Özgürleşme Etiği
Kısaca: Marx ve ardılları tarafından benimsenen önce insanın kapitalist toplum düzeninde maruz kaldığı yabancılaşmadan kurtarılmasını, sonra da kendisini tam bir özgürlük içinde gerçekleştirmesini nihai hedef yapan etik anlayışı. ...devamı ☟
Aristoteles, Kant, Stuart Mill gibi düşünürlerin ele aldıkları geleneksel ahlak problemleriyle, bu türden bireysel problemlerin insanların içinde yaşadıkları sosyal sistemin yarattığı problemlerin bir sonucu oldukları ve bu problemler karşısında ikincil sayılabilecek bir konumda bulundukları gerekçesiyle, pek uğraşmamış; ahlaki problemlere ancak toplumsal sistemlerin doğası ve niteliğiyle ilgili açık seçik bir kavrayışa ulaşılması durumunda bir çözüm getirilebileceğini öne sürmüş olduğu için, kendisinde sistematik ve bağımsız bir etik teorisinden söz etmenin pek kolay olmadığı Marx’ın, yine de kendini gerçekleştirme veya belirleme ya da özgürlüğü en yüksek değer olarak konumlamış olan bir etik teoriye sahip olduğu söylenebilir. Nitekim, o felsefesi ve toplum teorisinde, hiç durmadan modern kapitalist toplumda özüne yabancılaşmış olan insanın bu en yüksek iyiye nasıl ulaşabileceğini araştırmıştır.
Bununla birlikte, söz konusu teorinin mahiyetini daha iyi anlayabilmek için, Marx’ın, Hegelci özgürlük konsepsiyonunun oluşturduğu gelenek içinde yer alan özgürlük anlayışının diğer özgürlük görüşlerinden, özellikle de liberal özgürlük anlayışından farklı olduğunu görmek büyük önem taşır. Gerçekten de, özgürlük ya da kendini gerçekleştirme birçok etik teoride, örneğin Aristoteles’in kendini gerçekleştirme etiğinde, Spinoza’nın determinist etik anlayışında, Kant’ın ödev etiğinde, yararcı etikte, ama özellikle de egzistansiyalist etikte en temel değer olarak başat bir konum işgal eder. Bunlardan Anistoteles, Spinoza ve Kant’ın etiğiyle varoluşçu etik, temelde insanın kendisine ve dünyaya karşı olan tavrıyla ilgili metafizik teorilerdir. Dahası, sözünü ettiğimiz etik anlayışlardan varoluşçu etik dışında kalan teoriler, entellektüalist ya da rasyonalist anlayışlar olup, özgürlüğü bilgiye bağlar, özgürlüğün insanın akıl boyutunun doğal yanını kontrol altında tutmasının sonucu olduğunu öne sürerler.
Oysa, yararcı etiğin cisimleştirdiği liberal özgürlük anlayışıyla Marx’ın özgürleşme etiği sadece felsefi değil, aynı zamanda siyasi teorilerdir. Nitekim, Stuart Mill’in formüle ettiği liberal özgürlük anlayışına göre, özgür olmak, başkalarına zarar vermediği sürece, kişinin baskı altında ya da zor olmaksızın, bağımsız olarak istediği gibi davranabilmesini ya da yaşayabilmesini gerektirir.
Nitekim, Mill’e göre, özgürlük “zevklerde ve meşgalelerde serbestlik; hayatımızın planını kendi karakterimize uyar şekilde düzenlemek; hemcinslerimizin fikrince bizim karakterimiz ters veya yanlış bile olsa, yaptığımız şey kendilerine zarar vermediği müddetçe, onlar tarafından bir engellemeye uğramaksızın ve işin muhtemel akıbetlerine katlanmamız şartıyla beğendiğimiz tarzda davranmak” anlamına gelir.
Hobbes ve Hume’dan başlayıp, Bentham ve Mill tarafından savunulan ve günümüzde Batı dünyasında, ama özellikle de Anglo Sakson dünyada hakim olan liberal anlayışın tipik özelliği olan söz konusu özgürlük anlayışı, oldukça dar, bireyci ve olumsuz bir özgürlük konsepsiyonudur. Bireycidir, çünkü bireylerin başkaları, toplum ya da devlet tarafından zora tabi tutulmadıkları veya engellenmedikleri ölçüde özgür olduklarını öne sürer. Olumsuzdur, çünkü özgürlüğü bireylerin içinde yaşadıkları toplum tarafından engellenmemeleriyle, muayyen bir şeyi yapmaya ya da belirli biri olmaya mecbur bırakılmamayla ölçer. Hepsinden önemlisi, liberal gelenek içinde özgürlüğü engelleyen kısıtlamalar salt harici ve bireysel bir düzlemde; bu kısıtlamaların sınırladığı ya da engellediği şeyler, önemlerine ve değerlerine hiç bakılmaksızın, sadece ihtiyaçlar ya da tercihler olarak; özgür fail veya bireyler de, yalın bir tarzda bu tür ihtiyaç ve tercihlerini merkezi olarak değerlendirilir. Bu anlayış, özgürleşme etiğinin veya Marx’ın özgürlük anlayışı açısından, eylemlerin ve toplumsal ilişkilerin anlamı ya da karşılanması gereken ihtiyaçların önemi üzerinde durmak yerine, sadece yararın toplamıyla, elde edilen hazzın miktarıyla ilgilendiği için eleştirilir. O, yine kendi “iyi” anlayışını seçmekte, kendi çıkar ve ihtiyaçlarını belirlemede serbest bırakılmış bireylerin hayat planları ya da iyi arılayışları konusunda tarafsız bir konumda bulunan toplumsal ve politik düzenlemelerin yanında olduğu için mahkum edilir.
Zira liberal gelenekte özgürlüğün gerçekleştiği yer olarak görülen modern kapitalist toplum, özgürleşme etiği açısından insanların özgürleşmelerine, insanların sadece toplumsal zorlama ya da engellemenin olmaması değil, fakat aynı zamanda kişinin başka insanlarla rasyonel ve ahenkli ilişkiler içinde kendini gerçekleştirmesini sağlayan bir yaşam sürmesine engel olan güç olarak değerlendirilir. Modern kapitalist düzenin, bireylerin iyi anlayışları karşısında tarafsız kalmak bir yana onun istek ve eğilimlerini belirlediği düşünülür. Farklı çıkarlar ve tercihler arasında, onların özgürlükle olan ilgilerine bakarak bir ayırım yapan Marksist özgürlük konsepsiyonu, failin kendi yolunu çizebilen, kendini ancak başkalarıyla bir topluluk halinde ve karşılıklı ilişkiler içinde gerçekleştirebilmeyi başarabilen bir varlık olduğu görüşüne sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu konuda henüz görüş yok.