Sa'd Bin Muaz

Kısaca: Sa'd bin Muaz Eshab-ı kiramın Ünlülarından. İsmi Sa'd bin Muaz'dır. babası Muaz bin Numan, annesi Kebşe binti Rafi'dir. Künyesi Ebu Amr, lakabı Seyid-ül-Evs'tir. Müslüman olmadan önce Medine'deki Evs kabilesinin ve Abdül-Eşheloğulları kabilesinin reisiydi. Evs kabilesi içinde Abdül-Eşheloğulları çok zengin ve itibarlı olup, Sa'd bin Muaz'ın sözlerini tereddütsüz kabul ederlerdi. Yaklaşık olarak 590 senesinde Medine'de doğdu. 627 (H.5) senesinde Hendek Savaşında şehit oldu. Peygamberliğin ...devamı ☟

Sa'd bin Muaz Eshab-ı kiramın Ünlülarından. İsmi Sa'd bin Muaz'dır. babası Muaz bin Numan, annesi Kebşe binti Rafi'dir. Künyesi Ebu Amr, lakabı Seyid-ül-Evs'tir. Müslüman olmadan önce Medine'deki Evs kabilesinin ve Abdül-Eşheloğulları kabilesinin reisiydi. Evs kabilesi içinde Abdül-Eşheloğulları çok zengin ve itibarlı olup, Sa'd bin Muaz'ın sözlerini tereddütsüz kabul ederlerdi. Yaklaşık olarak 590 senesinde Medine'de doğdu. 627 (H.5) senesinde Hendek Savaşında şehit oldu. Peygamberliğin onuncu yılında Sa'd bin Muaz'ın Müslüman olması başlı başına mühim bir hadisedir. Çünkü o Müslüman olunca, ona bağlı olan kabilesi de onun bir teklifiyle Müslüman oldu. Böylece Medine'de İslamiyet süratle yayıldı.

Muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin onuncu yılı başlarında Medine'den gelen 12 kişi Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) görüşüp, Müslüman oldular. Birinci Akabe Biatı denilen bu görüşmeden sonra, Medinelilerin kendilerine Kur'an-ı kerimi ve İslamiyeti öğretecek bir öğretmen istemeleri üzerine, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mus'ab bin Umeyr'i bu iş için Mekke'den Medine'ye gönderdi. Mus'ab bin Umeyr, Medine'de fevkalade bir gayretle çok kimsenin Müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin Muaz'ın teyzesinin oğlu olan Es'ad bin Zürare'nin evinde yerleşmişti. Sa'd bin Muaz, o zaman Araplar arasında akrabaya karşı hakaretten kaçınmak adet olduğu için teyzesinin evine gidip bu işe mani olma teşebbüsünde bulunamadı. Kendisi bir kabile reisi olarak bu işe el koymak istiyordu. Bu maksatla kabilesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a:

“Sen git, şu bizim hanemize gelen kişiyi gör, ne yapacaksan yap. Es'ad benim teyzemin oğlu olmasaydı bu işi sana bırakmazdım.” dedi.

Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu eve gitti. Ancak, oraya vardığı zaman, onun tatlı konuşmasını, insanın kalbine işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kur'an-ı kerim ayetlerini dinleyince, kendinden geçip:

“Bu ne güzel şey! Bu dine girmek için ne yapmak lazımdır?” dedi. Anlattılar ve Üseyd bin Hudayr kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu. Büyük bir huzur içerisinde olduğu halde Mus'ab bin Umeyr'e dönerek:

“Arkamda bir alim var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o Müslüman olursa Medine'de onun kavminden iman etmedik hiç kimse kalmaz” diyerek kalkıp süratle gitti. Doğruca Sa'd bin Muaz'ın yanına vardı. Sa'd bin Muaz onu görünce:

“Yemin ederim ki Üseyd buradan gittiği yüzle gelmiyor!” dedi. Sonra da “Ne yaptın ya Üseyd!?” diye sordu. Üseyd bin Hudayr, Sa'd bin Muaz'ın Müslüman olmasını çok arzu ettiği için:

“O kişiyle (Mus'ab bin Umeyr ile) konuştum. Onların bir fenalığını görmedim. Yalnız duydum ki, Beni Hariseoğulları teyze oğlun Es'ad'ın böyle bir kimseyi evinde barındırmasından şüphelenerek teyzenin oğlunu öldürmek için harekete geçmişler.” dedi. Bu sözler Sa'd bin Muaz'a çok dokundu. Çünkü birkaç sene önce yapılan bir savaşta, Beni Hariseoğullarını yenip, Hayber'e sığınmaya mecbur etmişlerdi. Bir sene sonra da affedip memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen onların böyle bir tavır takınmaları düşüncesi Sa'd bin Muaz'ı çok kızdırmıştı. Halbuki işin aslında böyle bir hareketleri yoktu. Üseyd bin Hudayr, böyle bir hileye müracaat ederek Sa'd bin Muaz'ın teyzesine ve teyzesinin oğlu Es'ad bin Zürare'ye dolayısıyla Mus'ab bin Umeyr'e zarar vermesini önlemek istedi. Böylece onların tarafına geçmesini ve nihayet Müslüman olmasını temin etmek gayretindeydi.

Sa'd bin Muaz, Üseyd bin Hudayr'ın bu sözleri üzerine hemen yerinden fırlayıp, Es'ad bin Zürare'nin bulunduğu yere gitti. Oraya varınca baktı ki hazret-i Es'ad ile Mus'ab bin Ümeyr son derece huzur ve sükun içerisinde oturuyorlar. Üseyd bin Hudayr'ın maksadını anlayıp teyzesinin oğlunun karşısına dikilerek onlara hitaben:

“Ey Es'ad! Aramızda akrabalık olmasaydı sen bunları yapmazdın.” dedi. Bu sözlere hazret-i Mus'ab bin Umeyr cevap vererek:

“Ey Sa'd, hele biraz dur oturup bizi dinle, anla, sözlerimiz hoşuna giderse ne ala, eğer sözlerimizi beğenmezsen biz bunu sana tekliften vazgeçeriz. Bizi bırakır gidersin.” dedi. Sa'd bin Muaz bu yumuşak ve tatlı sözler karşısında sakinleşip bir kenara oturarak onları dinlemeye başladı.

Mus'ab bin Umeyr, Sa'd bin Muaz'a önce İslamiyeti anlattı. Esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur'an-ı kerimden bir miktar okudu. O okudukça Sa'd bin Muaz'ın yüzü ve hali değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur'an-ı kerimin eşsiz belagatı karşısında büyük bir tesir altında kaldı. Kendini tutamayıp; “Siz bu dine girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Mus'ab bin Umeyr hemen ona kelime-i şehadeti öğretti. O da:

“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh.” diyerek Müslüman oldu.

Sa'd bin Muaz Müslüman olmaktan duyduğu huzur ve sevinç içerisinde yerinde duramaz oldu. Hemen evine gidip öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra da Üseyd bin Hudayr'ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti. Beni Eşheloğullarına hitaben; “Ey Abdül Eşheloğulları. Siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar da hep bir ağızdan; “Sen bizim reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tabiyiz.” dediler. Sa'd bin Muaz, onların bu sözleri üzerine:

“O halde hepinize haber veriyorum. Ben Müslüman olmakla şereflendim. Sizin de Allahü tealaya ve O'nun Resulüne iman etmenizi istiyorum. Eğer iman etmezseniz sizin hiçbirinizle konuşmayacağım, görüşmeyeceğim.” dedi.

Abdül Eşheloğulları, reisleri Sa'd bin Muaz'ın Müslüman olduğunu ve kendilerini de İslama davet ettiğini duyar duymaz hep birlikte Müslüman oldular. O gün akşama kadar Medine semalarını kelime-i şehadet ve tekbir sedalarıyla çınlattılar. Bu hadiseden kısa bir müddet sonra bütün Medine halkı, Evs ve Hazrec kabileleri İslamiyeti kabul edip, iman ettiler. Her ev İslam nuruyla aydınlandı. (Bkz. Mus'ab bin Umeyr)

Bu durum sevgili Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli Müslümanlar sevince garkoldular. Bu sebeple o seneye (M. 621) “sevinç yılı” denildi. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, Medine'ye hicret ettikten sonra bu hadiseye işaret ederek: “Ensar hanedanından en hayırlısı Neccaroğullarının hanedanıdır. Sonra Abdül Eşhel hanedanıdır.” buyurdu.

Sa'd bin Muaz, İkinci Akabe Biatında bulunup, Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etti. Bu biatte bulunanlar Resulullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu hususta mallarını ve canlarını feda edeceklerine söz verdiler.

Hicretten sonra beş sene daha yaşayan Sa'd bin Muaz, Medine'nin ileri gelenlerinden ve reislerinden olduğu için, Mekke'ye gidip Ka'beyi tavaf ederdi. Müşrikler bu sebeple ona dokunamazlardı. Sa'd bin Muaz Bedir Savaşına katılarak Bedir eshabından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı başlamadan önce, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medine'ye doğru harekete geçtiklerini haber alınca bir meşveret meclisi kurup, Eshab-ı kiram ile istişare yaptı. Bu istişare sırasında Sa'd bin Muaz da söz alıp, şöyle konuştu:

“Ya Resulallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin Kur'an'ın hak olduğuna şehadet ettik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap. Sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız. Ensar'dan (Medineli Müslümanlardan) tek kişi dahi geri dönmez. Biz sözümüzde duracağız.” dedi. Bu sözler Resulullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) çok memnun etti. Bundan sonra da Sa'd bin Ubeyde aynı şekilde konuşunca, Bedir Savaşı hazırlığı başladı. Sa'd bin Muaz bu savaşta Evs kabilesinin başında bulundu.

Bedir Savaşından sonra, Uhut Savaşına da katılan Sa'd bin Muaz gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla Eshab-ı kiram arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr bin Sa'd şehit oldu.

Sa'd bin Muaz, müşriklerle yapılan Hendek Savaşına da katılıp, bu savaşta aldığı yara sebebiyle şehit oldu. Savaş sırasında İbn-i Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan yaralandı. Ok atardamara isabet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hazret-i Sa'd yaralı bir halde etrafındakilerin kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddi olduğunu anladı ve şöyle dua etti:

“Ya Rabbi, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür ihsan eyle. Çünkü senin Resulüne (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet eden, O'nu yalanlayan bu müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım kadar başka bir şeyden hoşlanmıyorum. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa beni şehitlik mertebesine yükselt. Fakat, Beni Kureyza'nın akıbetini görmeden ruhumu kabzetme.”

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mescidde bir çadır kurdurarak Sa'd bin Muaz'ı oraya yatırttı. Beni Eshem kabilesinden Refide'yi de onun tedavisine memur etti. Orada yattığı sırada Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem sık sık yanına gelip, halini sorardı. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Hendek Savaşı sona erince, derhal Beni Kureyza Yahudileri üzerine hareket emri verdi. Beni Kureyza Yahudileri Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) anlaşma yaptıkları halde Hendek Savaşının en kritik anında, müşrikler tarafına geçmişler, Müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı. Bu sebeple Beni Kureyza bir ay süren muhasara altına alındı. Haklarında verilecek hüküm için Sa'd bin Muaz'ı hakem olarak istediler. Peygamberimiz Sa'd bin Muaz'ı yattığı çadırından getirtti. O bu hususta, Beni Kureyza Yahudilerinin de kabul etmesi üzerine, Tevrat'a göre hüküm verdi ve haklarında verilen hüküm uygulandı.

Sa'd bin Muaz, böylece Beni Kureyza'nın akibetini gördü. Sonra onu çadırına götürdüler. Yarası açılıp, tekrar kan akmaya başladı. Nihayet hicretin beşinci yılında (M. 627) şehit oldu.

Onun vefatı, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshab-ı kiramı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem cenazesini taşıdı. Cenazesi kabre indirilirken kabri başında oturup, sakalını eliyle tutup çok üzüldü. Cenazesinde yetmiş bin meleğin bulunduğu nakledilmişti. Hadis-i şerifte; “Sa'd ibni Muaz'ın ölümünden dolayı arş titredi.” buyruldu.

Sa'd bin Muaz, genç yaşta vefat ettiği için, pek az hadis-i şerif rivayet etmiştir. Buyurdu ki:

“Müslüman olduğum günden beri namaz kılarken hatırıma hiçbir şey getirmedim. Resul-i ekremin her söylediğinin hak olduğuna inandım, kabul ettim.”

“Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır. Müslüman olduğumdan beri, başladığım hiçbir namazda, bir an önce bitirsem, diye hatırıma bir şey gelmedi. İkincisi bir cenazeye yardıma çıktığımda cenaze defnedilinceye kadar, ölümden başka hatırımdan hiçbir şey geçmezdi. Üçüncüsü Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç terettüt etmedim.”

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.