maddenin yogunlugunun arttigi; atesin agirlik ürettigi ve bu agirligin metal tarafindan sogurularak calx olusturdugu öne sürülen görüslerden bazilaridir.

Boyle'un ardillarindan Alman simyaci Johann Joachim Becher (1635-1682), tüm minerallerin üç gerçek-dört öge ya da üç öge gibi düsünsel olmayan-topraktan olustugunu düsünmektedir. Ona göre bir cismin yanmasina neden olan sey, içerdigi etkin "yanabilirlik ilkesi" dir. 1669 da bu ilkeye "Terra Pinguis" (Yanici ya da yagli toprak) adini vermistir. Becher'e göre yanan her cisim, gizil olarak yanabilirlik ilkesi tasir ve yanma sürecinde bu madde uçup gider.

(1660-1734) arasinda yasamis olan Alman kimya ve tip bilgini Georg Ernst Stahl, Becher'in düsüncesini gelistirerek evrensel yanabilirlik ilkesini ya da tözünü, "Filogiston" olarak adlandirmistir. Sözcük, Yunanca Phlogos (alev)'den türetilmistir. Filogiston, ates maddesi ve ilkesi olup, atesin kendisi degildir. Kurama göre metaller ve fosfor gibi baska elementler kalsinlendikleri zaman filogiston yitirirler. Tersine, calx metale indirgendiginde filogiston alir. Bu yaklasim, metal oksitleri element sayarken, metalleri calx ile filogistondan olusan bilesikler kabul etmektedir. Yanmayi bir çevrimle açiklayan bilgin su örnegi vermektedir: Kükürt yandiginda uçucu bir asit olusur. Bu asitin tuzlari kömür tozuyla isitilirsa gene kükürt elde edilir. Çevrimde filogiston, kömürle ayni davranisi göstermektedir.

Kükürt - Filogiston ® Uçucu asit

Uçucu asit + Filogiston ® Kükürt

Metaller için de ayni durum söz konusudur. Kursun, kalsinlenme ile filogiston yitirerek calx olusturur. Calx, kömürle isitilirsa metal yeniden elde edilir. Bu görüse göre Kursun metali=filogistonlu kursun+calx ile gösterilen bir karisim olmaktadir. Soy olmayan Kursun böyle davranirken, soy metal Altin, filogistonundan asla ayrilmaz! Bir mum yakildiginda, hava serbest kalan filogistonu çözer. Kapali bir kap içinde yakilmis mumun bir süre yanmasi, havanin filogistonu tutma ya da çözme kapasitesinin sinirli olmasiyla açiklanmistir.

"Filogistonsuz hava" deyimi o dönemde henüz bilinmeyen oksijene karsiliktir. Kömür ise yandigi zaman "sabit hava" (karbon dioksit) vermektedir:

Kömür + Filogistonsuz hava ® Sabit hava

Böylece kavurma firininda

Cevher + Filogistonsuz hava ® Calx + Kükürtlü dumanlar

tepkimesi olusur. Kapali firinda calx ile isitilan kömür, ortamda serbest halde yeterli filogistonsuz hava bulunmadigi için, sabit havayi calx'i bozarak meydana getirir.

Kömür + Calx ® Metal + Sabit hava

Öne sürülen semaya dayanarak, kullanilan calx ile elde edilen metalin agirliklari arasindaki farkin, kullanilan kömürle olusan sabit havanin agirliklari arasindaki farka esit oldugu, Black tarafindan deneylerle saptanmistir.

Filogiston, bir tek töze karsilik olmamistir. Kömür, isi ya da isik olabilir. Agirlik oranlarinin gözardi edilmesiyle gelisen bu kavram, Leibniz'de "vis est substantia" (kuvvet tözdür) önermesiyle özdeslesmistir. Immanuel Kant ise Saf Aklin Elestirisi adli kitabinda "Filogiston kurami doga bilimcilere bir isik gibiydi." diye yazmaktadir. Beri yandan, bu kuram, içeriginde "negatif agirlik" gibi metafizik nitelikler tasidigi için Newton tarafindan benimsenmemistir.

Dinbilimci, egitimci, deneysel kimyaci ve özgürlük savasçisi olarak çaginda hakli bir ün kazanan Joseph Priestley, 13.III.1733 tarihinde Ingiltere'nin Leeds kenti yakinlarinda dogmustur. Dinbilim ve dilbilim egitimi gören Priestley, çesitli kentlerdeki kiliselerde rahip ve vaiz olarak çalismistir. 1761 de, Warrington akademisi dil ve güzel yazi ögretmenligine atanmistir. 1767 de yayimladigi Elektrigin Tarihi adli kitabinda; içi bos ve elektrikle yüklenmis, iletken bir kürenin içinde-Cavendish'in ters kare yasasiyla gösterdigi gibi-elektriksel kuvvet bulunmadigini, Benjamin Franklin tarafindan önerilen yöntemle açiklamaktadir. Bir birahanenin yakininda oturdugu için bira fiçilari üzerinde biriken sabit havayi (karbon dioksit) basinç altinda bira içinde çözündürmeye çalismis, bu alandaki ugrasisi daha sonra su içinde karbon dioksiti basinçla çözündürerek elde ettigi "Sodali su" adli içecegin kisa sürede tüm Avrupa'ya yayilmasina yolaçmistir.

Bir soylunun yaninda kütüphaneci unvani ile alti yil kalan Priestley'in bu sürede tamamladigi 20 kitap içinde en çok yanki uyandirani, gazlar üzerine en önemli çalismalarinin sonuçlarini toplayan Experiments and Observations on Different Kinds of Air (Havanin Farkli Türleri Üzerine Gözlem ve Deneyler) adli üç ciltlik yapittir. Gazlarla ilgili deneylerinde yeni teknikler kullanan bilgin, örnegin tepkimelerde çikan ürünleri su yerine Civa üzerinde toplayarak suda çözünme etkisini engellemis, kirlenmeyi önlemek için isitma islemini büyüteçlerle ve içbükey aynalarla yapmistir.

Alkali hava (NH3) (Amonyak), vitriolik asit hava (SO2) (Kükürt dioksit), fluor asit hava (SiF4) (Silisyum tetraflorür), daha önce bulunandan farkli özellikte bir tutuskan hava (CO) (Karbon monoksit), asit hava (HCl) (Klorlu hidrojen), nitröz hava (NO2) (Azot dioksit), zayiflatilmis nitröz hava (NO) (Azot monoksit), filogistonlu hava (N2) (Azot), Kükürtlü hidrojen (H2S) ve filogistonsuz hava (O2) (Oksijen) gibi çok sayida gazi bulmustur. 1771 de yaptigi gözlemlerle; mumlarin yanmasi, hayvanlarin solumasi ve çürüme nedeniyle bozulan havanin; nane, ispanak, kanarya otu gibi yesil bitkilerle biraz olsun temizlendigini saptamistir. Notlarinda, "Çok sayida hayvanin solumasiyla sürekli yaralanan atmosfer, sebze üretimiyle bir parça onarilabilir." diye yazmaktadir.

Hayvanlarda kanin islevini, canli bedenindeki filogistonu disari atmak olarak belirlemistir.

Kimyaya en önemli katkisi sayilan Oksijen gazini ilk kez elde edisi, 1.VIII.1774 tarihinde yaptigi bir deneyin sonucudur. Çesitli kimyasal maddelerden havayi ayirmak için yaptigi deneylerden birinde, içine kirmizi çökelek adiyla bilinen (HgO) Civa II oksit koydugu ve dev büyüteçlerle isittigi kaplarda bu maddeden bir tür havanin (gazin) kolayca ayrildigini gözlemistir. Bu hava suda pek fazla çözünmemekte, kendisi yanmadigi halde, içine konan bir mumun alisilmadik siddette yanmasina neden olmaktadir. Filogiston kuramina bagli olan bilgin, çesitli maddelerin normal havada orta alevle yanarken bu gaz içinde siddetle yanmasini hiç filogiston tasimadigi ile yorumlayarak, elde ettigi gaza "Filogistonsuz hava" adini vermistir. Içinde bu gaz bulunan bir farenin, kapta normal hava oldugundan iki kat uzun süre yasadigini saptayinca, denemeyi kendi üzerinde yapma cesaretini de göstermistir. "Buhari solumayi kestikten bir süre sonraya kadar, gögüste garip bir hafiflik ve rahatligin sürdügünü" yazarak, tipta kullanim yollarinin aranmasini ögütlemektedir. Hayvanlarin parlak kirmizi renkli kanlarini basinci düsürülmüs kaplarda çalkalayinca renklerinin koyulasarak toplardamarlardaki kana benzedigini, sonra bunlarin havayla çalkalaninca gene parlak kirmiziya döndügünü saptamistir.

Ayni yilin sonbaharinda Paris'e giden bilgin, burada ününe layik bir ilgiyle karsilanmistir, Lavoisier ile görüsmeleri kimya tarihinde önemli bir olay sayilir.

Bir çok dedikoduyla bulanmis olan bulusmada Priestley'in kirmizi çökelekle yaptigi deneyi ve buldugu gazi anlattigi, buna karsi Lavoisier'in iki yil önce Bilimler Akademisi'ne mühürlü bir zarf içinde verdigi çalismasinin içeriginden söz ettigi söylenmektedir. Fransiz bilgin bu arastirmasinda; Kalay ve Kursunun kalsinlenmesinde, Kükürtle Fosforun yakilmasinda agirliklarin arttigini, litarjin (PbO) (Kursun oksit) isitilmasinda ise çok fazla hava salindigini saptamisti. Günümüzde bilim tarihçileri, oksijeni ilk kez bulan bilginin Priestley oldugunu kabul ederler.

Priestley, 1780 yilinda Birmingham kentinde Yeni Birlik Cemaati rahipligine atanmis, burada James Watt, Josiah Wedgwood, James Keir, Matthew Boulton gibi bilim adamlariyla yakin iliski kurarak kentte canli bir bilim çevresinin olusumunu saglamistir. Fransiz devriminin ve Amerikan bagimsizlik hareketinin etkisiyle gelistirdigi özgür düsüncelerini sergiledigi, gerek politika gerekse dinbilim konularinda ardi arkasi kesilmeden yayimladigi kitapçiklar; hem resmi kuruluslarin hem de Anglikan kilisesinin simseklerini kisa sürede üzerine çekmistir. Bu kurumlarin bilginden bir tür öç alma istekleri öylesine kamçilanmistir ki, Birmingham'da örgütleyip kiskirttiklari büyük bir kitle, Bastille kalesinin zaptini kutlamak amaciyla 14 Temmuz 1791 de toplanan bir yemekte bulundugu gerekçesiyle ayrilikçi kiliseleri ve papaz evlerini üç gün yakmis, yikmis ve yagmalamistir. Gerçekte, söz konusu yemekte bulunmadigi halde, Priestley'in evi ve laboratuvari talan edilen yerlerin basinda gelmektedir. Çigirindan çikmis bu ortamda barinma olanagi kalmadigi için Londra'ya kaçan bilgin, burada da benzer baskilarla karsilasinca 1794 yilinda Amerika'ya göçmüs ve yasaminin son on yilini bu ülkede geçirerek 6.II.1804 de Pennsylvania'da ölmüstür.

10.X.1731 tarihinde Fransa'nin Nice kentinde dogan Henry Cavendish, III. Devonshire dükünün oglu olmasina karsin, soylularin çevresinden uzak kalarak tüm yasamini bilimsel çalismalarina adamistir. Cambridge ve Paris üniversitelerinde bir süre okuduktan sonra Londra'ya yerlesen ve evinde kurdugu laboratuvarda çalismalarini sürdüren bilginin kimya konusunda 1776 da yayimladigi ilk kitabi, Düzmece Havalar Üzerine adindadir. Üç kisimdan olusan kitabin girisinde, "Düzmece Havalar deyimi ile, genellikle diger nesneler içinde esnek olmayan halde bulunan ve kimya sanati ile üretilebilen herhangi bir tür havayi kasdediyorum." demekte ve örnek olarak Black'in sabit havasini (karbon dioksiti) vermektedir.

Kitapta sabit hava ile yaptigi deneylerin bazilari sunlardir: Kapali bir kabin içinde yanan mum, olusan sabit havanin tüm hacime orani 1/9 olunca söner. Su, laboratuvar sicakliginda kendi hacminden fazla sabit hava sogurur. Soguk suda sogurma daha çoktur. Sarap ruhu (etanol) ise, kendi hacminin 2,25 kati kadar bu gazi sogurur. Kireçtasi, mermer ve inci külü (K2CO3) (Potasyum karbonat) üzerine asit etkisiyle sabit hava elde ettigi gibi; çürüme ve mayalanma süreçlerinde de bu gazin ortaya çiktigini saptamistir. Ayrica Çinko, Demir ve Kalay üzerine seyreltik Sülfürik ve Hidroklorik asitlerin etkisiyle elde ettigi - günümüzde Hidrojen olarak bilinen - gaza "Tutuskan hava" adini vermistir. Filogiston kuramina inandigi için metale asit etkisini

Calx + f + Asit ® Calx + Asit + f

Metal Tuz Tutuskan hava tepkimesiyle açiklamaktadir. Tepkimede tutuskan hava, filogistonun simgesi f (Yunanca fi harfi) ile gösterilmektedir. Tutuskan havanin asitten degil metalden kaynaklandigini düsündügü için "Asitlerin etkisiyle metallerdeki filogiston - dogasi degismeden - uçar ve tutuskan havayi olusturur." görüsündedir.

Metallere sicak, derisik Sülfürik ve Nitrik asitlerin etkisiyle çikan Kükürtlü buharlar (SO2) (Kükürt dioksit) ile kirmizi buharlarin (NO2) (Azot dioksit), bu asitlerle filogistonun yaptigi bilesikler oldugunu öne sürmüstür. Bir baska deneyinin sonucunda tuzruhu (HCl) içinde Bakir telin isitilmasiyla "...önemli bir isi degisikligi olmadan suyun siddetle püskürüp siseyi tümüyle doldurdugu"nu ve asitten olusan buharlarin "...suyla karsilastiklarinda esnekliklerini tümüyle yitirdiklerini" yazmaktadir.

Cavendish'in, tutuskan hava (H2) ve filogistonsuz hava (O2) ile su elde etme çalismalari, Priestley'in ugrasilarinin devami sayilabilir. Ilk deneylerinde, kapali bir kap içinde bu iki gazin karisimi patlatildiginda, sistemin agirliginda bir degisiklik olmadigini saptamistir. Hava Üzerine Deneyler adli anilarinda suyun biresimiyle ilgili deneylerini anlatmaktadir:

"Tutuskan hava ile normal hava uygun oranlarda karistirilip patlatildiginda; tutuskan havanin tümü, normal havanin ise yaklasik 1/5 kadari esnekliklerini yitirerek kabin iç çeperinde nem olarak yogunlasmislardir. Bu nemin dogasini daha iyi anlamak için, havalar birlikte yakilmis, yanik hava 8ft ( 2,5m) boyunda bir cam borudan geçirilmistir. Deney sonunda; kokusu ve tadi olmayan, buharlastirildiginda geride artik birakmayan, hemen hemen ari 135 grain (8,75g) su yogunlasmistir."

Daha sonra 37000 grain (2400g) tutuskan ve filogistonsuz havalar karisimindan elektrik kivilcimi geçirerek 19500 grain (1264g) su elde etmistir. Bu arastirmalarindan 1766 da su sonuca ulasmistir:

"Sanirim ki, filogistonsuz hava aslinda filogistonsuz sudan ibarettir. Bir baska deyisle filogistonsuz hava filogistonla birlesince su yapar. Tutuskan hava ise ari filogiston olmalidir." Böylece 1784 de ilk kez hacimsel bilesimini bularak, suyun element degil, bir bilesik oldugunu ortaya çikarmistir. Gizli ve özgül isilar üzerine Black'in deneyleri ve kuramlarina dayanan deneyler yapan bilgin-aslinda filogiston kuraminin yandasi oldugu halde-eski maddesel yapisi görüsüne karsi çikarak, isinin bir cismin parçaciklarinin iç hareketleri oldugunu öne sürmüstür. Yayimlamadigi arastirmalari arasinda elektrikle ilgili olanlar da oldukça önemlidir. Örnegin; tuz çözeltilerinin iletkenliklerini ilk kez ölçmüs, özgül indüktif kapasiteyi bulmus, elektrik niceligi ile yeginligi arasindaki ayrimi belirlemistir.

24.II.1810 da ölen bilginin anisina saygi olarak, Cambridge üniversitesinin büyük bir laboratuvarina adi verilmistir.

XVIII. yüzyil kimyasinin belirleyici niteligi olan filogiston kimyasinin önde gelen temsilcilerinden Carl Wilhelm Scheele, Isveç'in Stralsund kentinde 9.XII.1742 yilinda dogmustur. Iyi bir ilkokul egitiminden sonra, onbes yasinda eczaci çiragi olarak çalismaya baslamasi, bulabildigi kimya kitaplarini okumasina ve kimi deneyler yapabilmesine olanak saglamistir. 1768 de Stockholm'e giderek nicel çözümleme yöntemlerini bulan kimyaci Tobern Olaf Bergman'in bir yardimcisiyla karsilasmis ve onun destegi ile iki yil sonra Uppsala'da çalisma olanagi bulunca, ünlü bilginle de tanisabilmistir. Bergman, genç eczaciya Pirolusit adindaki Mangan mineralini arastirmasini ögütlemis ve tüm gücü ile onu destekleyerek çalismalarinin bilim çevrelerinde taninmasi için ugrasmistir. Sonunda Scheele, 1775 de Isveç Krallik Akademisi'ne üye seçilen tek eczaci çiragi olarak onurlandirilmistir. Almanya ve Ingiltere'den gelen çagrilari geri çeviren Scheele, bir süre sonra küçük bir kasaba olan Köping'e yerleserek bir eczanenin kalfaligini kabul etmis ve yasaminin sonuna kadar burada kalmistir. Varsil olmak için ugrasmaya hiçbir egilim göstermeyen bilginin yasamdaki tek hedefi, doganin henüz açiga çikmamis gerçeklerinin arastirilmasi olmustur.

Scheele'nin kimya kuramina yaklasimi tutucu sayilabilir. Ancak, sasilacak derecede gözlem yetenegine sahiptir ve el attigi her arastirmadan bir bulus yapacak kadar beceriklidir. Yanma olaylari üzerine oldukça kapsamli deneylerini ve yorumlarini içeren, hatta Priestley'den en az bir yil önce (I.S.1773) de buldugu oksijeni de betimledigi, Chemische Abhandlung von der Luft und dem Feuer (Hava ve Ates Üzerine Kimyasal Incelemeler) adli yapiti, yayinevinin isini savsaklamasindan dolayi ancak dört yil sonra yayimlandigi için, bilim tarihçileri bu elementi bulma onurunu Priestley'e verirler. Yillar sonra, özgün laboratuvar notlari incelenince Scheele'nin bulustaki önceligi anlasilabilmistir.

Havayla yaptigi ilk deneylerinde, "Tutuskan madde" adini verdigi filogistonu bol olan çesitli sivi ve katilar üzerinde tutulan havadaki hacim azalmalarini ele almistir. Bunlar arasinda Kükürt karacigeri (K2S2O3+K4S3) (Potasyum tiyosülfat ve Potasyum polisülfür karisimi), beziryagi, içinde Kükürt çözünmüs kireç sütü [7], suyla nemlendirilmis Demir yongalari vardir. Bu maddeler, kapali kaplar içinde tutulduklarinda, birkaç gün içinde üzerlerindeki havanin yaklasik dörtte birini sogurmaktadirlar. Geriye kalan gazda tutuskan madde bulunmamaktadir. Bu gaz, adi havayla filogistonun birlesmesi ve sikismasindan olusmussa - filogiston eksi agirlikli sayildigi için - adi havadan daha yogun olmasi gerekirken, deneyler tam tersini göstermektedir ve adi havanin farkli iki bilesenden olustugu gözlenmektedir. Bilesenlerden nicelikçe çok olani filogistonu çekerken öbürünün böyle bir özelligi yoktur. Scheele filogistonu çeken bilesene "kirli hava" öbürüne "ates havasi" adlarini vermistir. Bu gazlar daha sonra sirayla Azot ve Oksijen olarak adlandirilacaktir.

Deneylerinden birinde, su üzerinde basasagi çevrilmis bir cam balon içinde adi hava ile tutuskan madde dedigi Hidrojeni yakinca su, balonun dörtte birini doldurmus ve alev sönmüstür. Sicak su kullandigi için cam balon da isinmis oldugundan, tepkime ürünü olan su buhari kabin çeperlerinde yogunlasmadigi için bunu camdan kaçan isi olarak nitelemis,

Isi ® Ates havasi + f

denklemiyle göstermistir. Bu görüsle, çesitli yöntemlerle isiyi bozundurarak ates havasini serbest birakmaya ve bu yolla bir mumu parlak alevle yakmaya çalismistir. Ilk deneylerinde, bilesenleri ates havasi (O2) ve filogiston (H2) olan isiyi bozundurmak için, filogistonu çekme egilimi ates havasininkinden daha fazla olan bir madde vermek gerektigini düsünerek, bu amaçla metalleri kolayca etkileyip filogistonlarini çikaran ve kirmizi dumanlar salan Nitrik asiti (HNO3) seçmistir. Nitrik asit yakici potasla (KOH) (Potasyum hidroksit) sabitlestirilmis, olusan nitre (KNO3) (Potasyum nitrat) bir imbikte vitriol yagi (H2SO4) (Sülfürik asit) ile yüksek sicaklikta damitilarak yeniden nitrik asit elde edilmistir.

HNO3 + KOH ® KNO3 + H2O

KNO3 + H2SO4 ® KHSO4 + HNO3

Damitmada çikan kirmizi dumanlar, imbigin bogazina takilmis bir torbada bulunan kireç sütüyle tutulurken, torbayi dolduran renksiz bir havanin içine sokulan bir mumun, parlak bir alevle yandigi saptanmistir.

2HNO3 ® 2NO2 + H2O + (1/2)O2

2NO2 + Ca(OH)2 ® Ca(NO2)2 + H2O + (1/2)O2

Bu renksiz gaz, ates havasi yani oksijendir.

Çesitli alanlardaki sayisiz buluslarini ölümüne kadar sürdüren Scheele'nin kimyaya belli basli katkilari söyle özetlenebilir:

Kemik külünden Fosforu (P) bulmus, Fosfora Sülfürik asit etkisiyle Fosforik asiti (H3PO4) elde etmistir. Florspar mineralinden silisli minerallerin kimyasal nicel çözümlemesinde çok kullanilan Hidrofluorik asiti (HF) ve bu asitle islem sonunda açiga çikan, Silisyumun uçucu bilesigi Silisyum tetraflorürü (SiF4) elde etmistir. Kara manganezi muriatik asit (HCl) (Hidroklorik asit) ile tepkimeye sokarak, "Filogistonsuz muriatik asit" adini verdigi Klor gazini (Cl2) bulmus, çesitli Manganez ve Baryum bilesiklerini belirlemis, Scheele yesili ya da Isveç yesili adi verilen Bakir arsenit (CuHAsO3) pigmentinin biresimini yapmistir.

Anorganik asitlerden, Arsenik asit (H3AsO4), Tungstik asit (H2WO4) ve Molibdik asitin (H2MoO4); organik asitlerden ise Tartarik asit (C4H6O6), Oksalik asit (C2H2O4), Laktik asit (C3H6O3), Müsik asit (C6H10O8), Ürik asit (C5H4N4O3), Sitrik asit (C8H8O7), Maleik asit (C4H4O4) ve Gallik asidin (C7H6O3) ilk kez biresimlerini basarmistir. Dogada fiziksel özellikleri çok benzeyen grafitle (C), molibdenit (MoS2) (Molibden sülfür) mineralinin farkli olusumlar oldugunu saptamistir. Bilim ortamindan uzakta, yetersiz donanimla, tek basina olaganüstü buluslari gerçeklestiren Scheele, en verimli çaginda iken 21.V.1786 tarihinde 44 yasinda ölmüstür.

Modern Kimya

Kimyanin tarih boyunca geçirdigi metafizik ve gizemli niteliklerle dokunmus çesitli dönemlerinin sonunda gerçek bilimsel niteligine kavusmasi, XVIII. yüzyilin ikinci yarisinda yasamis olan ünlü Fransiz bilgini Antoine Laurent Lavoisier ile baslamistir.

26.VIII.1743 tarihinde Paris'te dogan Lavoisier, varsil bir parlamento avukatinin tek çocugudur. Kuvvetli bir egitim aldigi Mazarin kolejinde matematik ve astronomiyle yakindan ilgilenmisse de, babasinin izinden giderek yüksek ögrenimini hukukla tamamlamistir. Doga bilimlerine ilgisini, özel derslerle sürdürerek, Guillaume François Rouelle'den kimya, Bernard de Jussieu'den botanik, Guttard'dan mineraloji ögrenmis; özellikle Paris bölgesi alçi taslarinin çözümlemesiyle ilgili çalismalarini 1765 yilinda yayimlayarak kimya alanindaki ilk yapitini vermistir. Bir yil sonra , Bilimler Akademisi'nin düzenledigi "Büyük bir kenti aydinlatmak için kullanilacak araçlar" adli yarismaya katilmis ve en iyi çözümü önerdigi için altin madalya ile ödüllendirilmistir.

Kaynaklar

* Osman Gürel Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Ankara

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Kimya tarihi
2 yıl önce

altına alarak modern kimyanın ortaya çıkışına zemin hazırladılar. Robert Boyle, The Skeptical Chymist (1661) adlı eserinde, kimya ve simya arasındaki farkları...

Kimya
2 yıl önce

konularla ilgilenir. Kimyanın en önemli dalları arasında analitik kimya, anorganik kimya, organik kimya, fizikokimya ve biyokimya sayılır. "Kimya" sözcüğüyle simya...

Kimya, Analitik kimya, Anorganik kimya, Atom, Bilim, Biyokimya, Element, Fizikokimya, Kimya Kanunları, Kimyager, Kimyasal formül
Nobel Kimya Ödülü
2 yıl önce

Nobel Kimya Ödülü 3 Haziran 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Nobel Ödülleri Nobel Kimya Ödülü sahipleri listesi Nobel Kimya Ödülü...

Nobel Kimya ödülü, 10 Aralık, 1901, 1902, 1903, 1904, 1905, 1906, 1907, 1908, 1909
Kimya mühendisliği
2 yıl önce

Erişim tarihi: 5 Temmuz 2020.  ^ Algüzey, Ahmet Kerem (21 Eylül 2019). "Kimya Mühendisliği Nedir? Kimya Mühendisliği'nin Türkiye'de Gelişimi ve Tarihi". Evrim...

Kimya, Üniversite, Fizik, Doğa, Biyoloji
Farmasötik kimya
2 yıl önce

Medisinal ya da farmasötik kimya kimya ile eczacılığın kesiştiği noktadaki etkin madde dizaynı, organik sentez ve ilaçlar geliştirmek ile ilgili bilimsel...

Farmakofor, Biyoloji, Farmakoloji, Farmakodinamik, Kimya, İlaç, Farmakokinetik
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu
2 yıl önce

Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (kısaca MKE veya MKEK), Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü silah, mühimmat, roket, araç ve gereç ihtiyaçlarını karşılamakla...

Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu, MKE, Türk Silahlı Kuvvetleri
Analitik kimya
2 yıl önce

Analitik kimya, Kimya bilimine bağlı ana bilim dallarından biridir. Belirli bir maddenin kimyasal bileşenlerinin ya da kimyasal bileşenlerinden bir bölümünün...

Analitik kimya, Ağırlık, Bileşik, Bilim, Elektrik, Element, Hacim, Işık absorbsiyonu, Işık emisyonu, Polarimetre, Radyoaktiflik
Kimya Mühendisleri Odası
6 yıl önce

Kimya Mühendisleri Odası (KMO), 27 Ocak 1954 tarihinde 6235 sayılı TMMOB yasası uyarınca kurulmuştur. TMMOB'un 23 odasından biridir. Türkiye’de mühendislik...

Kimya Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Fizik Mühendisleri Odası, Gemi Makina İşletme Mühendisleri Odası, Gemi Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Jeofizik Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Maden Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası