Ortaçağ Felsefesi

Kısaca: Klasik çağ ile modern çağ arasında kalan tarihsel dönemde söz konusu olan felsefe faaliyeti; düşünce tarihinde M.S. 1. ya da II. yüzyılla, XV. yüzyıl arasında kalan tarihsel kesitin felsefesi. Ortaçağ Felsefesi kendi içinde dört ayrı geleneği ihtiva eder: 1- Batı ya da Avrupa’da gelişip, Latince ifade edilmiş olan Hıristiyan felsefesi, 2- Doğuda İslam dünyasında zuhur etmiş ve Arap dilinde ifade edilmiş olan İslam felsefesi, ...devamı ☟

Ortaçağ felsefesi
Ortaçağ Felsefesi



Ortaçağ'da felsefenin üç etkili ismi; Platon, Seneca ve Aristoteles
Ortaçağ'da felsefenin üç etkili ismi; Platon, Seneca ve Aristoteles
Klasik çağ ile modern çağ arasında kalan tarihsel dönemde söz konusu olan felsefe faaliyeti; düşünce tarihinde M.S. 1. ya da II. yüzyılla, XV. yüzyıl arasında kalan tarihsel kesitin felsefesi.

Ortaçağ Felsefesi kendi içinde dört ayrı geleneği ihtiva eder: 1. Batı ya da Avrupa’da gelişip, Latince ifade edilmiş olan Hıristiyan felsefesi, 2. Doğuda İslam dünyasında zuhur etmiş ve Arap dilinde ifade edilmiş olan İslam felsefesi, 3. Sadece Hıristiyan ülkelerin­de değil, fakat İslam dünyasının çok çeşitli bölgelerinde Musevi düşünürler tarafından İbranice ifade edilmiş olan Yahudi felsefesi 4. Hıristiyan Bizans İmparatorluğu içinde Grek diliyle ortaya konmuş olan Bizans fel­sefesi.

Dört farklı geleneğine, ve söz konusu ge­leneklerin kendi aralarında sergilediği temel birtakım farklılıklara rağmen, Ortaçağ felse­fesi bir bütün meydana getirir. Bunun üç temel nedeni vardır. Her şeyden önce, gerek Hıristiyan felsefesi, gerek İslam felsefesi ve gerekse Musevi ve Bizans felsefesi ortak bir felsefi mirası paylaşır: Antik Yunan felsefe­si. Buna göre, Grek düşüncesi geç Antik­çağda, özellikle Yeni-Platonculuk eliyle Or­taçağ felsefesine önemli bir etki yapmıştır. Ortaçağ felsefesinin kendi içinde bir bütün oluşturmasının ikinci büyük nedeni, sözünü ettiğimiz dört ayrı felsefe geleneğinin bir­birleriyle yakın bir ilişki içinde olmasıdır. Nitekim, Ortaçağda Musevi düşünürler, okudukları İslam düşünürlerden, özellikle de Farabi ve İbni Sina’dan yoğun bir biçim­de etkilenmiş, aynı İslam felsefesi 12. yüz­yıl Rönesans’ı yoluyla Batı’ya kaynaklık, ya da en azından antik Yunan felsefesinin akta­rılmasına aracılık etmiştir. Nihayet, dört ayrı gelenek de, vahye dayalı tek Tanrılı dinlerin hakim olduğu kültürlerin bir parça­sı olmak durumundadır. Dini öğretiyle felsefi spekülasyon, veya teoloji ile felsefe arasındaki ilişki bu geleneklerin her birinde farklılık gösterse de, ele alınan felsefi prob­lemler hepsinde üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Ortaçağ felsefesinin genel özellikleri

Ortaçağ felsefesi, klasik batı felsefesi tarihi ekseninde bakılacak olunursa, Antikçağ felsefesinin sonlarında belirginleşmeye başlayan din yönelimli ya da dinsel içerikli felsefe tarzının gelişmesi olarak gerçekleşir.Bu noktada belirgin bir özellik olarak felsefenin dinsel tartışmaların bir aracı durumuna gelmiş olduğu, genel Batı felsefesi tarihçilerinin ortak saptamasıdır.Sözkonusu olan din Hıristiyanlıktır. Ortaçağ boyunca dinsel öğretileri temellendirmek ya da dini dünya görüşüne kategorik bir temel sağlamak, felsefe yapma tarzının genel bir görünümü olmuştur.Hıristiyan dininin kendisine felsefe aracılığıyla bir açıklayıcılık sağlamaya, geçerliliğini temelendirmeye yöneldiğini görmekteyiz. Bu dönem boyunca inanç-bilgi-akıl-Tanrı ekseninde yürütülen tartışmaları görmekteyiz.Din ile felsefe ilişkisi bu dönem boyunca çatışmalı durumlarda gösterir; bazı din bilgeleri felsefenin dinden, Hıristiyanliktan uzak tutulmasi gerektiğini söyler ve buna çaba gösterir, buna karşılık başka bazıları inancın ve dinin temellendirilmesinde felsefenin gerek olduğunu söyler.

Batı Roma İmparatorluğunun çöküşü meydana getirdiği kaotik ortamda kültürel ve düşünsel gelişmelerde bir bir kesintiye yol açmıştır.Antikçağda oluşan ve süregelen düşünsel gelişmelerden belirgin bir uzaklaşma ve bu gelişmelerin reddedilişi görülür.Din-felsefe ilişkisi bu ortamda grift bir görünüm sunar; bir yanda felsefe din içerisinde kaybolmuş gibi görünürken, bu kayboluş aynı zamanda felsefenin din içinde saklanmasını ve korunmasını getirir. Dinsel düşünce kendisini temelendirmek için felsefeyi muhafaza ederken, bilgi sevgisi olarak anlaşılan haliyle olmasa ve dini amaçlara hizmet için kullanılsa bile belirli bir ölcüde antikçağda şekillenen felsefi düşüncenin korunmasını sağlamıştır.Felsefe bu dönemde açıkca görünür olmasa bile içkin özelliklerini tamamen yitirmemiştir.Bu bağlamda, ortaçağ felsefesi, Kilise öğretileriyle varlığını sürdürmüş, fakat Rönesanstan itibaeren bilimsel ya da eleştirel düşünceye yönelmeye başlamıştır.Bu sözkonusu nitelikteki ortaçağ felsefesini Macit Gökberk "Hıristiyanlaştırılmış Antik Felsefe" olarak değerlendirmektedir. Belirtilmesi gereken başka bir nokta ise, bu felsefenin öteki dönemlerde görülen felsefe yapma tarzından farklı olarak statik nitelikte oluşudur.

Ortaçağ felsefesinde Arap felsefesinin ya da İslam felsefesinin etkisini de belirtmek gerekir.İslam felsefesi Batı düşüncesinde bu ttür gelişmeler olurken, Antikçağ felsefesi ile irtibatlı olmuş, kaynakları çevirmiş, islama özgü iç tartışmalarda bu kavramsal ve yöntemsel araçları kullanmıştır.1200'lü yıllardan itibaren bu alandaki kaynaklar batı'ya yönelim gösterir, ki felsefe tarihcilerinin çoğu, Batı'daki din-felsefe ayrımlaşmasının hızlanmasında bu etkinin belirgin bir yeri olduğunu söylerler.İslam filozofları da benzer şekilde inancı antikçağ felsefesinden alınan kavramlarla temellendirmeye, akıl ve mantık yoluyla açıklık sağlamaya yönelirler. Bu yönelimle kutsal metinleri yorumlama, tevsir ve mantık ya da dil analizlerinin ortaya konulduğu görülür.Bu yaklaşım ortaçağ felsefesinin genel karakteristiğidir bir anlamda.Yorumsamacılık'ın kökleri ortaçağ felsefesine uzanır.Diğer ortaçağ filozofları gibi onlarda tanrı'dan hareket ederek, varlığa ve varoluşa, insan varlığına ve düşüncesine açıklık getirmeye çalışırlar.Bunlarla birlikte antikçağ düşüncesinin taşınması ve geliştirilmesi bakımından Farabi, İbni Rüşt, İbni Sina, İbni Arabi gibi filozofların Batı felsefesi üzerinde etkisi birçok bakımdan belirleyici olmuştur.

Ortaçağ felsefesinin temel özellikleri

Söz konusu temellere ek olarak, Ortaçağ felsefesinin temel özellikleri, şöyle sınıfla­nabilir:

1. İlkçağ Yunan felsefesinin belli bir halkın, antik Yunan ya da Atina halkının, modern felsefenin ise farklı uluslara men­sup ayrı bireylerin felsefesi olduğu yerde, Ortaçağ felsefesi, bireylerin ve halkların ka­rakteristik özelliklerinin üstünde olan dini bir topluluğun, bir ümmetin, Hıristiyan ya da İslam toplumunun veya Yahudi cemaati­nin felsefesidir.

2. Antik Yunan felsefesinin bütünüyle dünyevi bir felsefe olduğu, klasik aklın en temel özelliğinin sekülarizm olduğu yerde, Ortaçağ felsefesi kendisine öte dünyasal bir ilginin hakim olduğu bir felsefedir. Başka bir deyişle, Yunan’da insanın temel proble­minin bu dünyada mutluluğa erişmek oldu­ğu kabul edilmiştir; Yunan’da, insanın bu problemi çözebilecek güce sahip bulundu­ğuna ve kendi çabasıyla iyi ve mutlu bir ha­yata ulaşabileceğine inanılmışken, Ortaçağ­da problemler, bu dünyadaki hayattan ziyade, ahiret hayatıyla ilgili olan problem­lerdir. Aranan mutluluk, bu dünyadaki mut­luluk değil, fakat ebedi bir saadettir. Bun­dan dolayı, antik Yunan’da bağımsız bir felsefe disiplini olan etik ve estetik yerini çok büyük ölçüde teolojiye bırakır.

3. Başka bir deyişle, Ortaçağ düşünürleri önemli olan biricik şeyin insanın doğaüstü varlık alanıyla, aşkın ve mutlak olarak yet­kin varlıkla olan ilişkisi olduğunu öne sür­müşlerdir. Bu da, doğal olarak Ortaçağda felsefenin mahiyetini ve konu alanını baştan sona değiştirmiştir. Buna göre, antik Yunanda doğa bilimiyle sosyal bilimler hem kendi başlarına, ve hem de iyi ve mutlu bir yaşam amacı için sağlam araçlar olarak değer taşı­maktaydılar. Oysa özellikle Hıristiyanlar için bunlar sadece yararsız değil, fakat bazen de zararlı ve hatta tehlikeli disiplinler olup çık­mışlardır. Yine, Yunanlı ahlaklılığı bir top­lumsal etik içinde ve mutluluk amacını gö­zeterek ele alırken, Ortaçağda ahlaklılık dinin bir parçası haline gelmiştir. Dolayısıy­la, Yunan’da etik zaman zaman kozmolojik olarak, zaman zaman da toplumsal bir zemin üzerinde temellendirilirken, Ortaçağda etik teolojik bir düzlemde temellenir. Ni­tekim, bu dönemde davranış ya da insani eylem, amacına göre değil, fakat Tanrı‘nın emirlerine uygun düşmekliğine veya düşme­mekliliğine göre değerlendirilir. Tanrı, insan için yüce ve yüksek bir ideal getirdiğinden, Ortaçağ insanı eksikliliğini, başarısızlığını. ve hatta günahkarlığını her daim duyumsa­mak durumunda olan biridir. İşte bu duru­mun bir sonucu olarak, Yunan düşüncesinin özü itibariyle iyimser bir felsefe olduğu yerde, özellikle Hıristiyan Ortaçağ felsefesi kötümserlik üzerine yükselen bir felsefedir.

4. Yine Yunanlının temelde bir olan, bir­lik içinde bulunan bir evrende, yani bir mik­rokosmos olarak kendisinin bir parçası ol­duğu özde anlaşılabilir olan makrokosmosta yaşadığı yerde, yaratıcısından ayrı düşmüş bir varlık olarak Ortaçağ insanı kendisine yabancı bir evrende yaşamak durumunda ol­muştur. Bu insan için, bir tarafta aşkın, ya­ratıcı Tanrı, diğer tarafta ise kendisini Tanrı’dan her geçen gün biraz daha uzaklaş­tıracak, özüne yabancı bir varlık alanı bu­lunmaktadır. Bundan dolayı, Ortaçağ felse­fesi için problem, teorik ya da bilimsel bir problem olmayıp, tümüyle pratik bir prob­lemdir: Yaratıcısına bozulmamış, maddenin kiriyle pislenmemiş olarak nasıl dönülebile­ceği problemi.

5. Ortaçağ felsefesi, İlkçağ felsefesinden öncelikle bir kopuşu gözler önüne serer. Bu­nunla birlikte, iki felsefe arasında, her şeye rağmen bir sürekliliği ve çok önemli bir noktada da ortaklık vardır. Kopuş temelde, İlkçağ felsefesinin, dini açıklama ya da mi­tolojiyi reddedip, kendisini öne sürmek su­retiyle oluşan ve gelişen’ özerk bir felsefe ol­duğu yerde, Ortaçağ felsefesinin özerkliğini yitirip, tümüyle dine, dini dogmaya tabi olan bir felsefe olmasından kaynaklanmak­tadır. Süreklilik ise, Ortaçağ felsefesinin hem Doğuda ve hem de batıda kültürel ya da felsefi bir miras olarak doğrudan doğru­ya İlkçağ felsefesine dayanmasından mey­dana gelir. Nitekim, Ortaçağ felsefesi dine dayalı, din temelli bir felsefe olsa bile, kav­ram ve kategorilerini, terminoloji sini kendi başına yaratmış bir felsefe değildir. Ortaçağ felsefesi, ihtiyaç duyduğu kavram ve kate­goriler için, doğrudan doğruya Yunan felse­fesine yönelmiştir. Ortaçağ felsefesinin te­melinde bulunan felsefe geleneği, Platon ve Plotinos’un, ve bu arada Aristoteles’in felse­felerinden oluşur. Fakat iki felsefe arasındaki, onları birlikte modern felsefeden bütü­nüyle farklılaştıran, sürekliliğin temel unsu­ru, gerek İlkçağ ve gerekse Ortaçağ düşün­cesine damgasını vuran, modern çağın mekanik dünya görüşünün kendisinin ye­rini alacağı, teleolojik dünya görüşüdür.

6. Ortaçağ felsefesi, teleolojik bir anla­yışla, doğayı Tanrı tarafından bir amaca göre yaratılmış ve düzenlenmiş statik bir sistem olarak görmüştür. Açıklamadan nite­liksel bir açıklamayı anlayan ve nedensel­likten büyük ölçüde ereksel nedenselliği an­layan Ortaçağ düşünürlerine göre, maddi dünya, tanrısal gerçekliğin çok soluk bir gölgesinden başka hiçbir şey değildir.

7. Ortaçağ felsefesi, hemen her felsefe gibi, birtakım kabulleri olan bir felsefe olmak durumundadır. Bu kabullerin en önemlisi ise, Ortaçağ düşüncesine Platon fel­sefesinden intikal eden, en yüksek veya en yüksekte olanın, en üstte bulunanın ontolojik olarak en gerçek, aksiyolojik olarak da en değerli varlık olduğu kabulüdür.

8. Orta­çağ felsefesi dini anlamlandırma ve temel­lendirme çabasında, ana düşüncelerinde, problemlerinde ve bu problemlere getirdiği çözümlerde, hemen her zaman Yunan felse­fesine bağlı kalmıştır. Bu felsefede yapılan iş, daha çok Antik Yunan’ın düşünce dünya­sını benimsemek ve Yunan felsefesinin temel kavramlarını işleyerek, inancı temel­lendirmek olmuştur. Ama, Ortaçağ felsefesi benimsediği ve kendisine göre biçimlendir­diği felsefeyi, genellikle olmuş bitmiş, yet­kin bir sistem olarak görmüştür. Buna göre, antik Yunan felsefesinin dinamik bir yapı sergilediği yerde, Ortaçağ felsefesi mutlak hakikatleri bulmuş olduğuna inanan statik bir felsefedir.

9. Yine, Ortaçağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır. Başka bir deyişle, Ortaçağ fel­sefesi teosantrik, ya da Tanrı merkezli bir felsefedir. Nitekim, bu felsefenin temel ko­nuları, Tanrı ve Tanrı’nın varoluşu problemi, iman ya da otorite ve akıl ilişkisi, Tanrı-evren ilişkisi, kötülük problemi ve tümeller problemiyle belirlenir. İlk bakışta, Tanrı ko­nusunun dışında kaldığı düşünülen temeller konusu bile, tümellerin en azından XIV. yüz­yıla kadar Tanrı’nın zihninde bulundukları veya Tanrı yaratısı ebedi ve bağımsız ger­çeklikler oldukları öne sürüldüğü için, Tanrı konusuyla yakından ilişkili olmak durumun­dadır.

10. Ortaçağ felsefesinde, felsefe inanca, inançta vahye tabi olmak durumundadır. Bundan dolayı, Ortaçağ kültüründe çok önemli bir rol oynayan din, felsefe ve rasyo­nel bir hayat görüşü üzerinde de çok temelli bir etki yapmıştır. Örneğin, Skolastik felse­fede, vahyin temel ya da en azından aklın vazgeçilmez bir yardımcısı olduğuna inanıl­mıştır. Skolastik dönemin filozofları, akıl ile iman arasında bir ayırım yapmış ve zaman zaman da felsefenin göreli bağımsızlık ya da özerkliğini vurgulamış olmakla birlikte, Or­taçağın dünya görüşünde, bilimde ve felsefede, bir çözüme kavuşturulacak problemlerin çözümü de dahil olmak üzere hemen her şey teoloji tarafından belirlenmiştir.

11. Yine Ortaçağ felsefesi söz konusu ol­duğunda, belli bir gelenek, ve vahye daya­nan bir din çerçevesinde oluşan otoriteye duyulan saygı esastır. Bu dönemde felsefenin mahiyeti, kapsamı ve sınırları dini çer­çeve ve ruhani otorite tarafından belirlenir ve hiçbir şekilde değiştirilemez. Ortaçağ fel­sefesi, otoriteye duyulan inancı temele aldı­ğı için de, doğal olarak eleştiriye ve şüphe­ciliğe kesinlikle kapalı olan bir felsefedir.

12. Ortaçağ felsefesi, bütünüyle realist bir çizgi boyunca gelişmiştir. Yani, Ortaçağ düşünürleri, Skolastiğin gerileme dönemin­de çok etkili olan Ockhamlı William bir kı­yıya bırakılacak olursa, tümeller konusunda benimsedikleri realist tavırdan başka, zihin­den bağımsız bir gerçekliğin var olduğun­dan hiçbir zaman kuşku duymamışlardır. Başka bir deyişle, Ortaçağ düşünürleri, on­tolojik realizm bağlamında gerçekliğin zi­hinden bağımsız olduğunu öne sürmüşler­dir. Bununla birlikte, Ortaçağ düşüncesinde, zihinden bağımsız bu gerçeklik, gerçekten ve mutlak olarak var olanın ezeli-ebet ve değişmez Tanrı olması anlamında, tinsel bir yapıdadır. Buna göre, realizmi tamamlayan yaklaşım, aynen Platon ve Plotinos’ta oldu­ğu gibi, spiritüalizmdir.

13. Ortaçağ felsefesi varlığın bilgi ko­nusundan, ya da ontolojinin epistemolojiden önce geldiği bir felsefedir. Buna göre, Orta­çağ felsefesi, özneden hareket eden, bilimin gelişimine koşut olarak önce bilgi konusunu ele alan, ve varlığı bilimin taleplerine göre sınıflayan ya da yorumlayan modern felse­fenin tersine, önce zihinden bağımsız bir gerçekliğin varoluşunu teslim edip, bu ger­çekliğin bilgisine nasıl ulaşılabileceği konu­sunu daha sonra ele alır.

14. Yine, aynı ontolojik bağlamda, Or­taçağ felsefesi, özellikle varlığı bilinen maddi varlık alanı ve bilen özne, madde ve zihin olarak ikiyi ayıran modern felsefenin düalizminin tersine, baştan sona birci olan bir felsefedir. Bu, hem ezeli-ebedi, mutlak, değişmez ve yetkin bir varlık olarak Tanrı’nın, gelip geçici maddi varlık alanıyla kıyaslandığında, biricik gerçek varlık olma­sı; hem modern dönemde ikiye bölünen in­sanın, her ne kadar madde-form, beden-ruh analizine tabi tutulabilse de, birlikli, bütün­lüklü ve ahenkli bir töz olması; ve hem de geliştirilen öğretiler bağlamında, resmi gö­rüşe uygun olmayan hiçbir öğretiye izin ve­rilmemesi anlamında, böyledir.

15. Ortaçağın metafizik anlayışı, varo­lan her şeyin nedeni ya da kaynağı olan aşkın bir gerçekliğe ilişkin araştırma, varolanları varlık kaynağı olan Tanrı’yla ilişkisi içinde ele alma anlamında teoloji olarak metafizik­ten meydana gelir. Ortaçağda gelişen meta­fizik, ayrı, değişmez ve ezeli-ebedi bir varlı­ğa ilişkin araştırmadır. İstisnasız tüm Ortaçağ filozofları, sistemlerinde Tanrı’dan yola çıkar ve önce Tanrı’nın varoluşunu ka­nıtlayarak, varlığı yaratan-yaratılmış olan ilişkisi çerçevesinde ele alır. Buna en iyi örnek, ünlü “beş yol”uyla, Aquinalı Aziz Thomas’tır. O, Tanrı’nın varoluşunu beş ayrı kanıtla ispat ettikten sonra, yaratıcı ve doğa­üstü bir Tanrı dışındaki varlıkları ya da yara­tılanları Aristotelesçi bir kavramsal çerçe­veyle açıklama çabası vermiştir. Aynı şey, İslam dünyası filozofları için de geçerlidir, şu farkla ki Farabi, İbn Sina ve İbni Rüşd’de, Aristotelesçi bir kavramsal çerçe­ve, Plotinos’tan gelen bir südür ya da türüm öğretisiyle tamamlanmıştır. Ortaçağ düşün­cesinin teoloji olarak metafizik anlayışının temelinde ise, varlığın ancak ve ancak varlı­ğın kaynağı olan yaratıcı Tanrı aracılığıyla açıklanabileceğini ve Tanrı’nın varlığının akıl yoluyla kavranabileceğini dile getiren iki kabul bulunur.

16. Ortaçağ felsefesindeki söz konusu teoloji olarak metafizik anlayışı, doğal ola­rak hemen her Ortaçağ düşünüründe bir ör­neğine rastladığımız değere dayalı bir varlık hiyerarşisine yol açmıştır. Böyle bir varlık hiyerarşisi, varlıkları hiyerarşideki yerlerine göre sınıflar ve onlara varlık ve belli bir değer yükler.

17. Ortaçağ felsefesinin en belirleyici yönlerinden biri, de hiç kuşku yok ki, onun yöntemidir. Buna göre, Ortaçağ düşünürleri, Tanrı sözü olan kutsal kitaba dayanan imanı sistematik bir biçimde ifade etmek, savun­mak ve geliştirmek için, daha çok şerhe, kutsal metinleri yorumlama metoduna ve mantıksal/dilsel analize yönelmişlerdir. Or­taçağ düşünürleri bu bağlamda, öncelikle Yunanlıların bilimsel ve felsefi terminoloji­lerini kullanmışlar ve daha sonra da, Yunan mantığını bir bütün olarak almışlardır. Şu halde, Ortaçağ filozofları, imanı sistemleş­tirme ve temellendirme çabalarında aklı ve mantığın tümdengelimsel tekniklerini kullanmışlardır.

Ortaçağda felsefe gelenekleri

Ortaçağ felsefesinin genel özelliklerden anlaşılacağı üzere, genel bir din eksenlilik durumu sözkonusudur.Buna bağlı olarak belirgin felsefe geleneklerini belirtecek olursak, şöyle sıralayabiliriz:



Bu geleneklerin farklılıklarına rağmen ortak felsefi özellikleri Antikçağ felsefesine dayanıyor olmalarından ileri gelir;bu gelenekler antikçağ felsefesini kendi dinsel niteliklerine göre sürdürür durumdadırlar ve birbirlerini bu temelde sürekli etkilemişlerdir.Ortaçağ felsefe geleneklerinde, antikçağın önemli filozoflarının ve felsefe akımlarının çoğu görülür, şüphecilik hariç. Din temelli felsefe tarzının şüpheciliği tamamen dışlaması anlaşılır bir durumdur. Merkezinde Tanrı olan bir felsefe geleneğinin şüpheciliğe imkan tanımayacağı açıktır. Bunun dışında Platon; Aristo, Stoacılık vb. varlıklarını sürdürür.

Ortaçağ felsefesinin başlangıç evrelerinde Apologiacılar'ı ele almak gerekir.Bunlar Hıristiyan dininin savunusunu yapmaya, Hıristiyanlığın söylendiği gibi bir kötülük ve dinsizlik olmadığını kanıtlamaya çalışırlar.Bunun gibi Patristik felsefe'de din adamlarının Hıristiyanlik öğretisinin temellerini kurmaya yönelik bir girişim olarak belirir.Ayrıca dinsel-mistik bir eğilim olarak Gnostisizm'i de ortaçağ felsefesinin başlangıç evrelerinde görmek mümkün.Sözkonusu eğilimin doruğu St.Augustinus'tur. Augustinus, inancın kavramsal formunu oluşturmaya çalışarak Hıristiyan düşüncesini temelendirmeye yönelmiş ve bu noktada ortaya kyoduğu eseriyle ortaçağ felsefesinin en önemli isimlerinden biri olmuştur.Hıristiyan felsefesinin temsilcisi ve temeli olmakla birlikte Augustinus'un pek çok tartışması modern düşünce içinde varlığını sürdürmüştür.

Bu sırada Augustunus'un yaklaşımı karşısında Yeni-Platonculuk vardır denilebilir.Augustinus, felsefenin görevinin Kilise öğretisini akılcı bir yolla temellendirmek olduğunu söylerken, Yeni-pLatonculardan bireyden hareket ederek, kişisel din arayışını dile getiriler.Böylece ilk yaklaşım felsefeyi Skolastisizme, ikincisi ise Mistisizm'e yöneltir.

Augustinus

Augustinus (354-430) Hıristiyan ögretisine bütünlük kazandırmak yolunda en önemli adımları atan kişidir. Hıristiyan dogması olarak bilinen düşüncenin temellerinde Augustinus vardır. Augustinus'un inancsızlıktan maniciliğe (manicilik), oradan şüpheciliğe ve sonra Platonculuğa gecti ve en son olarak da Hıristiyan olmaya giden yolu, kısa sürede Hıristiyanlık içinde yükselmesiyle birlikte heretik (sapkın) akımlara karşı yoğun bir mücadele ve Hıristiyanlığın birliği icin savaşımın temsilcisi olmaya dönüştü. Bu sapkın akımların başında elbette şüphecilik geliyordu. Augustinus, bir doğru vardır ve bunun elde edilebileceginden şüphe edilemez şeklinde ifade edilebilecek düşünceyle hareket eder ve ünlü formülü "Şüphe ediyorum, demek ki varım" sonucuna ulaşır. Bunun yanı sıra Tanrı'nın varlığı öncesiz ve sonrasız bir varlıktır. Her bilgi Tanrı'nın varlığının kanıtı olan zaman dışı doğruluğun aranmasıdır. Dolayısıyla Augustinus Tanrı'yı ve insan ruhunun Tanrı'la ilişkisi sorununu temel mesele olarak ele alır. Yaradan ile yaratılan arasında varlık niteliği bakımında aşılamaz bir fark vardır. Tarih üzerine düşüncelerini ortaya koyarken Tanrı devleti'ni temelendiren Augustinus, böylece Hıristiyan kilisesisini görevini de, bu devletin yeryüzündeki temsilcisi olma, ve Tanrı'nın sözünü bu dünyada egemen kılma olarak belirlemesinde etkili olmuştur.

Skolastik Felsefe

Skolastik felsefe, genel olarak bir öğreti durumuna gelmiş olan Hıristiyan inancının "temellendirilmesi" ve "sistematikleştirilmesi" girişiminden doğmuş olarak kabul edilir.Bu anlamda Patristik felsefenin devamı niteliğindedir. Bir başka açıdan Ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen Skoilastik felsefedir. Bu doğal bir durumdur, çünkü skolastik felsefe hem ortaçağ felsefesinin merkezi konumundadır hem de ona genel karekteri vermiştir. Başı ve sonu ortaçağ ile belirlenmiş bir düşünme yönelimidir. Üç ayrı dönemde ele alınması genel bir eğilimdir, yaklaşık tarihlerle bunlar;

Skolastik felsefenin ana yönelimi Aristoteles'e yönelmiş olması tarafından belirlenir. Patristik felsefede görülen dinsel ağırlıklı Platonizmden ayrılmak üzere, skolastik felsefede bilgi ağırlıklı bir Aristotelizm öne çıkar. Hem Hıristiyan hem islam skolastiğinde Aristotales bir başlangıç noktası olarak gönümektedir.Bu felsefe daha çok din adamlarının yetiştirildiği manastır ve katedrallerde ortaya çıkmış ve gelişmiştir.

Skolastik felsefenin yönelimi rasyonel düşünceyi inanca uygulamak, vahiye akıl aracılığıyla bir kavranılırlık getirmek, inanca akıldan gelen saldırıları yine akıl aracılığıyla engelemeye çalışmaktır. "Anlamak için inanıyorum" düsturu bir anlamda Skolastik felsefenin nihai konumunu göstermektedir. Bu yönde skolastik felsefe realistik tutum sergilemiştir. Bu realistik tutuma göre gerçek Tanrı'ya aittir ve onu bilmek demek, önermelerle ve çıkarsamalarla gerçeği "yansılamak" demektir. Tek bir geçerli doğruluk vardır ve bu nedenle de yalnızca tek bir doğru bilgi sistemi olabilir.

Etik anlamda ise skolastik felsefe hem emredici bir ahlakı hem de bir değer ahlakını geliştirmiştir diyebiliriz. İyi bir değerdir ve Tanrı iyinin tamamıdır, bu nedenle kişi, bu değere yani "en yüksek iyi"ye ulaşmaya çalışmalıdır.

Başlangıcından en son dönemine kadar başlıca skolastik filozofları şöyle sıralabiliriz:

test - 1 yıl önce
test

Mike Rooney - 5 ay önce
I really like the way that you have expressed yourself. There is a lot to be admired from this post. You might want to click onBilly Butcher Trench Coat

Andrew Mark - 5 ay önce
Hello, I read this nice article. I think You put a best effort to write this perfect article. I appreciate your work. thank you so much. Jack Torrance Jacket

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Ortaçağ felsefesi Resimleri

Orta Çağ felsefesi
2 yıl önce

açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da söz konusudur. Orta Çağ felsefesi, klasik batı felsefesi tarihi ekseninde bakılacak olunursa, Antikçağ felsefesinin...

Ortaçağ felsefesi, Orta Çağ felsefesi, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 20. yüzyıl felsefesi, Albertus Magnus, Analitik felsefe, Anselmus, Antik Çağ felsefesi, Aquina`lu Thomas
Batı felsefesi
2 yıl önce

sahip olmalarına rağmen, Batı felsefesi Antik Yunan dönemiyle birlikte başlatılır ve bunlar dışta bırakılır. Doğu felsefesi, Hint ve Çin felsefeleri dahil...

Batı felsefesi, Batı felsefesi
Jorge J. E. Gracia
6 yıl önce

uzmanlık alanları metafizik, ontoloji, dil felsefesi ve Ortaçağ felsefesidir. Önceleri Ortaçağ felsefesi ve metafizik üzerine kafa yormuş olan düşünürün...

Platonculuk
2 yıl önce

ilgi sonucunda 15. yüzyılda bir Platon Akademisi kurulmuştur. İlk Çağ felsefesi Ortaçağ felsefesi Rönesans felsefesi Platon Yeni Platonculuk Augustinizm...

Rönesans Felsefesi
2 yıl önce

felsefi gelişmeleri adlandırır. Rönesans felsefesi, genel olarak felsefe tarihinde bir geçiş dönemi felsefesi olarak kabul edilir. Bilimde ve düşünce alanında...

Rönesans felsefesi, 14. yüzyıl, 15. yüzyıl, 16. yüzyıl, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 20. yüzyıl felsefesi, Afşar Timuçin, Analitik felsefe, Antik Çağ felsefesi
Agathon
2 yıl önce

Aristoteles Yeni Platonculuk Aristotelesçilik İlk Çağ felsefesi Yunan felsefesi Ortaçağ felsefesi Skolastik felsefe ^ Platon, Devlet, İ. Sf. ^ Aristoteles...

Agape
2 yıl önce

anlatmada kullanılmıştır. Ahlak felsefesinde erdemin merkezinde "sevgi" olduğu düşüncesini yansıtan "agapizm" buradan gelmektedir. Ortaçağ felsefesi Etik...

Batı felsefesi tarihi
6 yıl önce

verilmiştir. 2. Cilt: Ortaçağ, İslam Felsefesi - Hristiyan Felsefesi Özgün adı Catholic Philosophy. Eserin bu cildinde Russell, Ortaçağ felsefesinin babaları...