Tanburi Mustafa Çavuş

Kısaca: TANBURÎ MUSTAFA ÇAVUŞ (1700 ?-1770 )Türk Sanat Mûsikîsi'nin bu önemli XVIII. yüzyıl bestekârı hakkında, üzülerek belirtelim ki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Türk Mûsikîsi tarihi ile ilgili belgelerde adı Tanburî Mustafa Çavuş, Mustafa Çavuş, Tanburî, Âşık, Âşık Tanburî gibi isimlerle anıldığı görülür. ...devamı ☟

TANBURÎ MUSTAFA ÇAVUŞ (1700 ?-1770 )

Türk Sanat Musikisi'nin bu önemli XVIII. yüzyıl bestekarı hakkında, üzülerek belirtelim ki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Türk Musikisi tarihi ile ilgili belgelerde adı Tanburi Mustafa Çavuş, Mustafa Çavuş, Tanburi, Âşık, Âşık Tanburi gibi isimlerle anıldığı görülür. Doğum ve ölüm tarihleri belli değildir.

Dr. Suphi Ezgi bazı kaynaklara dayanarak ailesinin Kadıköyü'nde oturduğunu, Kadıköylü Kadı Mehmed Efendi'nin oğlu olduğunu, bu yüzden "Kadı-zade" adını aldığını söylüyor. Refik Ahmed Sevengil ise, Hafız Hızır İlyas Efendi'nin "Vak'ayi-i Letaif-i Enderun" adındaki eserine, Fatih'teki Ali Emiri kitaplığında 736 numarada kayıtlı Edirneli Derviş Hüseyin'in (H. 1146) tarihli güfte mecmuasına ve Suphi Ezgi'nin "Tanburi Mustafa Çavuş'un 36 şarkısı" adındaki eserine dayanarak, XVIII. yüzyılın ilk yıllarında doğduğunu ve aynı yüzyılın ikinci yarısından sonra ölmüş olabileceğini ileri sürüyor. Bu tahminlere göre mezarının yeri bilinmeyen bu büyük sanatkar 1700-1770 yılları arasında yaşamış olabilir. Esad Efendi'nin verdiği kısa bilgiye göre Enderun'dan yetişti ve saray geleneklerine göre "Çavuş" luk rütbesine kadar yükseldi.

Saraydan ne zaman ayrıldığı, ne gibi görevlerde bulunduğu, kimlerden ders alarak yetiştiği bilinmezlik içindedir. Her ne kadar Kadıköyü'nde doğduğu ileri sürülüyorsa da Mustafa Çavuş, gelenek ve göreneklerine bağlı, halk musikisi ve halk şiiri zevkini tatmış, bunu verdiği eserlerde kuvvetle hissettirmiş bir halk çocuğu olsa gerektir. Bu nedenle çağının özelliklerine uymayan, şen, şuh, nükteli ve samimi bir üslubu ve ilginç bir sanatkar kişiliği vardır. Şairane benliğinden doğan şiirlerine yapmış olduğu besteleri, aynen şiirleri gibi, her türlü özenti ve gösterişten uzaktır. Samimiyetten yola çıkmış, sanat endişesi ile hareket etmemiştir. Çağının musiki anlayışına uymamış, bir eserinin dışında büyük beste formlarında eser vermemiştir. Kendi tabiatına uygun olanı yaptığı için, o zamana göre alışılmışlığın dışında kalan şarkılarının sanat değeri çok yüksektir;şarkı formunun en güçlü öncülerindendir. Böyle olduğu için Mustafa Çavuş, ". . . musikişinas olarak şarkı edebiyatımızda kendinden öncekilere göre yepyeni bir çığırın ve bugünün anlayışına , zevkine bütün tazeliği ve heyecanı ile seslenen bir seviyenin sahibidir. "

". . . musikişinas olarak şarkı edebiyatımızda yapmış olduğu orijinalite kadar, şiirde de kendine mahsus bir çığır açmıştır. Kullandığı ölçülerin ritmik inkişafındaki şekillenmede güzel anlayış ve buluşları vardır. Makamlarımızın estetik ve karakterlerini pek güzel anlamış, kavramış ve ifadelendirmiştir. Güfteleri, halk edebiyatımızın biraz şehir dili karışmış özel örnekleridir;hepsi kendisinindir. Şarkılarında söz ve ses olarak şen, şuh bir lirizm vardır. Bazı bestekarlarımızın üzerinde etkisi olduğu görülür. Nihayet Mustafa Çavuş, halk sanat ve zevk seviyesini şehir sanat ve zevk seviyesine ustalıkla uygulamayı bilmiş, başarmış en büyük şarkı bestekarlarımızdan biridir. "

Bu şakrak, sevimli, neşeli ve çarpıcı uslubun anlaşılması ve bellenmesi kolay olduğu, her zevke hitap ettiği için günümüze altmış dört eseri gelebilmiştir.

Bunlardan otuz altısının notasını Dr. Suphi Ezgi 1948 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı aracılığı ile yayınlamıştır. Bu şarkıların otuz beşinin aranağmesini Suphi Ezgi, "Dök zülfünü meydane gel" güfteli hisar-buselik makamındaki şarkının aranağmesini de Udi Nevres Bey bestelemiştir. Birçok eseri de unutulmuştur. Eserlerinin biri beste, diğerleri ise şarkı formundadır. Bu eserlerinde yürük aksak, düyek, ağır düyek ve raks aksağı gibi usulleri kullanmıştır.

Mustafa Çavuş aynı zamanda bir hece, yani halk şairidir. Şiirlerinde "Tanburi" mahlasını kullanmış, sade ve duru bir Türkçe ile özentisiz, duygulu ve sanatlı şiirler söylemiştir. Elde bulunan şiirleri gözden geçirilirse şiir geleneklerimiz içinde "Edebi Sanatlar"a sık sık yer verdiği görülür. Gerek musikide, gerekse şiir söyleme sanatında ortaya koyduğu eserler onun "Âşık Musikisi" ve "Âşık Edebiyatı" ile klasik musikinin arasında yer aldığı ve kendine özgü bir sanatın mensubu bulunduğu dikkati çeker. Enderun'dan yetişmiş olmasına rağmen musiki anlayışını değiştirmemiş, ilhamlarını sanatın dar kalıplarına sıkıştırmamıştır.

Diğer bestekar şairlerimizin halk şiiri vadisindeki söyledikleri dikkate alınırsa, Mustafa Çavuş'un güçlü bir "Hece Şairi" olduğu sonucuna varılabilir.

Bu yönü yeterince araştırılmamış olan bestekarımız şiirlerinden örnekler seçerek vermeyi uygun buluyoruz. İşte "Cinaslı"bir şiiri:

Keremkani efendim gel gül yüze, Bülbül gibi hasret oldum gül yüze, Günde yüzün elli kerre görsem de, Tamahkarım, gözüm doymaz gül yüze.

Nar-ı firkat yerden göğe erişti, Burc-u ahım kamer ile buluştu, Yüz elli yıl ede bari ömrünü, Zahir batın yıldızımız barıştı.

Ne mümkindir ben durayım yüz yüze, Seyreyleyim hal-i aşkım yüz yüze, Sultan-ı aşk dergahında Tanburi, Çek çileni bir gün gele yüz yüze.

Mustafa Çavuş şiirlerinde musikimizde kullanılan bazı makamların isimlerini başka anlamlarda kullanmış, bunlardan bir takım söz oyunları yaparak aynı makamlardan besteler yapmıştır;mesela Buselik makamından bestelediği bir şiirinin son dörtlüğü şöyle:

Mecnun misal gibi halim, Sevdiğimi bilir Bari. Tanburi'nin her nağmesi, Buselik'tir gül'izarı.

Muhayyer makamından bestelediği bir başka şiirinin son dörtlüğü ise şudur:

Okundukça beste dilde, Tanburi'yi pek tut elde. Sen çıkarma, gözle aşkın; Muhayyer'dir zira perde.

Şimdi sunacağımız şiirin samimiyeti, duru Türkçesi ve ifadesindeki güzellik dikkat çekicidir;adeta bir kır manzarası çizmiş gibidir:

İki ahu bir derede su içer, Dertli ahu dertsizlere dert saçar, Nazlı yarim nasıl benden vazgeçer ? Varsın avcı başka avlar avlasın, Tazıları dağdan dağa yollasın.

Çıka çıka şu dağları yoruldum, Ben ahunun gözlerine vuruldum, Ahum için bu yerlere kul oldum, Varsın avcı başka avlar avlasın, Tazıları dağdan dağa yollasın.

Son olarak şu güzel şiirini vermekle yetinelim:

Safa geldin efendim sen; Dağ-ı sinem oldu ruşen. Felekten bir ay-gün doğdu Nur ile yer oldu gülşen.

Hüsnün gibi bağ-ı irem, Bulunmaz ki gönül verem II. , Şeref burcu açılırsa, Mahitapta belki görem.

Âşık mısın Tanburi sen ? Gör kendini , haddin bil sen II. Açılırsa gül cemali, Nice olur halin görsen.

Musikimize özellikle şarkı formunda birbirinden güzel eserler kazandırmış bu büyük bestekarımızı saygıyla ve rahmetle anıyoruz. . .

Hazırlayan:Tahir AYDOĞDU

Kaynak:Türk Musikisi Tarihi. . . . . . . Dr. Nazmi ÖZALP

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.