Tan Tolga Demirci

düzenle|Ekim 2007



01.01.1975 yılında İstanbul`da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Bursa`da tamamladı. Lise yıllarında tanıştığı Andrí© Breton, Isidore Isou, Tristan Tzara, Philippe Soupault ve Robert Desnos gibi yazarlardan etkilendi. 1990 yılında ilk öyküsünü yazdı ve 1992 yılında, `Alfa, Romeo ve Juliet` adındaki ilk öykü dosyasını oluşturdu. Tamamı otomatik yazın örneklerinden oluşan bu öykü dosyasından alınan `Çelik Sarmalın Vantilatör Önündeki İzlenimleri` isimli öykü, aynı yıl, Bursa`da çıkmakta olan Yeni Biçem dergisinde basıldı. Sinemaya karşı tutkusu çocuk yaşlarda başlayan Demirci, 1992 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema Televizyon Ana Sanat Dalı, Görüntü Yönetmenliği Bölümü`nde okumaya hak kazandı. Psikanalize karşı ilgisini yoğunlaştırarak sinema ile psikanaliz arasındaki bağlantıları sinema türleri kapsamında bütünleştirmeye çalışan Demirci, Korku Sinemasının Psikanalizi isimli, sonradan tez çalışması olacak dosyanın hazırlıklarına girişti. Üniversiteye girdiği yıl çektiği 416 ve 417 isimli kısa filmler, aynı zamanda yönetmenin çektiği ilk filmler oldu. O yıllarda Sigmund Freud, Jacques Lacan, Jean Baudrillard, Melanie Klein, ve özellikle de Wilhelm Reich`ın düşüncelerinden etkilenen Demirci, 1993 yılında tam anlamıyla sürrealizm akımına bağlandı. Üniversite yıllarında izleme imkanı bulduğu Leos Carax`ın Mauvais Sang ile Luis Bunuel`in Le charme discret de la bourgeoisie filmleri, unutamadığı diğer gerçeküstü filmler arasından sıyrılarak başucu filmleri arasında yer aldı. 1996 yılında `Korku Sinemasının Psikanalizi` teziyle mezun olan Demirci, 1992-1996 yılları arasında İzlek, Kavram Karmaşa, Yeni Biçem, Sirius gibi dergilerde öykülerini yayınlamayı sürdürdü. 1996 yılında, televizyonculuk yaşamına başlayan Demirci, 1996-2001 yılları arasında Bursa Olay TV`de metin yazarlığı editörü, yapımcı ve yönetmen olarak çalıştı. 1997 yılında yapıp yönettiği ve dört yıl süreyle yayın hayatında kalan Sinekafe isimli program, o ana dek `sinema` üzerine yapılmış en çarpıcı programlardan biri oldu. `Anna` adını verdiği ilk `ciddi` kısa filmini 1999 yılında çeken yönetmen, aynı filmle İspanya`da düzenlenen `De Gijon` isimli kısa film festivalinde finale kaldı. Anlatımcı ve şiirsel bir üslubun denendiği Anna`yı, 2000 yılında çektiği `Trenler mi Terkedilmiştir Yoksa İstasyonlar mı` isimli diğer bir kısa film izledi. Tamamen kolaj mantığı üzerine kurulan sahnelerin parçalı bir kurgu yapısı taşıdığı bu filmden sonra 2001 yılında `Salt Lake` isimli diğer bir kısa filmi sonlandıran yönetmen, aynı isimde bir de roman kaleme aldı. `Salt Lake` adındaki olmayan bir şehirde yaşayan iki aşığın düşleri ve sözleri üzerine kurulu film, romandan uyarlanan küçük bir epizod olarak yönetmenin filmografisindeki yerini aldı. Aynı yıl, Avrupa Gezici Film Festivali kapsamında izlediği Jan Svankmajer imzalı `Conspirators of Pleasure` adını taşıyan filmden o kadar etkilendi ki içlerinde Jan Svankmajer`in de bulunduğu Çek sürrealistlerini ziyaret amacıyla Prag`a gitti. 2002 yılında Olay TV`deki mesleğini sonlandıran Demirci, yaşamını İstanbul`da sürdürmeye karar verdi. 1996-2001 tarihleri arasında izleme fırsatı bulduğu ve etkilendiği isimler arasında Jean Luc Godard, Hans Bellmer, Reiner Werner Fassbinder, Joel Peter Witkin, Alain Resnais, Jean Vigo ve Jan Svankmajer sayılabilir... 2002 yılından itibaren kısa film çalışmalarını yoğunlaştıran Demirci, aynı yıl çektiği Hayatımın Özeti isimli filmle 25. İfsak Kısa Film Yarışması`nda `En İyi Deneysel Film` ödülünü kazandı. Kolaj ve neredeyse foto montaj tekniği ile çekilmiş olan bu film, aynı zamanda gerçeküstücülüğü tüm detaylarıyla yansıtan bir örnek olarak Türk kısa film tarihindeki yerini aldı.

``"Hayatımın Özeti, seks, psikanaliz ve politika kavramlarını, onların gerçeküstü açılımlarıyla buluşturan ve bu yolda, kişisel bilinçdışını estetik bir araç olarak kullanan önemli bir film. Bu filmde adı geçen kişiler, konu edilen olaylarla rasyonel olmayan bir ilişki içine sokularak, yaşadığım hayatı olması gerekenden daha koyu bir gerçeklik düzlemine taşıyor. Filmin amacı, öyküyü, mekan ve zamandan soyutlayarak, söz konusu gerçeklik düzleminin gerçek olmadığına izleyiciyi inandırmak üzerine kuruludur. Wilhelm Reich`ın hayatıma giren kadınlara olan uzaklığı ne ise filmin izleyiciye olan uzaklığı da odur."``

Aynı yıl çektiği `Prag`a Ne Dersin` isimli çalışmada ise bu kez kamera önünde Nilüfer Açıkalın ve Kemal Okur gibi isimler vardı. Evlilik hayatını çokça etkilendiği Fransız Yeni Dalga sineması üslubunca anlatmaya çalışan Demirci, çekmiş olduğu bu filmle 15. Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması`nda `En İyi Film` ödülünü kazandı.

``"Aşağıdaki filmlerden hangisi Tan Tolga Demirci`ye ait değildir` şeklinde bir soru sorulsaydı, beni tanıyanlar Prag`a Ne Dersin`i ve beni tanımayanlar, yine Prag`a Ne Dersin`i işaretlerdi. Aslına bakılırsa doğru yanıttan ben de emin değilim. Filmi yazmadan önce, kafamda dönüp duran tek şey, `karı-koca` birbirlerini görmeksizin bir evlilik öyküsü çekilip çekilemeyeceği üzerineydi. Sanırım film, bu takıntımı biraz olsun doyurdu. Üç yapımcının yardımıyla çekimleri ve kurgusu 5 hafta içinde tamamlanan `Prag`a Ne Dersin`, senaryo ve izleme aşamasında kendimi özgür hissedemediğim tek kurmaca filmimdir."``

2003 yılı, yönetmen için yaşamındaki en verimli yıllardan biri oldu. O yıl sonlandırdığı 3 kısa film, yurt içinde ve dışında pek çok festivalde gösterilirken içlerinden sadece biri, yedi birincilik ödülünün sahibi oldu. `Erses Apt. No:8`, `Kendiliğinden Öyküler` ve `Alfabetik Düşler` adını taşıyan bu üç filmin en temel ortak özelliği, epizodik anlatımı ön planda tutan bir dramatik yapıyı model almalarıydı. `Erses Apt. No:8`, yönetmenin yaşadığı ev üzerine yaptığı kurmaca bir belgesel denemesiydi.

Korku Sinemasının Psikanalizi` isimli lisans tezimde, korku filmlerinde anlatılan ya da hissettirilen bilinmeyen mekanlarla, kişisel bilinçdışının dili arasındaki bağlantıyı yakaladığımda, ister istemez, yine korku sinemasında bildik bir gösterge olan `lanetli ev` anlatısıyla karşılaşmıştım. Bir insanın, çocukluğunu geçirdiği evi `lanetli ev` olarak nitelemesi ve dahası, yıllar sonra bu evden bir kısa film çıkarabilmesi, evden çok, o filmi çeken kişinin çocukluğuna bulaşan lanetin bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Gördüğünüz bir düşü, sadece düş olarak çekmekle, o düşü estetize edip çekmek arasındaki fark, bu filmde çekilenlerin ne kadarının benim düşüm ve ne kadarının ise görmek istediğim düşüm olduğu gibi bir yan soruyu da beraberinde getiriyor. Bu sorunun yanıtı ise filmi izleyenlere değil ve fakat `anı-çocuk-ev` üçlemesini birbirinden ayırabilecek tecrübeli psikanalistlere kalıyor. Çünkü hangi evin içinde geçirilirse geçirilsin, çocukluk, kurmacanın kurallarıyla yeniden üretildiği sürece onun belgesel gerçekliği de güçlenecektir."``

`Erses Apt.No:8` çalışmasını izleyen `Kendiliğinden Öyküler` isimli film de yine kendi içinde öykülerden oluşan bir `kolaj film` olarak yönetmenin filmografisindeki yerini aldı.

``"Uzun zamandır plastik sanatlardaki kolaj düşüncesini yansıtan bir senaryo yazmayı düşünüyordum. Bu düşünceyi uygulamaya koymamda bana yardımcı olan şey ise o sıralarda yaşadığım odaklanma sorunu oldu. Epizodik öykü anlatma hastalığına ilk yakalandığım film olan `Kendiliğinden Öyküler`, işte böyle bir düşünsel sürecin sonunda ortaya çıktı. Birbirinden bağımsız sahnelerin, birbirine bağlanma noktalarının, sahnelerin öyküsünden daha değerli olduğuna inandığım bu çalışmada fransızca, ingilizce ve türkçe konuşan insanlar göreceksiniz. Ayrı dillerin bir araya gelmesi, farklı sahnelerin bir araya gelmesi düşüncesinin tanımını koyulaştırsa da filmde ilgisiz dilleri kullanmamdaki en önemli neden, izleyiciyle oyuncu ve oyuncu ile kendi öyküsü arasındaki mesafeyi açmak arzusuydu. 7 sahneden oluşan, çekimleri ve kurgusu 1 ay içersinde tamamlanan Kendiliğinden Öyküler, ortaya konması gereken psikiyatrik malzemenin, analiz edilenin dirençleriyle nasıl çarpıtıldığını ve bu çarpıtmayla ortaya çıkan imgelerin, sadece analiz edilenin değil tüm toplumun malı haline nasıl gelebileceğini anlatan sevdiğim bir film."``

Ve nihayet, 2003`ün son kısa film çalışması olan `Alfabetik Düşler`, Demirci`nin Türk kısa film tarihinde oldukça önemli bir adımı atmasını sağlayan en vurucu kısa filmi olarak kabul edildi. Tam yedi birincilik ödülü kazanan film (3.IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması En İyi Film, 3.IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması İzleyici Ödülü, 2.Yıldız Kısa Film Festivali En İyi Deneysel Film Ödülü, 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması En İyi Deneysel Film Ödülü, 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması Halk Jurisi Ödülü, 3.Bursa Kısa Film Festivali Tüm Zamanların En Etkileyici Kısa Filmi) yurt içinde ve dışında pek çok merkezde gösterim imkanı buldu. Filmini kısaca `alfabenin gösterenleri ve gösterilenleri arasında yaratılan irrasyonel bir kısa devre` olarak tanımlayan yönetmen, aynı yıl, 2001 ve 2003 yılları arasında yazdığı öyküleri, `Zihinsel Boşalmanın İşlevi` isimli çalışmada dosyalaştırdı. 2004 yılında kısa film çalışmalarına devam eden Demirci, o yıl çektiği `Klecks` isimli kısa filmiyle yine epizodik anlatıma olan bağlılığını gerçeküstü bir çizgide korudu. Bu `lekeli` film, 15 ülkede gösterim imkanı buldu.

``"Hermann Rorschach`nın, 1920`lerde psikanalitik bir test olarak uyguladığı mürekkep leke testinden hareketle, 5 lekenin 5+1 öyküye dönüşmesini anlatan film... Beş öykünün anafikirleri şöyle sıralanabilir: 1.öykü: Mistik görüntü, gerçek görüntünün değilidir ve bu yüzden kara kutuya ters yansır. 2.öykü: Cinayetin estetize edilmesi, cinayeti yaratan nedenin estetize edilmesidir. 3.öykü: Ayrılık anksiyetesinden kurtulmanın tek yolu ayrılmaktır. 4.öykü: Kapalı devre analojilerde bir balığın kılçığı, balığın kendisinden daha güçlüdür. 5.öykü: Evrensel yineleme nevrozu, dünyanın kendi etrafında dönüşüdür."``

Çektiği filmlerin yanında `Est A Non`, `Sinemasal`, `Sekans`, `Altyazı`, `Monokl`, `Cinemaskop`, `Kül`, `Kül Öykü`, `Kül Öykü Gazetesi`, Akatalpa, Öteki Siz gibi dergilerde gerçeküstü sinema üzerine düşüncelerini iletmeyi sürdüren yönetmen, 2005 yılında bir re-prodüksiyon olarak kabul ettiği `Hayatımın Özeti` isimli kısa filmini yeniden çekti. Metni bozmadan ama görüntülerin neredeyse tamamını değiştirerek yapmış olduğu bu parçalı sahnelerden oluşan filmi yine aynı yıl yazmış olduğu Gomeda isimli uzun metraj senaryo çalışması izledi. Yönetmenin aynı zamanda ilk uzun metraj filmi olan Gomeda, 2006 yılında çekim imkanına sahip oldu. Başrollerini Serkan Altunorak, Halim Ercan, Bahar Yanılmaz, Bulut Köpük ve Feride Çetin`in paylaştığı film, Türk sineması adına öncü bir fantastik gerilim örneği olarak sinema tarihindeki yerini aldı. 2007 yılının Şubat ayında gösterilen film, özellikle son sekansında, tıpkı yönetmenin kısa filmleri gibi gerçeküstü denebilecek sahnelerle cesur bir örnek olduğunun da altını çiziyordu. Kabaca `Gomeda` adıyla anılan bölgede günümüze kadar gelen bir lanetin beş genç üzerindeki etkisini `kürtaj` bağlantısıyla sorgulayan film, bilinç-bilinçdışı arasındaki mesafeyi katederek Türkiye için avant-garde sayılabilecek farklı bir sinemasal zevkin kapılarını da açmış oldu. Aynı zamanda Türk sineması içinde gerçeküstücü kodların ilk kez bilinçli olarak kullanıldığı film, pek çok katmanda okunabilecek, farklı okuma disiplinlerine açık tavrıyla da kendi kalitesini, `kendi çapında` ve önemli sayılacak bir başarıyla ortaya koydu. Bir yıl önce yazımı tamamlanan ve `Es Yayınevi` tarafından basılan `Korku Sinemasının Psikanalizi` isimli kitabın pratiği niteliğini de taşıyan Gomeda, aynı yıl Brüksel Fantastik Film Festivali`nin (Brussels International Festival of Fantasy Films) özel seçkisinde yer aldı. Uzun metrajlı filmi Gomeda`dan sonra da kısa film çalışmalarına devam eden Tan Tolga Demirci, `Felix Und Scorpion` adını taşıyan son kısa filmiyle gerçeküstücülük ve sinemayı bir araya getiren denemelerine bir yenisini daha eklemiş oldu. Margaret Thatcher`ın ayakkabısıyla Karl Marx`ın yazmaya çalışıp da yarım bıraktığı `Felix Und Scorpion` isimli edebi yapıt arasındaki kısa devreyi ve sonrasında meydana gelen diyalektik döngüyü konu alan film, Reich`ın `seksüel politika` düşüncesini gerçeküstü bir biçimde ajitasyona dönüştüren tavrıyla da ilginç bir çalışma olduğunun altını çizdi. Şimdilerde bir uzun ve bir de kısa metraj senaryo üzerinde çalışan yönetmen, aynı zamanda 2003-2007 yılları arasında yazdığı kısa öyküleri yeni bir dosyada toplama hazırlığı içersindedir.

Kaynaklar

Vikipedi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.