Matüridilik

Kısaca: Matüridîlik, ünlü Türk bilgini Matüridî'nin, Hanefî Mezhebi nin kurucusu İmam-ı A'zam 'ın açtığı yoldan yürüyüp, aklı ön plâna alarak geliştirdiği inanç sistemidir. ...devamı ☟

Matüridilik
Matüridilik

Matüridilik, ünlü Türk bilgini Matüridi'nin, Hanefi Mezhebi nin kurucusu İmam-ı A'zam 'ın açtığı yoldan yürüyüp, aklı ön plana alarak geliştirdiği inanç sistemidir.

Matüridi'de İman, Allah, Peygamberlik Anlayışı

Matüridi'nin İslam ilahiyatının meselelerinden iman, Allah, Peygamberlik konularındaki görüşlerini kısaca ele alırsak:

İman nedir?

Matüridiye göre iman; "kalp ile tasdik dil ile ikrar" (açıkça söyleme) dır. Diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin değildir. Kur'an-ı Kerim'de, "İnanç, henüz gönüllerinize yerleşmedi" (Hucurat suresi/14) ayetiyle imanın kalp ile ilgili olduğuna işaret edilir. Ayrıca, "İşte Allah imanı bunların (gönüllerine), kalplerine yazmış...(Mücadele suresi/22) ayetinde de iman kelimesi kalbe izafe edilmiştir. Bu durumda imanın gerçek rüknü "kalp ile tasdik" tir. İman, tasdik etme, onaylamadır. İman tasdik olunca, aksi de tekzip yani inkar ve yalanlama olacaktır. Tekzib, düzeltme değil de sadece "inkar" niyetiyle ifade ediliyorsa bunun anlamı da (dini yönden) küfür'dür.

Matüridi, Kitab üt-Tevhid adlı eserinde "İmanın kalp ile tasdik veya marifet olduğu meselesi" başlığı altında, sadece bilmenin iman için yetersizliğini anlatır. Zira bir şeyin mahiyetini bilmek onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman bilme den başka bir şeydir. Yani, kalpteki iman ile bilmenin (bilginin) mahiyetleri ayrıdır. Ancak bilgi, kalple tasdikin meydana gelmesinde önemli rol oynar. Zira cehalet de bazan inkarcılığın sebebi olabilmektedir. Matüridi'ye göre hürriyet, iman ve küfrün varlık şartıdır. Yani iman ve küfür tercihle olur.

İman-amel İlişkisi

Genellikle ilmihal kitaplarında kullanılan amel kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin dinin emirlerini yerine getirmesi için yaptıkları" anlamındadır. İmam Şafii 'nin aksine Matüridi iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridi, görüşlerini benimsediği Ebu Hanife 'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridi'ye göre iman ve amel ayrı şeylerdir. Çünkü bir ayette ( Ve men yu'min b'illahi ve ya'mel salihen) "...Allah'a iman eden ve yararlı iş işleyen...(Talak Suresi/11)" buyruğuyla imanı amelden ayırmış, "yararlı iş işleyen" ifadesi "iman eden" ifadesinden ve ile ayrılmıştır. Ayette geçen imandan maksat, kalp ile tasdik tir.

Matüridi'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı kebair) da mümini imandan çıkarmaz. Tanrı'ya ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden çıkmaz, günahkar olur. Günahkar olan kimse tevbe ile kurtulabilir. Tanrı Kur'an-ı Kerim'inde, "'Sizi yaratan O'dur, kiminiz inkarcı (kafir), kiminiz mümindir. Ey inananlar! Mutluluğa ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" ayetleriyle müminlerin, işledikleri günahlardan tevbeyle affedileceklerini müjdeler. Yani, Allah'ın emirlerini uygalamayan veya uygulayamayan müminler günahkar olurlar. Kafirlik (küfr) ise yalanlamayla, inkarla olur.

Allah'ın Varlığı ve Bilinmesi

İslam dininde iman esaslarının başında Allah 'a iman gelir. Mümin ; öncesi ve sonrası olmayan (ezeli ve ebedi), her şeyi yoktan var eden ve zat'ı, sıfatları ve fiileri yönlerinden bir olan Allah'a imanla yükümlüdür.

Allah'ın varlığı, 'Birliği (tevhid), yaratıcılığı konusunda birçok ayetler vardır: (En'am suresi/101; Zumer suresi/62; Bakara suresi/117; Âl-i imran suresi/189; Maide suresi/18, 40, 120... gibi).

Allah'ın varlığı ve Birliği mantık kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir. Kainattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve ahenk içerisinde bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve diğerlerine zarar vermeksizin görev yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan Yüce Tanrıdır.

Allah'ın zat'ına ve fiilerine ait sıfatları vardır ve bu sıfatlar Allah'ın Zat'ının aynı da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmış da değildir.

Allah'ın Başka bir Kelime ile İfadesi

Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiç bir şeye benzemez. (Şura suresi/11). Matüridi, "dengi ve benzeri bulunan bir şey çokluk statüsüne girer ve iki sayısı ile başlar. O'na nispet edilebilecek bütün yaratılmışlık kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek bir mana ile Allah'a izafe edilmesi batıl olmuştur" der. Bu sebeple Allah'ın, yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle anılması caiz değildir.

Allah'a "Şey" Denilebilir

Ebu Hanife gibi Matüridi de Allah'a Şey denilmesini caiz görür. Allah'a şey denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta sakınca yoktur. Bunun iki yolla ispatlanması mümkündür: Birincisi, Kur'an 'da kendisi için şey kelimesini kullanmaktadır. (Bakınız: Şura suresi/11; En'am suresi/19) Allah 'a şey denilmesi caiz olmasaydı ayetlerin bu kelimeyi Allah'a nispet etmemesi gerekirdi. İkincisi, akli yoldur. Matüridi burada "örf açısından şey'iyyet başka değil, sadece varlık ifade (ispat) eden bir cisimdir... Sabit olmuştur ki bir varlığa şey nisbet etmek sadece onun zatının varlığını ve yüceltilmesini ifade eder. Allah da buna layıktır." ifadelerini kullanır. Teftazani Nesefi'nin Akaid'ine yazdığı şerhde bu konu ile ilgili açıklaması yer alır.

Ebu Hanife ise Fıkh-ı Ekber adlı adlı eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları yazar: "Allahu Teala ŞEY'dir. Ama eşya gibi bir şey değildir. Şey olmasının manası; cisimsiz, cevhersiz, arazsız, hadsiz, zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak sabit olmaktır."

Allah'ın Görülüp Görülmemesi

Matüridi Ahiret'de Allah'ın görülebilirliğini savunmaktadır. Kitabındaki şu cümleyle konuya girer:

"Aziz ve celil olan Rabbin görülmesi hakkındaki söz şundan ibarettir: Bize göre O'nun (Allah'ın) görülmesi gereklidir, haktır, ancak bu rü'yet idraksiz (yani sınırsız) ve tefsirsiz (yani bakanın karşısında olmaktan, belirli aralıkta olmaktan... münezzeh) olacaktır."

Bilgi, Akıl ve İrade Hürriyeti

Matüridi, Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı herkesin kendi görüşünün "doğruluğunu kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip" olması gerekir. Akıl, bilgi edinilmesine kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını Matüridi duyular, haberler (nakiller) ve akıl olarak belirler. O'na göre bilgi vehbi (kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbi (sonradan kazanılan) dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir adet-i ilahiye 'dir. Tanrı insana akletme, aklını kullanma yeteneğini, diğer varlıklara bir üstünlük özelliği, temyiz gücü olarak bahşetmiştir. Yani insan eşref-i mahlukat tır.

Allah'ın mutlak kudreti ile insan kudreti arasındaki ilişki konusu İslam düşünürleri arasında farklı yorumlar yapılmasına sebep olmuştur. İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren, insanların eylemlerinde hür olup olmadıkları hep tartışıla gelmiştir. Hatta Peygamber zamanında "kader" konusunu tartışanlara Peygamberin sinirlendiği ve bu konuda tartışmayı uygun görmediği (Sahih-i Buhari Kitab üt-Tefsir Bölümü, Hadis Nu.237) anlatılmaktadır. Ancak, insanoğlunun kafasını devamlı meşgul eden hürriyet meselesi onları arayışa sürüklemiştir. Bazıları olayların, eylemlerin insanların iradelerine bağlı olmayıp, Tanrı tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre her şey Tanrı'nın emrine bağlıdır; insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Kulların eylemleri (fiilleri) kendi iradelerine, isteklerine bağlı değil, ilahi iradeye tabidir. Daha açık ifade ile, insanların eylemleri (fiilleri) doğrudan doğruya Allah'ın fiilleridir. Böyle düşünen kişilere İslam Mezhepleri Tarihi'nde Cebriye adı verilmiştir. Tarihte bu anlayışın babası olarak Cehm b. Safvan (öl.746) gösterilir. Bunlara göre insanların yaptıkları ve yapacakları hiç bir şey kendi iradesi ile olmayıp, önceden takdir edilmiştir ve insanlar yapmaya mecburdurlar; yapıp yapmama hürriyetleri yoktur.

Cebriye mezhebi (fatalizm) karşısında bu mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri süren bir grup oluştu. Bunlar da kulları, yani insanları kendi eylemlerinin halikı yani "yaratıcısı" kabul ediyor ve Kaderiye Mezhebi ni savunuyorlardı. Başka bir ifade ile, Kaderiye'ye göre; insanın bütün eylemleri (fiilleri) Tanrı'nın iradesinden tamamen ayrı olarak sadece kendi iradesi ile meydana gelir. Konu (Mezhepler) ile ilgili tarihçilere göre bu mezhebin kurucuları Ma'bed el-Cüheni ve Geylan ed-Dımışki'dir ve onlar insanın (yani kulun), Tanrı'nın dahli olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem (fiil) yaratacak kudrete sahip olduğunu iddia ederler.

Mutezile mezhebine göre Allah adildir. Bunun gereği olarak insanlara irade (Bir şeyi yapıp yapmama güç ve tercihi) hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini(fiilini) kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar.

Bütün bu değişik görüşler karşısında oluşan Ehl-i Sünnet mezheplerinden Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlediğinden, Eş'ariye ve Matüridiye mezhepleri görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmışlardır.

Matürüdi irade hürriyeti bakımından, insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile, insanın eylemlerinde Allah'ın hiç bir etkisini kabul etmeyen Mutezile arasında üçüncü bir yol izler. Zira Matüridi bu bu konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "kesb" denilir. Allah'a ait eylem (fiil) de "kesb" değil, "halk"tır.

Şeriat, Tarikat, İbadet

Günümüzün din, şeriat nedir; din ile şeriat ayni şeyler midir? sorularına Matüridi'nin cevapları mantıki ve akla dayalıdır. Din, Allah'ı bilmek ve O'na ibadet etmektir. Bütün Peygamberler, sadece Allah'ı bilmeye ve ibadeti de sadece Allah'a has kılmaya davet etmişlerdir. Yani, bütün Peygamberler tevhid dinine mensupturlar. Hiç bir Peygamber kendinden önceki peygamberlerin dinini reddetmeyi emretmemişlerdir. Hz. Âdem 'den bu yana bütün Peygamberler ayni dini fakat değişik şeriatı tebliğ etmişlerdir. Bu ifadelere delil olabilecek bir ayet-i kerime: "...Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lakin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın.(Maide suresi/48)"

Matüridi'nin görüşleri doğrultusunda din ile şeriatın farklılıklarını şöyle özetleyebiliriz:
a- Din'de Nasih-Mensuh cereyan etmez. Ama şeriatda Nesh yani Hükümsüz Kılma mümkündür. Bütün peygamberler, kendilerinden önceki peygamberlerin akaid esaslarını (yani dinlerini) tasdik etmişler, fakat ibadet, ahlak ve haram-helal gibi hususlarla ilgili farklı emirler getirmişlerdir.
b- Din, kalbin ve inancın fiilidir. Şeriat ise organların fiili (eylemi)dir.
c- Dinin yargı kalıplarıyla şeriatın yargı kalıpları farklıdır.
d- Şeriat (yani dini hükümler ve ibadetler) dinden parça değildir.
e- Dinin kaynağı akıl, şeriatın kaynağı ise; duyma, işitmedir.
f- Aklı yerinde olan bir kimse dinde mazeret ileri süremez.


Tarikat ve mezhep de ayni şeyler değildir. Mezhep , bir dinin alt kimliğini ifade eder. İnançla ilgili olanlarına İtikadi Mezhepler , ibadet ve uygulamalarla ilgili (yani şeriatla ilgili) olanlarına ise Fıkhi Mezhepler adı verilir.

Tarikat ise "Kamil bir mürşidin irşadiyle nefsin ibadete hasredilmesi (kendini vermesi), böylece de "vahdet" hakikatine ulaşması" diye tarif edilir. Mezheplerin ölçüleri ve kaynakları yazılı dini metinler ve akıldır. Tarikatların amacı ve esası "insan ruhunun terbiye ve irşad ile harici alemden ahlakın (ilişkilerin) kesilmesi ve batın alemiyle ilişkinin temini"dir.

Matüridi, tasavvuf ve tasavvufun kurumsallaşmış teşkilatı olan tarikatlara mesafelidir. Bu, duygusal değil ilmi bir tavır alıştır. Zira matüridi, tasavvufun ahlakiliğini; İslamın, imanın, ma'rifetin bulunduğu yer olarak Akaid Risalesi'inde, göğüs, gönül, yürek, kalp... olduğunu kabul eder. Ancak Matüridi'nin mesafeli duruşu bilgi kaynakları yönündendir.

Matüridi'ye göre İbadetler

Yüce Tanrı insanlara iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt etme gücü (temyiz kabiliyeti), aklını kullanabilme gücü vermiştir. Tanrı, aklı olanları dini yönden mükellef (sorumlu) kılmış olup, aklı olmayanlar "İlahi emrin sorumluluğu dışındadırlar." Akıl sahipleri akıllarını kullanmak suretiyle yaratıcı ve tek olan Tanrı'yı bulmak ve bilmek zorundadırlar. Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi Şeriat'ı ve Şeriat'ın bir bölümü olan ibadet lerin ne şekilde yapılacaklarını akıllarıyla belirleyemezler. Bunları ancak peygamberler vasıtası ile öğrenebilirler. Matüridi, amel ile imanı ayrı tutar ve amel ile imanın ayrı şeyler olduğunu savunur.O'na göre, iman etmek mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.

Kaynakça

*Ahmet Vehbi Ecer, "Büyük Türk Alimi Matüridi"
  • Ahmet Vehbi Ecer, "İslam Tarihi Dersleri"
  • Ahmet Vehbi Ecer, "Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri"
  • Ahmet Vehbi Ecer, "Tarihte Türkler, İslamiyet ve Mezhepleri" (Erciyes Gazetesi)
  • Nihat Keklik, "Felsefe-Mukayeseli Temel Bilgiler ve Kaynaklar"
  • Amiran Kutkan, "Türk Milletinin Manevi Kaynakları"
  • Sönmez Kutlu, "İmam Matüridi ve Matüridilik"
  • Abdullah Manaz, "Dünyada ve Türkiye'de Siyasi İslamcılık"
  • Hanifi Özcan, "Matüridi'de Bilgi Problemi"
  • Nureddin Sabuni, "Matüridiye akaidi" (Çev.Bekir Topaloğlu)
  • Hilmi Ziya Ülken, "Millet ve Tarih Şuuru"
  • M.Sait Yazıcıoğlu, "Matüridi ve Nesefi'ye göre İnsan Hürriyeti Kavramı"
  • Julius Welhausen, "Arap Devleti ve Sükutu" (Çev.F.Işıltan)

    Ayrıca Bakınız

    *Kelam
  • İslam felsefesi
  • Diyanet İşleri Başkanlığı Maturidilik, Atatürk ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının itikadi mezhebidir.
  • İtikadi Mezhepler

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.