Rumların Tarihi ve Geçmişi Nedir

misafir - 8 yıl önce
www.megarevma.net/tarihce.htm+rumlar&cd=3&hl=tr&ct=clnk&gl=tr sitesinde güzel bir makaleden alıntı yapıyorum ayrıca özür diliyorum eger buradaki cevabı buradan yapıyorsam lütfen mazur gorun beni. dilerseniz silersiniz. Türkçe'de Rum denince, Hıristiyan Ortodoks mezhebinden olan ve Yunanca konuşan kimse anlaşılır. Rum, Romeos (Romalı) sözcüğünden bozularak günümüze ulaşmış bie terimdir. Tarih içinde siyasi, ekonomik, kültürel anlam değişikliklerine bağlı olarak başka anlamlarda da kullanılagelmiştir. İstanbul, Osmanlılar tarafından fethi sırasında yağmalandığı ve halkı köle olarak (bir kısmı İstanbul dışına) satıldığı için [Editörün Notu: Cevapta geçen bu cümleye gelen itiraz mesajlarına ilişkin olarak, İstanbul fetihten sonra yağmalanmıştır. İslam hukukunda zorla alınan, teslim olmayı reddeden şehirler 3 gün süre ile yağmalanabiliyor.] II. Mehmed kenti yeniden canlandırmak gereğini duydu. Kentin nüfusu zaten fetihten önce de iyice azalmıştı; Rumların sayısı 50.000 kadardı. Yeni sakinler Müslüman Türkler ile çeşitli Hıristiyan topluluklardan oluştu. Rumlar genel olarak denize yakın ve Müslüman halkın yaşadığı merkezlerden uzak yörelerde yerleştirildiler. Sonradan İstanbul'a gelen Rumlar da aynı yörelere yöneldiler. Bu yerleşim bölgeleri eski kiliselerin bulunduğu yerlerden saptanabilir. Beyoğlu'nun daha oluşmadığı 19. yy öncesinde Epirliler (genelde ekmek fırını işletirlerdi ya da öğretmendiler) Ayios Demetrios ve Ayios Yeoryios kiliselerinin etrafında, yani Edirnekapı'da Fevzi Paşa Caddesi ile surlar arasındaki Sarmaşık'ta yaşardı. İnşaat işçileri Vlanga'da (Yenikapı'da) Ayios Teodoros Kilisesi civarında; Kaşıkadalı (Marmara Adası'nın yakınındadır) kayıkçılar Hasköy'de Ayia Paraskevi yakınında; Sakızlı tüccar ve gemiciler Galata'da İoannes Prodromos Kilisesi etrafında ve ayrıca Tatavla'da (bugün Kurtuluş), Haliç'te Yemiş İskelesi'nde; Manililer de (Güney Moralı) Tatavla'da; içkili aşevlerini işleten Konyalılar da Galata'nın Ayios Nikolaos Kilisesi yakınında bulunurdu. Kapadokyalı Karamanlılar Samatya'nın batısında Ayios Konstantinos Kilisesi civarında, Midillililer Kondoskali'de (Gedikpaşa), On İki Adalı kayıkçılar, Simi Adalı dalgıçlar ve Kalimnoslu süngerciler Galata'nın Balıkpazarı'nda yaşarlardı. Fener bölgesi ise daha çok bir tür "Bizans" nüfusunu barındırırdı. Surlar dışındaki kimi İstanbul yörelerinde Rumlar nüfusun önemli bir kesimini ya da çoğunlugunu oluşturdu. Galata'da Batılı tüccarlar ve gene ticaret yapan Yahudilerle Rumlar yarışırdı. Yarış hem ticaret alanında hem de "lüks" bir yaşam sürdürme alanında oldu. Üsküdar'da Rumlar Anadolu ticareti alanında çalıştılar. 17. yy'da Rum tüccarlar Fransız tüccarlarıyla rekabet etti, Rumlar ayrıca Kuruçeşme, Arnavutköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere, Çengelköy gibi yörelerde de yoğun olarak yaşadılar. Osmanlı Devleti içinde Rumların en yoğun yaşadıkları bölge İstanbul'du. Kenar semtlerdeki genellikle küçük ve gösterişsiz olan kiliselerin etrafında barınan Rumların üst ve daha zengin kesimini, 18. yy'da tüccarlar, inşaat ustabaşıları, doktorlar, kuyumcular, saatçiler, tercümanlar oluşturdu. Bütün bu insanlar Rum milleti olarak "millet başı" olan patriğin yönetimi ve sorumluluğu altında yaşamakla birlikte kendilerine özgü "yerel cemaatler" de (koinotes) oluşturdular. Bu yerel cemaatlerle ilişkili bize varan bilgiler özellikle 18. ve 19. yy'daki cemaatlerle ilgilidir. Kendilerine özgü bir örgütlenme ve yönetim biçimi sergileyen bu cemaatler mahallelerde, köylerde ve adalarda görüldü. Bu yerel cemaatlerin kökeni hakkında farklı görüşler vardır. Kimi tarihçilere göre antik dönemlerden beri süregelen bir toplumsal örgütlenme biçimiydi; kimilerine göre Osmanlı yönetimi sırasında genellikle vergilerin toplanmasını daha kolay kılmak için oluşturulmuş bir yönetim birimiydi; ya da Bizans döneminde yerel gereksinmeleri karşılamak için oluşturulmuşlardı. Kökenleri ne olursa olsun, bu küçük toplumsal birimler çok önemliydi. Rumlar yerel cemaatler içinde kimi alışkanlıklar ve inançlar edindiler; Ortodoks olmaları, millet sistemi içinde öteki milletlerden ve özellikle Müslüman topluluklardan ve devletten ayrı bir kimlik taşımaları, toplumsal bir birim olarak var olmak ve etkili olmak için örgütlü olmak gerektiği gibi. Bu yerel cemaatler vergi toplayan, yaşlılarını, yoksullarını koruyan, üyeleri arasındaki davaları halleden bir tür küçük özerk toplumsal birimler gibi çalıştılar. Rumlar içinde yerel cemaatlere paralel olarak loncalar da gelişmişti. Dar meslek çıkarlarını korumak için kurulan bu loncalar din gruplarına göre ayrı ayrı örgütlenmişti. Ancak bu bir kural olmayıp, örneğin kürkçülerde olduğu gibi Müslüman ve Hıristiyan ortak loncalar da vardı. Rumlar içinde Patrikhane ve Fenerlilerin bir bölümü tutucu güç sayılabilir. Osmanlı Devleti ve egemen güçlerle işbirliği içinde olan Patrikhane üst düzey yöneticileri ve Fenerlilerin ileri gelenlerinin bir bölümü Batı'da ortaya çıkan yeni aydınlanmacı-cumhuriyetçi ideolojinin karşısında yer almışlardı. Zaten yeni gelişmeler onları, geleneksel ayrıcalıklara sahip olan "aristokrasiyi" ve ruhban sınıfını hedef almıştı. Patrikhane ve Fenerlilerin bir bölümü Yunanlıların demokratik bir düzen doğrultusundaki eylemlerine karşı çıktılar. Patrik Grigorios önce risaleler yayımlayarak demokratik güçlere karşı ideolojik bir mücadele başlattı ve nihayet ihtilalcileri aforoz etti. Özellikle aristokrasiye karşı olan, soyluların kellelerini, topraklarını alan, kilisenin servetine el koyan ve "aşağı" sınıfları söz sahibi kılan yeni yönetim anlayışına karşı çıktılar.

Fetihten Önce Rumlar

MÖ 7. yüzyılda Boğazlar çevresine ilk yerleşenlerden Megaralılar, kentlerine, komutanlarının adı olan Bizas'ın adına atfen Bizantion dediler. MS 2. yüzyılın sonunda kenti ele geçiren Roma İmparatoru Septimius Severius'un karısı İmparatoriçe Antonnina'nın adı verildi. Nihayet 1. Constantinus zamanında, 11 Mayıs 330'da, kentin yeni kuruluşu kutlandı ve yeni adı resmen Constantinopolis olarak, Yeni Romalı dönemine başladı. Constantinopolis'te yaşayan halkın kendisine Roma vatandaşı anlamında Rum demesi, Caracalla'nın, 212'de ilan ettiği ve Roma İmparatorluğu içinde serbest yurttaş olan (köle olmayan) tüm halkı eşit yurttaş sayan tarihi kararına kadar eskilere götürülebilir. Resmi dili Latince olan Doğu Roma'nın başkentine "Yeni Roma" da denmişti. Constantinopolis halkı Bizans döneminde kendisine "Rum" -Romeos-, Doğu Roma İmparatorluğu'na da Romania; kullandıkları dile ise Yunanca -Hellence- diyordu. Bu dönemin ayırıcı kimliğinde iki özellik göze çarpar: Ortodoks mezhebi ve bu dinden de kaynağını alan Yunanca.

Bizans ve Çevresi

9-13. yy'larda Rumları tehdit eden iki düşmanları vardı: Batıda Katolik dünya ve Doğu'da İslam dünyası. Bizans devleti ve halkı Doğu'dan ve Batı'dan sıkıştırılmakta, bu güçlere karşı toprak ve gelir kayıpları vererek gerilemekteydi. Bu dönemin edebi ve dinsel metinlerinde bu korkunun izlerine rastlanır. Batı'da, Constantinopolis'i yeniden ele geçirmek amacıyla bir Haçlı seferi hazırlıklarının arkası kesilmemişti. Batı'yı durdurmak için en etkili silah, Katolik ve Ortodoks kiliselerin birleşmesi formülüydü; yani Katoliklerin ilkeleri ve Papa, Bizans'ın Ortodoks halkı tarafından tanınacak, Batı'nın mezhep sapkınları suçlaması etkisiz kılınacaktı. Bizans, yaşamının son dönemlerinde bu konuyu hep açık tutmuştu. 14. yy'da Bizans, Türkler ve Sırplar'a süregiden toprak kayıplarından sonra artık bütünüyle güçsüz ve etkisiz bir devlet durumuna düştü. Osmanlı toprakları ortasında kalan Konstantinopolis'in yöneticileri son ana kadar kiliselerin birleşmesini gündeme getirerek kurtuluşu Batı'da aradılar. Aralık 1452'de Ayasofya'da, papanın temsilcileriyle birlikte Katolik ayin yapıldı, İmparator birleşmeyi bir kez daha ve yeniden onaylarken, halk ve kimi din adamları aynı anda Pantokrator Manastırı'nda kendi mezheplerinden yana ayin yapıyorlardı. Her şeyin bittiğinin belli olduğu 28 Mayıs 1453 gecesi imparator ile halkın bir arada Ayasofya'da yaptıkları son ayin ise Ortodoks geleneğine göre yapıldı.

Anadolu'nun Türkleşmesi

Rum dünyasının Türk yönetimi altına girmesi Constantinopolis'in alınmasından çok önce, 11. yüzyılda Türklerin Anadolu'ya girmesiyle başlamıştı. Bu dönemden başlayarak, Rumların tarihi doğrudan ve kesintisiz bir biçimde Türklerle ilişkilidir. Anadolu'da Rum toplumunun Türk-İslam yönetimi altında yaşamaya başladığı döneme sonraları Turkokratia (Türk yönetimi) demişler ve böyle bir egemenliğin bilincini taşımışlardır. Türk boylarının Anadolu'ya yönelmelerinin ideolojik gerekçesi cihattı. Bu topraklarda iki farklı toplum karşı karşıya gelmişti: Yerleşik Hıristiyan toplum ve göçebe ya da yarı yerleşik bir toplum olan Müslüman Türkler. Güçsüzleşen ve yoksullaşan Bizans devletinin ordusu direnemiyordu. Ağır vergiler altında ezilen Rum halkı ise Türkler'in ilerlemesine karşı çıkmıyordu. 1373'ten sonra Bizans artık Osmanlıların vasalı durumundaydı; hareket özgürlüğünü bütünüyle yitirmişti. Osmanlılar İstanbul'daki taht kavgalarında söz ve karar sahibiydiler. Venedik ve Cenova'nın yönetimindeki eski Bizans topraklarında yaşayan Rumlarla, Anadolu'da Türklerin egemenliği altında yaşayan Rumların ekonomik ve dinsel özgürlükler açısından kıyaslanmaları İstanbul Rumlarınca da yapılıyor, tercih terazisi çoklukla Türklerden yana ağır basıyordu. Türk yönetimi altında yaşayan Rumlar ikinci sınıf halk muamelesi görüyordu, kafir sayılıyor, cizye ödüyor, çocuklarını devşirme usulü yüzünden kaybedebiliyordu; ama gene de koşullar göreceli olarak daha iyiydi. Türk egemenliğine giren yerlerde Bizans yasaları bütünüyle yürürlükten kalkmamıştı, din ve ticaret alanı daha serbestti, köylünün vergileri ve angaryaları Latinlerin egemenliğindeki yörelere göre daha hafifti. İmparatordan sonra en önemli kimse olan Lukas Notaras'ın ünlü Latin başlığını görmektense kentin içinde Türk'ün sarığını görmek daha iyidir! sözü bu kıyaslamanın özetidir. Yaklaşık 400 yıl içinde (1071-1453) Anadolu Rum nüfusunda büyük bir düşüş oldu. Özellikle Anadolu Selçuklularının ortadan kalkmasından sonraki karışıklıklar, istikrarsızlık ve güvensizlik yıllarında nüfus azalması hızlı olmuştur. Ürün talanları ve köleleştirmeler bu dönemde sıklaşmış ve büyük yerel cemaatler erimiştir.

Selçuklu Döneminde Rumlar

Anadolu Selçuklularının ve sonraları Osmanlıların Anadolu'ya egemen olmalarıyla, Anadolu'da yaşayan Rumlar politik ve kültürel merkezleri olan Constantinopolis'in, Rum yönetici "aristokrasisi"nin, Ortodoks kilisesinin ve genel olarak Bizans'ın ekonomik etkilerinden ve etkinliklerinden yoksun kalmışlardı. Kilise bir yanda topraklarının ve gelirlerinin büyük bir bölümünü kaybetmiş, devletin lojistik desteğinden yoksun kalmış ve ayrıca daha önceleri Bizans bürokrasinin üstlendigi kimi devlet görevlerini de -yargı, cemaatin vergilerini toplamak gibi- üstlenmek zorunda kalmıştı.Rumlar, ikinci sınıf halk olarak görüldü. Ortodokslar kimi ek vergiler verirdi, bu cemaate pek anlamı olmayan ve yalnız düşük statülerini vurgulamaya yönelik kimi ilkeler -giyimde zorunlu renkler gibi- uygulanırdı, adalet önünde Müslümanlarla eşit konumda değillerdi, arada devşirme yöntemi ile çocuklarından oluyorlardı. Bu ikinci sınıf cemaat statüsü, Rumların kendi (dinlerinden ve soyundan olan) devletlerini yitirmelerinin kaçınılmaz sonucuydu. Bu koşullar altında halkın büyük bir bölümü genellikle "serbest iradeleriyle" dinlerini değiştirip Müslüman oldu. Birkaç yüzyıl içinde "Diyar-ı Rum", Türklerin yeni yurduna dönüştü.

Osmanlı Dönemi Rumlar

1453'te Konstantinopolis'in fethinden sonra Rumların yaşamında köklü değişiklikler oldu. Cemaatlerin varlığı, dinleri ve kimi hakları resmen tanındı; Fatih, Teodoros Agallianos'un söylevlerinden anlaşıldığına göre, Bizanslı danışmanlarının tavsiyesi doğrultusunda Ortodoks kilisesini yeniden kurdurdu. Kiliselerin birleşmesine karşı çıkmış olan II Gennadios Sholarios köle olarak satılmış olduğu Edirne'de bulunmuş, İstanbul'a getirtilmiş, Bizans geleneklerine uygun bir biçimde yeniden toplanan sinod tarafından patrik seçilmiş ve (gene Bizans'ta olduğu gibi) devletin başı olan sultanın da onayı ile tahtına oturmuştu. İki cemaat, yani egemen ve Müslüman olan "yöneticiler"in cemaatiyle savaşta yenilmiş ama "boyun eğdikleri" için varlıklarına izin verilmiş olan Ortodoks cemaat, İstanbul'da bu eşitsiz ilişkileri sürdürüp yeniden üreterek yaklaşık 500 yıl bir arada yaşadılar. Sultanın bir beratla tanıdığı haklara imtiyazlar dendi. Güçlenen İstanbul kilisesi, Batı'nın Katolik dünyasına karşı bir zırh gibi kullanıldı, devletle işbirliği içinde, Ortodoksların aralıklarla İslam'a geçmelerine engel olamamakla birlikte, kiliselerin birleşmesi hesaplarına son vererek Katolikleşmeyi engelledi. Ortodoks Patrikhanesi İstanbullu Rumların bugüne dek süren en eski kurumlarıdır. Bizans'ın devamı sayılırsa yaklaşık 17 yy'lık bir yaşamı olmuştur.

Cumhuriyet Dönemi Rumlar

İstanbul Rumları ve Patrikhane (ve Batı Trakya Türkleri, genel olarak Müslümanlar) mübadelenin dışında bırakıldılar. Bunun nedeni açık bir biçimde dile getirilmemiştir. Mamafih iki neden akla gelmektedir: Birincisi Patrikhane geleneğini (dinsel ve kültürel bir amaçla ya da politik art niyetle) sürdürmek isteyen Hıristiyan ve özellikle Hıristiyan Ortodoks dünyanın bir "cemaat"e gereksinim duyması ve bu yönde ağırlığını koyması, ikincisi İstanbul Rumlarının mallarının yüksek değeri yüzünden tazmin edilmesinin zorluğu. Resmi devlet istatistiklerine göre 1924'te l.000.000'luk İstanbul'da 280.000 Rum vardı; Rumlann bir bölümünü 1914-1922 arasında kente sığınanlar oluşturuyordu. 1927'de bu sayı 90.000'e düştü. Aynca 26.000 de Yunan uyruklu Rum vardı. 1934'teki bir değerlendirme 73.000 Rum ve mübadeleye dahil edilmeyen 30.000 Yunan uyruklu Ortodoksun İstanbul'da yaşadığını göstermiştir. Rumlann nüfusu Cumhuriyet döneminde sürekli bir düşüş izlemiştir. 1994'te sayılan toplam İstanbul nüfusunun binde birinin çok altındadır. Bu dönemde Rumların yasal statüleri çelişki içeren iki temele dayandırılmıştır. Lozan Antlaşması'nın azınlıklarla ilgili 37-44. maddelerine göre eğitim, din, dil konularında özel hakları olan bir azınlık statüsündeydi; aynı zamanda da (özellikle Medeni Yasa'yla ilgili 42. maddenin 1926'da uygulanmasına son verilmesinden sonra) bütün Türkiye uyruklular gibi eşit yurttaş konumundaydılar. İlişkilerin iyi olduğu dönemlerde (örneğin 1930-1940, 1947-1954, 1959-1964, 1967-1971 gibi) göreli bir özgürlük ve refah dönemi yaşanırken, iki ülke ilişkilerinin bozulduğu yıllarda (1922-1929, 1955-1959, 1964-1967, 1972-1980 gibi) baskılar altında kaldılar. 1955, 1964, 1974 sonrasında göçün ve nüfus azalmasının bu kriz dönemlerinde hızlandığı gözlendi.

Atatürk Dönemi Rumlar

Özellikle 1930'larda gerçekleşen Türk- Yunan yakınlaşması sonucunda Rumların yaşam koşulları olumlu yönde düzeldi. Anadolu 'yu ziyaret etmek için izin almak gerekliliği kalktı; Rumların "etablis" statüsünde olmayan çocuklarının ve eşlerinin İstanbul'a gelmelerine izin verildi ve TBMM'de bir Rum milletvekili yer aldı. Rumlar tarafından "Atatürk dönemi" olarak algılanan bu dönemde "yurttaş" kavramı ve Atatürk sevgisi Rumlar arasında çok yaygındı. Ancak genel olarak Cumhuriyet döneminde Rumların eşit yurttaş konumunda bulunmaları, örneğin memur ve yüksek memur statüsünde olmaları, askeri okula alınmaları ve subay olmaları, yani güvenilip devlet yönetimine katılmaları kısıtlandı. Zaman zaman kimi çevrelerce bu azınlık grubuna karşı Türk Ocakları tarafından "Vatandaş Türkçe konuş" kampanyaları, Patrikhane'ye karşı Papa Eftim (Türk Ortodoks) hareketinin desteklenmesi gibi taciz politikaları uygulandı. Rum azınlığa karşı resmi konumda olan uygulamalar da oldu. II. Dünya Savaşı yıllarında 18-45 yaş arasındaki Rum erkekler askere alınıp 5.000 kişilik gruplar halinde Anadolu'ya çalışma kamplarına gönderildiler. İşçi Alayları ismindeki bu özel birimlere alınan "askerler"e silah verilmeyip angary

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Baba II
6 yıl önce

canlandırmasıyla Oscar alması da filmin ne kadar başarılı olduğunu gözler önüne seriyor.Ayrıca bu film,bizi geçmişe de götürüyor. Genç Vito Corleone'nin...

Baba II, 1974, ABD, Al Neri, Al Pacino, Baba, Baba (Albüm), Baba (Kitap), Baba (film, 1972), Baba Bölüm III (Albüm), Baba Bölüm II (Albüm)
Muhafazakârlık
2 yıl önce

politik ve sosyal felsefedir. Daha belirgin bir anlamda ilgili toplumun içinde bulunduğu çağın gereklerini göz ardı etmeksizin, geçmişten gelen tarihi, kültürel...

Muhafazakârlık, ABD, Akılcılık, Edmund Burke, Fransız Devrimi, Osmanlı İmparatorluğu, Sovyetler Birliği, Troçkizm, Çin, İdeoloji, İngiltere
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Deneme Sahnesi
6 yıl önce

Adalet Ağaoğlu Kurban - Güngör Dilmen Körleşme - Elias Canetti Tiyatro Nedir Aslında - A.James Sundes Delirten İstanbul - Özdemir Nutku Denize Giden...

Darwinizm
2 yıl önce

arşivlendi. Darwinizm nedir? (İngilizce)11 Nisan 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Cemal Yıldırım'ın Evrim Kuramı ve Bağnazlık kitabı...

Darwinizm, 2005, 28 Kasım, Biyoloji, Charles Darwin, Doğal seleksiyon, Evrim, Newsweek, Taslak, Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık
Taner Barlas
2 yıl önce

Şehir Tiyatrosu - 1994 Resimli Osmanlı Tarihi : Turgut Özakman - Adana Şehir Tiyatrosu Gol Kralı : Aziz Nesin - Üsküp Halklar Tiyatrosu Kırmızı Pabuçlar :...

Kondansatör
2 yıl önce

silisyum.net) 17 Ağustos 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Kondansatör nedir? (www.antrak.org.tr) Kondansatör nedir? (www.akmtele.com) Kondansatör...

Kondansatör, AC akım, DC akım, Elektrolitik kondansatör, Kağıtlı kondansatör, Mikalı kondansatör, Plastik film kondansatör, Seramik kondansatör, Wikimedia Commons, Sayfanın başlığı
Gece, Melek Ve Bizim Çocuklar
2 yıl önce

Çekimlerin yapıldığı yerlerden bir diğeri de mekan özellikleri ve kedileriyle bilinen 19 yıllık geçmişi olan, ancak 2012 yılında kapatılan Beyoğlu'nun ünlü mekanlarından...

Gece, Melek ve Bizim Çocuklar (film), 1993, 1994, 1995, 1 Nisan, Ankara Uluslararası Film Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali, Atıf Yılmaz, Bennu Yıldırımlar, Cengiz Sezici, Deniz Türkali
Võro dili
6 yıl önce

Tartu ve Seto lehçeleri yer almaktadır. Güney Estonca dillerinde basılan bilinen en eski eser, 1686 yılında yayımlanan bir Yeni Ahit çevirisidir. Her ne kadar...