İstanbul

Kısaca: İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti. Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan şehir, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34. sırada yer alır. Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir. İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur. ...devamı ☟

İstanbul
İstanbul

İstanbul Haritası

İstanbul'un konumu
İstanbul'un konumu
İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti. Yüzölçümü 5.712 km2 olan İstanbul ili doğuda Kocaeli, güneyde Bursa ve Marmara Denizi, batıda Tekirdağ, kuzeyde de Karadeniz'le çevrilidir. Marmara Denizindeki Adalar yönetsel bakımdan İstanbul'a bağlı ilçedir. Kuzey-güney doğrultusunda uzanarak Karadeniz ile Marmara'yı birleştiren İstanbul Boğazı, hem il topraklarını, hem de şehri Asya yakası ve Avrupa yakası olmak üzere ikiye böler. Batıda il sınırlarına yaklaşan İstanbul metropoliten alanı, doğuda il sınırlanın aşarak yönetsel bakımdan Kocaeli'ye bağlı olan Gebze'yi de içine alır.

İstanbul, tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, Türkiye'nin ve Avrupa'nın en kalabalık şehri.

Yaklaşık 12 milyonluk nüfusuyla dünyada kalabalık şehirlerinden biridir. 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle dünyada 34. sırada yer alır. Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir. İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur. İstanbul'un Avrupa'daki bölümüne Rumeli yakası, Asya'daki bölümüne ise Anadolu yakası denir. Dünyada iki kıta üzerinde kurulu tek metropoldür. 40 ilçesi vardır.

Dünyanın en eski şehirlerinden olan İstanbul, 330 - 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 - 1204 ile 1261 - 1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204 - 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1454 - 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapmıştır.

Konumu



Haritada İstanbul'un konumu
Haritada İstanbul'un konumu
İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. İstanbul Boğazı boyunca ve Haliç'i çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur. İstanbul, batıda Avrupa yakası ve doğuda Asya yakası olmak üzere iki kıta üzerinde kurulu tek metropoldür. 32 ilçesi vardır. Sanal olarak 360tr [1] üzerinden gezilebilir.

Dünyanın en eski şehirlerinden olan İstanbul, 330 - 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 - 1204 ile 1261 - 1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204 - 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453 - 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapmıştır.

Etimoloji (İstanbul isminin 'adı' tarihi)

M.Ö. 667 yılında; İstanbul'a yerleşim kuran kolonist Megaralılar şehri o dönemdeki kralı Byzas için "Bizantium" ismini koymuştur. M.S. 196 yılında da Roma İmparatoru Septimius Severus şehri bir saldırı sonrasında ele geçirmiş, ancak bu sırada şehir bir harabe haline gelmiştir. Şehri yeniden onarınca, bir çok Romalı da İstanbul'a göç etmiştir. Her ne kadar Severus şehre oğlunun ismi Augusta Antonina (İmparator olunca ismi Antoninus Caracalla olmuştur) vermek istese de rivayete göre, Konstantin şehre Konstantinopolis ismini vermesinden öncesine kadar halk arasında bu şehre Nova Roma (Yeni Roma) deniliyordu.

Konstantin de en başında şehrin resmi ismini Nova Roma koymak istedi; ancak dini anlaşmazlıklar çıkınca bundan vazgeçti. İstanbul adının kökeninin Antik Yunancaya da dayandığı rivayet edilir. Türkler İstanbul'u ele geçirmesi sırasında ve öncesinde; Selçuklularda olduğu gibi şehre Stamboul-Stambul demekteydiler. Türklerin yanı sıra; 10'uncu yüzyılda Arapların 12'inci yüzyılda da Ermenilerin şehre bu isimle çağırdıklarını öngörürler. Ancak; devlet işlerinde Osmanlı İmparatorluğu Konstantiniyye ismini kullanır.

Şehrin İstanbul-İstambol ismini sık kullanması ise 17'inci yüzyılda; Evliya Çelebi'nin şehirden bu isimle bahsetmesiyle başlar. İstanbul kelimesi Yunanca "εις την Πόλιν" ya da "στην Πόλη" (eis tén pólin ya da sten pole = şehire doğru ya da şehirde ) tümcesinden gelir. 18'inci yüzyılda III. Mustafa döneminde ise; paraların üzerinden Konstantiniyye kaldırılarak, İstambol'u koyunca resmiyete dönüşür. (1770)

İstanbul'a farklı isimler veren pek çok dil vardır:

  • Rumca: Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis, Vizantion
  • Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma
  • Slavca: Çargrad, Konstantingrad
  • İbranice: איסטנבול (İs-tan-bul), Ortaçağ'da קושטא (Kuş-ta)
  • Vikingce: Miklagard
  • Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli
  • Arapça: Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma
  • Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul
  • Eski Rusça: Çargrad, Vizantiy, Konstantinopol, Stambul
  • Osmanlıcada: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü 'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet, Kostantiniyye ( قسطنطينيه )


Tarihçe



Her ne kadar 300.000 yıldan bu yana Dünya 3 kez Buzul Çağı geçirip, toprak kütlesi yer değiştirse de; Küçükçekmece'deki Yarımburgaz mağarasında Neolitik ve Kaltolitik insanlara değin izler bulunmuştur. Dudullu'da Alt Paleolitik Çağ, Ağaçlı'da Orta Paleolitik Çağ ve Üst Paleolitik Çağ'da kullanılan aletlere rastlanılmıştır. Ancak, Dünya'nın herhangi bir yerinde bu çağlara değin izlere rastlanabilir. Yaşadığımız son buzul çağı sonrasındaki izler M.Ö. 5000 yıllarına aittir.M.Ö. 5500 yıllarına ait fikirtepe yazıtlarının bulunması ile kalkolitik çağda da başkent olduğu tespit edilmiştir.

İstanbul'un kent tarihini 4 ana başlıkta toplayabiliriz. Bunlar; İstanbul'un isminin Byzantium olduğu ikinci yerleşim dönemleri, Konstantin tarafından kurulan Bizans İmparatorluğu'ndaki Konstantinopolis dönemi, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Cumhuriyet sonrası dönemi.

İstanbul, Roma İmparatorluğu (330-395)'nun, daha sonra Bizans İmparatorluğu (395-1204, 1261-1453) ve Latin İmparatorluğu (1204-1261)'nun, son olarak da Osmanlı İmparatorluğu (1453-1922)'nun başkenti olmuştur. Romalılar ve Bizanslılarca başkentleri Konstantinopolis, Osmanlılarca başkentleri Stambul, İslambol, Konstantiniyye, Dersaadet v.b. anılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nce şehir 1930 yılından beri resmi olarak İstanbul diye adlandırılmaktadır.

Bizans Dönemi



Bu dönem M.Ö. 660 ile M.S. 324 yılları arasını kapsar. M.Ö. 667'de Megara halkı; şehre yerleştikten sonra; kralı Byzas için, Byzas'ın yeri veya şehri anlamındaki Bizantium (Byzantium ya da Bizantion - Βυζάντιον) ismini koyar.

Bilinen efsaneye göre Megaralılar Ege Denizi'nde kuzeye doğru yol alır, bu sırada Kral Byzas'a da Delfi kahininden "körün zıttı"'nda yeni bir şehir kuracağını söyler. Mageralılar da Boğaziçi'ye ulaştıktan sonra, koyları gezer ve dönemin Kalkedon'u (Χαλκηδών) günümüzde Kadıköy olan yere şehrin ilk temellerini kurar.



1880 yılında Sarayburnu
1880 yılında Sarayburnu
Megaralılar daha sonra Sarayburnu'na da yerleşmiş; ancak bir çok kez şehir istilaya uğramıştır. M.Ö. 269'da Bitinyalılar tarafından ele geçirilmiştir. M.Ö. 202'de Bitinyalılar Makedonların istilasından korkarak; Roma'dan yardım talebinde bulunmuş ve Roma kültürü yavaşça şehri etkilemeye başlamıştır. M.Ö. 146'dan itibaren de Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmiştir. Şehir o dönemden itibaren; Bitinya-Pontus eyaletinin içinde olmuştur.

Roma İmparatoru "Septimus Severus" şehri, halk Partlıları tuttuğu için M.S. 196'de şehri istila eder ve şehir neredeyse tamamen yokolur. (Başka bir görüşe göre de Severus şehirdeki tüm yerleşim yerlerini yakmıştır) Severus şehri oldukça beğendiği için; şehri tamamen yeniden kurar. Bu dönemde Roma'da yaşanan sorunlardan dolayı; Roma halkının büyük bir çoğunluğu İstanbul'a göç eder. Bu dönem içerisinde; Roma'dan İstanbul'a gelenler şehre "Nova Roma" (Yeni Roma) diyecektir; ancak bu isim hiç bir zaman resmiyet kazanmaz.

269 yılında Gotların egemenliğine geçen şehir; 313'de de Nikomedyalıların eline geçer. Konstantin da Nikomedyalılardan şehri alır ve Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur.

Bizans İmparatorluğu Dönemi





Kız Kulesi
Kız Kulesi
Bu dönem 324 - 1453 yılları arasını kapsar. I. Konstantinus şehri ele geçirip Roma İmparatorluğu'nun başkenti yaptıktan sonra, şehir ayrıca Roma'nın doğusunun yönetim merkezi olur. Romalı nüfusu bu dönemde, Romalı soyluların göçü de dahil olmak üzere önemli boyutta arttı. Bu dönemde; yeni bir mimari yapıyla şehir oldukça genişledi. 100 kişilik bir hipodromun (Sultanahmet Meydanı) yanı sıra, limanlar ve tu tesisleri yapıldı.

Konstantinus'un döneminde şehre Nova Roma dese de; 11 Mayıs 330 da şehrin ismi Konstantinopolis oldu. Döneminde Dünya'nın en büyük katedrali olan Ayasofya'yı 360'da kuran Konstantin; böylece Roma İmparatorluğu'nun dinini de Hristiyanlık olarak değiştirdi. Pagan Roma dinine inanan batı ile ilk kopuş da bu dönemde başladı. Her ne kadar; Bizans İmparatorluğu I. Theodosius'un ölümü ile başlasa da; Bizans İmparatorluğu Konstantinus Hristiyanlığı getirmesine duyduğu saygıdan kendisini hep bir Bizans İmparatoru olarak görmüş; 1453'deki çöküşüne kadar da 10 İmparatorunun daha ismi Konstantinus olmuştur. Bu dönemde İstanbul'un rolü oldukça stratejiktir; Avrupa ve Asya arasında bir kapı olmuştur. Bu vesile ile, ticaret, kültür ve diplomasinin yapıldığı bir merkezdir. Bu dönemde şehrin ismi "Poli" (şehir) de olmuştur.

476'da Batı Roma'nın yıkılması sonrasında da; Batı Roma İmparatorluğu'ndaki Romalıların büyük bir çoğunluğu buraya göç etmiş, ve Bizans İmparatorluğu'nun da başkenti İstanbul olmuştur. 543'de nüfusun yarısının ölümüne sebebiyet veren veba salgınından sonra; şehir İmparator I. Jüstinyen döneminde yeniden inşa edilmişdir.

700lü yıllarda Sasaniler ve Avarlar'ın saldırısına uğrayan şehir; 800lü yıllarda Bulgarlar ve Arapların, 900lü yıllarda ise Ruslar ve Bulgarların saldırısına uğramıştır.

Ancak; saldırılar arasında en yıkıcı olanı 1204 yılında olmuştur. Haçlılar tarafından; 4. Haçlı Seferi'nde 1204 yılında ele geçirilen şehir yağmalanmış; halkın büyük bir çoğunluğu şehirden kaçmış; yoksul ve enkaz içinde bir kente dönüşmüştür. Bunun sebebi Batı Roma'da büyüyen Latinlerin; Katolik Hristiyanlık anlayışı ile Bizans'daki Ortodoks Hristiyanlık inanışı arasındaki farklılıklar ve uyumsuzluklardır. Bu dönem sonrasında, 1261 yılında Palailogos Hanedanından; Michael VIII Palaeologus şehri tekrar ele geçirmiş ve Latin'lerin dönemini sona erdirmiştir.

Bu dönemden sonra giderek küçülen Bizans; Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1391'den sonra kuşatılmaya başlamış; en sonunda 29 Mayıs 1453'de Osmanlı İmparatorluğu'nun himayesine geçmiştir. İstanbul'un fethi, Dünya tarihinde Orta Çağ'ın sonunu simgelemektedir.

Osmanlı Dönemi



Bu dönem 1453 - 1923 yılları arasını kapsar. 29 Mayıs 1453'de; Osmanlı İmparatorluğu padişahı Fatih Sultan Mehmet'in 53 gün süren kuşatması sonrasında; İstanbul Osmanlı'nın 3'üncü ve son başkenti olur.

Ortaköy Camii ve Boğaziçi Köprüsü
Ortaköy Camii ve Boğaziçi Köprüsü
Osmanlının ele geçirmesinden sonra; Topkapı Sarayı ve Kapalı Çarşı'nın da kurulması ardından bir çok okul ve hamam açılır. Dünya'nın ve İmparatorluğun dört bir yanından insanlar İstanbul'a taşınır. Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların beraber yaşadığı kozmopolit bir toplum olur. Bizans döneminden kalan, eski binalar ve surlar onarılır. Fetihten 50 yıl sonra; İstanbul Dünya'nın en büyük şehirlerinden biri olur. "Küçük Kıyamet" olarak da adlandırılan; 14 Eylül 1509 İstanbul Depremi sonrasında (8 şiddetinde olduğu ileri sürülmektedir); 45 gün süren artçı sarsıntılarla binlerce bina yıkılır ve bir çok insan yaşamını kaybeder.

1510 yılında; Sultan II. Beyazıd; 80.000 kişinin çalışmasıyla şehri yeniden kurar. Günümüzde de varolan eserlerin büyük bir çoğunluğu bu dönemden kalmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde; mimari ve sanat konularına önem verilir. Mimar Sinan camiler ve diğer binalar kurar. Lale Devri döneminde; Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1718 yılından itibaren; itfaiye'yi kurmuş, ilk matbaayı açmış ve fabrikalar kurmuştur. 3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrasında da batılaşma süreci hızlanmış; ve bir çok alanda yenilikler yaşanmıştır.



Haliç
Haliç
Haliç'in üzerine köprü; Karaköy'e tünel, demiryolları, kentin içindeki deniz taşımacılığı, belediye örgütlerinin, hastanelerin kurulmasıyla modern bir şehir halini almıştır. 1894 yılında; Üçyüzon Depremi'ni yaşayan İstanbul, tekrar büyük bir zarar görmüş, Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında 13 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri donanmasınca da işgal edilmiştir.

29 Ekim 1923'de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla da İstanbul'un 2500 yıldır süren başkentlik dönemi de sona ermiştir.

Osmanlı ve Bizans kayıtlarında, 1291 Yıldırım Bayezıd döneminde İstanbul’un alınması amacıyla yapılan kuşatma kaldırılırken, yapılan anlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulması şartına uygun olarak Göynük ve Taraklı’dan 760 hane Manav İstanbul’a yerleştirilmiştir. Yani İstanbul’a yerleştirilen ilk yerli Türklerin, bu yöreden giden Manavlar olduğu kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Özellikle anadolu yakasındaki türklerin kökeni manavlardır.

Cumhuriyet Dönemi





İş Kuleleri
İş Kuleleri
Cumhuriyet sonrası 1923-1950 yılları arasında fiziksel atılımlar olmuştur. 1900'lerin başında 1 milyon olan nüfus, 1927'de 690.000'e düşmüştür, 1935'de 740.000 ve 1945'de tekrar 900.000'e ulaşmıştır. 1950'lerde Balkanlar'dan göç almıştır. Bu dönemde şehirleşmede gecekondular önplana çıkmaktadır. 1960'larda ise gecekonduların yanında, apartmanlaşma başlamıştır. 1970'lerde hızlı nüfus artışı ile konut ve ulaşım sorunları önem kazanmıştır. Bu dönemde otomobil sayısının artması ve sonucunda trafiğin artması Boğaziçi Köprüsü'nün yapılmasında etkili olmuştur ve ulaşımda önemli bir yere gelmiştir. İstanbul metropoliten alanı 1970-1975 yılları arasında merkezde 50 kilometre yarıçaplı bir alan iken 1980'de 60 kilometre yarıçapa ulaşmıştır. 1990'ların nüfus artışı, nüfusun dış taraflara yayılması ile sonuçlanmıştır ve sonucunda İETT'nin yetersiz gelmesi ile dolmuş ve minibüsler bu açığı kapatmaya çalışmışlardır.

Coğrafya ve İklim



Coğrafya

İstanbul'un kuzey ve güneyi denizlerle çevrili.Kuzeyinde Karadeniz,güneyinde Marmara Denizi vardır. Batısında Tekirdağ'ın Çerkezköy, Çorlu, Marmara Ereğlisi ve Saray ilçeleri, doğusunda Kocaeli'nin Gebze, Körfez ve Kandıra ilçeleri bulunur. Boğaziçi'ndeki Fatih Sultan Mehmet ve Boğaz Köprüleri şehrin iki yakasını birbirine bağlar. İstanbul, idari olarak 32 ilçe, 112 köye ayrılır.

İklim

İstanbul'un yazları sıcak ve nemli; kışları soğuk, yağışlı ve bazen karlıdır. Yıllık yağmur düşüşü 870mm dir. Nem yüzünden, hava sıcak olduğundan daha sıcak; soğuk olduğundan daha soğuk hissedilebilir. Kış aylarındaki ortalama ısı 7°C ile 9°C civarındadır ve kar yağışı genelde görülür. Kış aylarında bir iki hafta kar yağabilir. Haziran'dan Eylül'e kadar otalama sıcaklık 28°C dir.

En sıcak ay Haziran (23.2)°C, en soğuk ay da Ocak (5.4°C) dır. Şu ana kadar en sıcak hava; Ağustos 2000'de 40.5°C olarak kaydedilmiştir. En soğuk hava ise; Şubat 1927'de -16.1°C olarak kaydedilmiştir.

Şehir biraz rüzgarlıdır; ortalama rüzgar hızı saatte 17km dir.

Yaz en kuru mevsimdir, ama Akdeniz iklimlerin aksine kurak mevsim yoktur.

Nüfus





Boğaziçi Köprüsü
Boğaziçi Köprüsü
İstanbul'un nüfusu son 25 yılda 4 katına çıkmıştır. İstanbul'da yaşayanların yaklaşık %65'i Avrupa yakasında; %35'si de Anadolu yakasında yaşar. İşsizlik sebebi ile bir çok insan İstanbul'a göç etmiş, genelde şehir etrafında gecekondu mahalleleri oluşturmuştur.

İstanbul'un ilçeleri



İstanbul'un ilçeleri
İstanbul'un ilçeleri
İstanbul ili, Adalar, Arnavutköy, Ataşehir, Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Başakşehir, Bayrampaşa, Beşiktaş, Beykoz, Beylikdüzü, Beyoğlu, Büyükçekmece, Çatalca, Çekmeköy, Eminönü, Esenler, Esenyurt, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Güngören, Kadıköy, Kağıthane, Kartal, Küçükçekmece, Maltepe, Pendik, Sancaktepe, Sarıyer, Silivri, Sultanbeyli, Sultangazi, Şile, Şişli, Tuzla, Ümraniye, Üsküdar, Zeytinburnu ilçelerinden oluşur.

Eğitim



Üniversiteler

İstanbul'da yedi devlet üniversitesi, on altı vakıf üniversitesi bulunmaktadır.

Devlet Üniversiteleri



İstanbul'daki Vakıf Üniversiteleri



İstanbul'daki önemli mekanlar



Surlar





İstanbul Surlarından bir görüntü
İstanbul Surlarından bir görüntü
İstanbul Surları, İstanbul'un etrafını çeviren surlar tarihte 7. yy.dan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçmiştir. Son yapımı M.S. 408'den sonradır. II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu'ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray'a bu taraftan ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule'ye, Yedikule'den Topkapı'ya, Topkapı'dan Ayvansaray'a uzanıyordu.

Surların uzunluğu 22 km.dir. Haliç surları 5.5 km., kara 6,5km. Marmara Surları 9 km.dir.

Kara surları üç bölümden oluşur. Hendek, dış sur, iç sur. Hendekler bugün tarım alanı olmuştur. Sura bitişik ve 50 m. aralıklarla kara surları tarafında, birçoğu yıkılmış, çatlamış durumda 96 burç bulunmaktadır. Bu burçlar, boydan boya uzanan sur duvarlarından 10 m.lik çıkıntıda, çoğunlukla kare planlı ve 25 m. yüksekliğindedir.

Saraylar





Dolmabahçe Sarayı
Dolmabahçe Sarayı
*Dolmabahçe Sarayı: Dolmabahçe Sarayı, Karaköy'den Sarıyer'e uzanan sahil şeridinin Kabataş ile Beşiktaş arasında kalan bölümünde, Marmara Denizi'nden Boğaziçi'ne deniz yoluyla girişte sol sahilde, Üsküdar'ın karşısında yer alan saray. Denizden yer alınıp doldurulmasıyla ortaya çıkan alana yapıldığı için dolmabahçe adını almıştır. Yapımı için dış devletlerden borç alınmıştır.

  • Beylerbeyi Sarayı: Beylerbeyi sarayı 1861-1865 yıllarında, eski ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan'a yaptırılmıştır.
  • Topkapı Sarayı: Topkapı Sarayı, İstanbul'da yer alan ve dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişidir.
Konumu, Haliç’i, Boğaziçi’ni ve Marmara denizi gören, İstanbul’un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi İstanbul üçgen yarımadasının en uç noktasında, 5 km'yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir komplekstir.





Çırağan Sarayı
Çırağan Sarayı
*Çırağan Sarayı: İstanbul, Beşiktaş ilçesi, Çırağan Caddesi üzerinde bulunan tarihi saray.

Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan da 1910 yılında yanmıştı. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştı. Dört yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır.

Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile beş yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür. Bahçesinde süs havuzu, bir iskele ve bir helikopter pisti bulunmaktadır. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır.

Meydanlar

Taksim Meydanı





Ayasofya
Ayasofya
Taksim semti ve meydanı adını, eskiden Galata-Beyoğlu suyunun "taksim edildiği", Taksim Maksemi'nden almıştır.

Meydan olmadan önce, eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt, meydan haline getirilip genişletildikten sonra zamanla bugünkü görünümünü almıştır. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor ve buluşma yeri işlevini üstleniyor. Meydanın başlangıcından Tünel'e kadar nostaljik tramvay çalışır.



Taksim Meydanı
Taksim Meydanı
Taksim Meydanı’nın simgesi haline gelen Cumhuriyet Anıtı İtalyan heykeltraş Pietro Canonica'ya yaptırılmış, 1928 yılında yerine yerleştirilmiştir. Anıtın yapımı 2,5 yıl sürmüş, anıt taş ve bronz kullanılarak yapılmıştır. Maliyeti için halktan para toplanmıştır. Cumhuriyet dönemi anıtlarından ilk defa figüratif bir anlatımla Atatürk'ü ve yeni düzeni anlatan bir heykeldir. Anıt dikilmeden önce Taksim'de alan özelliği yoktu.

Sultanahmet Meydanı





Sultanahmet Camii
Sultanahmet Camii
İstanbul'un en önemli meydanlarından biri. Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirdi. “Hipodrom” Yunanca "hippos" (at) ve "dromos" (yol) sözcüklerinin bileşiminden oluşan ve "atyolu" anlamına gelen bir kelimedir. Osmanlı döneminde buraya At Meydanı denirdi.

Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk kilometre taşı da buradaydı.

Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede olur, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırdı. İstanbul'da Halide Edip'in işgale karşı konuşma yaptığı 1920 Sultanahmet mitingi de burada yapılmıştır.

Meydanın orta yerinde Kayzer Wilhelm'in ziyaret hatırası olarak yapılmış olan Alman Çeşmesi bulunmaktadır. Meydanın batısında ise İstanbul Adliyesi yer almaktadır. Meydan günümüzde İstanbul'un en önemli turistik merkezidir.

Beyazıt meydanı



Beyazıt meydanı
Beyazıt meydanı
İstanbul'un Eminönü ilçesinde bulunan tarihi bir meydandır.İstanbul Üniversitesi ve Tarihi Kapalı Çarşı'ya ev sahipliği yapmaktadır.Beyazıt Camiini de içinde bulunduran meydan turistlerin uğrak noktasıdır.

Ulaşım

Şehre ulaşım



Şehre havayolu, karayolu, denizyolu ve demiryolu ile ulaşmak mümkündür. Şehrin 2 adet uluslararası havalimanı mevcuttur.Bunlar Yeşilköy Atatürk Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havalimanı dır.

Büyük İstanbul Otogarı 1980'li yıllarda Topkapı'da bulunan İstanbul Trakya Otogarı'nın yetersiz gelmesi üzerine, 1987'de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Büyük İstanbul Otobüs İşletmeleri Anonim Şirketi arasında imzalanan antlaşmayla yapımına başlanmış, 1994 yılında hizmete girmiştir.Avrupa'nın en büyük otogarı olmakla beraber dünyanın en büyük 3. otogarı konumundadır.



Haydarpaşa Garı
Haydarpaşa Garı
Haydarpaşa Garı, 1908'de İstanbul - Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen tren garıdır. Gar, TCDD'nin ana istasyonudur. İstanbul'un Anadolu Yakasında Kadıköy'de bulunur. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Bağdat Demiryolu yanında İstanbul-Şam-Medine (Hicaz Demiryolu) seferleri de yapılmaya başlanmıştır.İstanbul hakkında detaylı bilgi için "Ayrıca Bakınız" listesindeki linkleri inceleyebilirsiniz. * İstanbul Büyükşehir Belediyesi * İstanbul Belediye Başkanları

İstanbul haritası için bakınız

  • http://harita.turkcebilgi.com/İstanbul_haritasi/

    Linkler

  • http://www.istanbul.gov.tr/ - Valilik
  • http://www.ibb.gov.tr/ - İstanbul Büyükşehir Belediyesi
  • http://harita.turkcebilgi.com/İstanbul_haritasi/- İstanbul haritası ve uydu görüntüleri

    Liste - Türkiye'nin illeri

    Adana | Adıyaman | Afyon | Ağrı | Amasya | Ankara | Antalya | Artvin | Aydın | Balıkesir | Bilecik | Bingöl | Bitlis | Bolu | Burdur | Bursa | Çanakkale | Çankırı | Çorum | Denizli | Diyarbakır | Edirne | Elazığ | Erzincan | Erzurum | Eskişehir | Gaziantep | Giresun | Gümüşhane | Hakkari | Hatay | Isparta | Mersin | İstanbul | İzmir | Kars | Kastamonu | Kayseri| Kırklareli | Kırşehir | Kocaeli | Konya | Kütahya | Malatya | Manisa | Kahramanmaraş | Mardin | Muğla | Muş | Nevşehir | Niğde | Ordu | Rize | Sakarya | Samsun | Siirt | Sinop | Sivas | Tekirdağ | Tokat | Trabzon | Tunceli | Şanlıurfa | Uşak | Van | Yozgat | Zonguldak | Aksaray | Bayburt | Karaman | Kırıkkale | Batman | Şırnak | Bartın | Ardahan | Iğdır | Yalova | Karabük | Kilis | Osmaniye | Düzce

    İstanbul'un tarihi mekanları



    İstanbul ile ilgili diğer bilgiler

  • misafir - 8 yıl önce
    isatnbulu almak için herşeyi göze alan fatih sultanın görüşünden başka bir görüşüm olamaz

    misafir - 8 yıl önce
    istanbul çok güzel bir şehir amma şu dışarıdan gelen magandalar perişan ettiler canım şehirin.be kocamustafapaşalıyım malum FATİH e bağlı fatih sultan mehmetin kemikleri sızlıyordur bu piçlerin yüzünden baksanıza sizin sitenize bile bulaşmışlar

    misafir - 8 yıl önce
    istanbul süper bir şehir çirkin olan içindeki insanlar FATİH SULTAN MEHMET HAN gerçekten hakkını bize helal etsin ayrıca sitete de çok başarılı olmuş

    misafir - 8 yıl önce
    istanbul büyük ama derin derin ama tehlikeli bir koy

    misafir - 8 yıl önce
    Nerede o eski İstanbul Şimdi Büyük Mardin oldu diyorlar..ben 3 yıl (1964-1966) yaşadıgım bu şehre acıyorum gözlerim acık.

    misafir - 8 yıl önce
    Aşağıdaki yazı alıntıdır; Türklerin İslam’a girşiyle birlikte Türk kültüründe çok büyük değişimler yaşanmaya başlamıştır. Kültürün en önemli öğesi ve taşıyıcısı olan dildeki değişimler ise bu değişimlerin en bariz olanlarındandır. İslamlaşmadan kısa bir süre sonra Türkler, Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Uygur ve Gök Türk alfabeleri terkedilmiştir. Arap alfabesiyle birlikte Türk diline öncelikle dinsel alanda olmak üzere pek çok Arapça ve Farsça sözcük girmeye başlamıştır. Zamanla Türk dili tanınamayacak dereceye gelmiş, Arap ve Fars diline ait söz ve dilbilgisi kurallarıyla boğulmuştur. Özellikle Arap dilinin kutsal, tanrısal bir dil olduğu teması bağnaz din bilginleri tarafından işlenmiş, bu bağlamda bir sürü uydurma hadislerle, bu kültürel cinayete İslam’ın peygamberi Hazreti Muhammed de ortak edilmek istenmiştir. Peygambere mal edilen hadislerle cennet dilinin Arapça olduğu, Allah’ın son kutsal kitabını Arap dilinde indirmek suretiyle Arap diline kutsiyet verdiği fikri Türkler arasında yayılmaya başlamıştır. Dolayısıyla İslamlaşma adı altında tam bir Arap ırkçılığı yayılmış ve bunun tabii bir yansıması olarak da Arap kültür emperyalizmi yaşanmıştır. Bu süreçte Gazneliler Devleti, Seçuklu İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti vb. Türklerce kurulan kimi devletlerin resmi dil olarak Arapça ve Farsçayı kullandıkları malumdur. Dolayısıyla Türk dilinin devlet erkinden dışlandığı, aşağılandığı hazin bir dönem Türklüğün kaderi haline gelmiştir. ( İranlı yazar ve bir dönem Türkiye’de kültür ateşeliği yapan Muhammed Emin Riyahi, “Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı” adında bir kitap kaleme almış, Seçukluların kültürel anlamda Fars olduklarını, dolayısıyla kurdukları devletin Fars devleti sayılması gerektiğini ileri sürmüştür. Ayrıca kitapta Osmanlı padişahlarının önemli bir kısmının ve diğer elitlerin Farsça hayranı olduklarından, Farsça şiirlerle dolu divanları bulunduğundan övgüyle bahsedilmektedir. Sözkonusu kitap, İnsan Yayınları tarafından, Mehmet Kanar’ın çevirisiyle 1995 yılında yayımlanmıştır. ) Egemen Sünni İslam anlayışını benimseyen Türk seçkinlerinin bu dönemde halklarına iyice yabancılaştıkları; Türk isimlerini bırakıp Arap ve Fars isimleri aldıkları, Türklüğü ve Türkçeyi hakir gördükleri bilinmektedir. Ancak bu ağır zulüm karşısında ayağa kalkıp Türk dilini ve Türklüğün öz saygısını korumaya çalışan Türk bilginleri, Türk ozanları da tarih sahnesine çıkmaya başlamıştır. Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmud, Edip Ahmet Yükneki, Yusuf Has Hacib, Ali Şir Nevai vb. Türk bilgin ve uluları yarattıları yapıtlarla Türk dilinin Arap ve Fars dili karşısında yok olup gitmesine ve Türklerin İslamlaşmayla birlikte asimile olup Araplaşmasına ve Farslaşmasına engel olmaya çalışmışlardır. Nitekim Anadolu Alevi/Bektaşilerinin pirlerinden ve ilk Türk mutasavvıflardan olan Hoca Ahmet Yesevi / Pir – i Türkistan şöyle demiştir: “ Sevmiyorlar bilginler sizin Türk dilini Erenlerden işitsen açar gönül ilini Ayet, hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar Anlamına erenler başlarını eğip uyarlar…” İşte tarihin bu devresinde büyük göçebe Türkmen kitleleri kendilerine önderlik eden batıni / Alevi / şamani Türkmen derviş ve ozanlarıyla Araplaşma ve Farslaşmaya karşı doğal bir direniş kalesi inşa etmişlerdir. Bu direniş doğal olarak gelişen, refleksif ve reaksiyoner bir hareket biçiminde yayılan ve sosyo ekonomik taleplerle de güçlenen ihtilalci / devrimci bir karakter kazanmıştır. Bu bağlamda Emevi / Abbasi / Arap İslam anlayışını benimseyen ve Türklüğe yabancılaşan egemenlere karşı binlerce ayaklanma gerçekleştirilmiştir. Bu ihtilalci / devrimci ayaklanmaların en ünlüsü ve en etkileyici olanı Karamanoğlu Mehmet Beğ öncülüğünde yapılan ve onbinlerce kişiden oluşan Alevi / batıni / şamani göçebe Türkmen kitleleri tarafından büyük bir katılımla desteklenen görkemli ihtilaldir. 13 Mayıs 1277’ de gerçekleşen bu ihtilalin Türk tarihine geçen en büyük sonucu Anadolu topraklarında Türk dilinin ilk kez resmi devlet dili olara

    misafir - 8 yıl önce
    Olayın kahramanları, iki üniversite ögrencisi.. Koyu geyik muhabbetinin dügümlendigi durumlardan birinde, bu iki kafadar bir iddiaya girer.... Delikanlılardan biri, odanın tavanında asılı olan ampulü agzına tamamen sigdırabilecegini iddia eder.... Evet yanlış okumadınız, bildiginiz 100 mumluk ampulü... ve sigdirir da. Ancak bir sorun vardir. Ampulü agzindan geri çikaramamaktadir. Arkadasi hayret eder bu nasil is diye, o da evdeki baska bir ampulü agzina sokar ve tabii ki o da çikaramaz. Bunun üzerine iki kafadar hastanenin yolunu tutmaya karar verirler. Agizlarinda ampul oldugu halde bir taksiye atlarlar. Konusma zorlugu çekerek güya taksiciye dertlerini anlatirlar.Taksici bir taraftan gülme krizi geçirirken bir taraftan da ''nasil olur abi ya, ugrassaniz çikar, bir asilin suna, saka mi yapiyonuz ?'' diye söylenmektedir. Neyse aksamin bir yarisinda acile gelirler. Taksici ayrilir. Doktorlar çocuklari beklemeleri için bir odaya alir. Veeee, aradan 15 dakika geçmeden taksici kapida görünür; tabii agzinda bir ampulle. Amcam çocuklara inanmamis, açik olan bir marketten ampul almis ve denemistir !! Simdi anladinız mı Ampul Partisi''nin Türkiye''de nasıl iktidara geldigini? BİR ŞEY OLMAZ DİYE HERKES DENEDİ VE GÖRDÜK ÇIKARAMIYORUZ. OY VERİRKEN İYİ DÜŞÜNÜN AMPUL BU SEFER AGZIMIZDAN ÇIKMIYOR YARIN ÖYLE BİR YERE GİRERKİ DOKTORA BİLE GİDEMEZSİNİZ. SEÇIMLERE AZ KALDI, BIR DAHA SAKIN DENEMEYE KALKMAYIN!!!

    misafir - 8 yıl önce
    İSTANBUL U KASABAYA CEVİRENLER UTANSIN sarı YA TAMAMEN KATILIYORUM YANLIZ TÜRBAN DEGİL YAZIK OLMUŞ İSTANBULA ZAVALLI..

    misafir - 8 yıl önce
    SONER YALÇIN.... TÜRBAN YAHUDİ GELENEĞİ Mİ HRİSTİYAN GELENEĞİ Mİ? İŞTE TARTIŞMALARA SON VERECEK ARAŞTIRMA! AKP''nin, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını DA içeren Anayasa taslağı günlerdir Türkiye gündeminden düşmüyor. Bazı çevreler, başörtülü öğrencilerin üniversitelere girmelerini demokrasi adına savunuyor. Karşı çıkanlar ise türbanı toplumun gericileşmesinin simgesi olarak görüyor. Peki, kadın niye örtünüyor? Kadının örtünmesi NE Zaman, nasıl oldu? Gelin, kadının örtünme tarihine kısa bir göz atalım. İLKEL çağlarda sihir ve büyü düşüncesi hákimdi. İnsanoğlu kadının çocuk doğurmasına akıl erdiremiyordu. Bunu gizli bir güç olarak yorumluyordu. Bu nedenle kadından hem korkuluyor, hem de ona saygı duyuluyordu. Öte yandan ilk çağda birçok alanda üretimi kadınlar başlatmıştı: İp, sepet dokuma, ağla balık avlama, toprak kap, ateş yakıp yemeği pişirme, tarak, kaşık, madeni eşyalar, boncuk, ilk hekimlik ve şifalı otlar gibi buluşlar kadının eseriydi. Kadının el üstünde tutulduğu "anaerkil" dönem binlerce yıl sürdü. Ne Zaman insanoğlu doğal olayları kavramaya başladı, "büyü" bozuldu. Artık kadının nasıl çocuk sahibi olduğu anlaşılmıştı! Yetmezmiş gibi erkekler, üretim biçimini ve savaş aletlerini geliştirdi; din devleti, tapınak-saray-ordu biçimindeki erkek egemen örgütlenmesine yöneldi; kadının "saltanatına" son Verdi! ÖRTÜNME BAŞLIYOR Yaklaşık 4 bin yıl önce Babil İmparatoru Hammurabi''nin kanunlarında kadının sosyal statüsü ilk kez yazılı yasa haline getirildi: "Kadınlar sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır." Bu kanun yeniydi, AMA uygulama eskiydi. Sümer, Asur, Hitit, Urartu, Akad gibi site devletlerinde de benzer uygulamalar vardı. Kadını örtüye sokmanın temel nedeni, hür kadın ile köle kadınların birbirinden ayrılmasını sağlamaktı. Yani amaç, hangi kadının bir erkeğin koruması altında, hangisinin ise "kolay av" olduğunu göstermekti! Eski Anadolu kültüründe olan bu örtünme anlayışı, dünyanın çeşitli topluluklarında DA vardı. Onlar genellikle meseleyi mitolojik öykülere dayandırıyorlardı. Örneğin, Japon mitolojisinin kutsal kahraman Okikurumi, Aynular''a kültür ve uygarlığı öğretmek üzere tanrıların cennetinden yeryüzüne inmişti. Cennete dönmeden önce Aynular''dan bir kadınla evlendi. Karısına, yiyecekleri kabile halkına dağıtma görevi Verdi. Ancak bunun için de bir koşulu vardı; hiç kimse karısının yüzüne bakmayacaktı. Yani örtünecekti! ÇARŞAF, SAHNEYE ÇIKIYOR Çarşaf, önce Hititler''de ortaya çıktı. Bu konuda, Ankara/Anadolu Medeniyetleri Müzesi''nde pişmiş toprak bir kabın üzerindeki resim bize önemli bilgi veriyor. Kutsal evlilik töreninde, tanrıçayla, tanrı adına kralın evlenmesi için yapılan ayini anlatan resimde tören sırasında gelin tanrıça, günümüzdeki çarşafın birebir aynısını giyiyordu. Ve NE yazık ki, kendine güvenli, rahat, buyurgan tavırlı kralın karşısında, edilgen, teslimiyetçi Duran bu Kara çarşaflı tanrıça gelin, Sümer''deki kendine güvenli tanrıça karakterinden hayli uzaktı. Kadınlar artık örtüye sokulmuştu. Önceleri görünen saçlar zamanla görünmez olmuştu. Heraklit, Antik Yunan ve Mısır''da yaşayan kadınların baş giyimini şöyle tarif etmişti: "Giysilerin başa gelen kısmı öyle sarılır ki, yüzün tümü peçeyle örtülmüş gibi görünür. Zira sadece gözler ortada kalır, yüzün diğer bölümleri ise giysinin bir parçası ile tamamen örtülür. Bütün kadınlar bu şekilde beyaz renkli giysiler giyerler." Antik Yunan''da başörtüsü, bereket tanrıçası Demeter ve Zeus''un karısı Hera''nın DA özel simgesiydi! Zamanla kadınlar bu durumu bile arayacak hale gelecekti. Antik Yunan''da kadın, "erkeğin başının belası" olarak görülmeye başlanacaktı. Pis kadınların domuzdan, zeki kadınların tilkiden, meraklı kadınların köpekten meydana geldiğine inananlar bile vardı! Kadınların tek başına sokağa çıkmaları ise artık hayaldi... Roma döneminde de erkeklerin tartışılmaz egemenliği iyice perçinlendi. Erkek, asker, politikacı, tüccar; kadın ise evd

    misafir - 8 yıl önce
    Bu yasak Müslüman Osmanlı kadınlarının, Hıristiyan kadınlara benzememeleri için koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler giymelerini de tavsiye ediyordu. Ama bazen de Müslüman kadına yakışan tek giysi olduğu iddiasıyla renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri istenmekteydi! Osmanlı''da kadınların kıyafeti hep tartışma konusu oldu. Neredeyse her padişah bir ferman çıkardı. Örneğin, Sultan II. Mahmud da bir fermanla Hıristiyan kadınların başlarını Müslüman gibi, Müslüman kadınların ise Hıristiyan kadınları taklit eder şekilde örtmelerini yasakladı. II. ABDÜLHAMİD''İN ÇARŞAF YASAĞI 19. yüzyılın ortalarında kadınlar İstanbul''da çarşaf giymeye başladı. 1850''lerde Suriye valiliğinden dönen Suphi Paşa''nın karısı, İstanbul''da ilk çarşaf giyen kadın oldu. Daha çok Yunanlılarda görülen bu giysi, Meşrutiyet dönemine değin baştan yere kadar uzanan kolsuz tek parçalı bir sokak kıyafetiydi. 1876-1908 arasında ise başı-omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden ayak bileklerine inen bir etek olmak üzere iki parçalı sokak üst giysisi olarak kullanıldı. 1880''li yıllar, çarşafın hızla yayıldığı yıllar oldu. Ancak, Sultan 2. Abdülhamid öldürülme korkusuyla çarşafı yasakladı. 27 Ekim 1883''te Paris''te yayımlanan Le Courier d''Orient isimli gazetede, çarşaf yasağından etkilenen kumaş tüccarlarının yakınmalarına yer verildi. İstanbul''da bu tür yasaklar söz konusu iken Anadolu kadınları için ferace ya da çarşaf güncel bir tartışma olmadı. Hatta 1882''de çıkarılan bir fermanla ferace giymeleri istenen kadınlar bu buyruğa isyan ettiler. Konu ile ilgili olarak 27 Temmuz 1882''de Levant Herald Gazetesi''nde şu haber yer aldı. "Yeni İzmit valisi civar köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı. Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni kanuna uymaktansa, köylerinde kalmayı yeğlediler. " Burada aslında şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Türkiye''nin bugün konuştuğu kamusal alan tartışması o zaman da yaşanıyor. Osmanlı, pazaryeri gibi kamusal alanlarda örtünmeyi zorunlu kılıyordu. Müslüman kadınlar Anadolu''da peçe takmadığı gibi İstanbul''un Kadıköy, Tarabya gibi semtlerinde de bu serbestliğe sahipti. Oysa Beyoğlu''na giden bir kadın peçe takmak zorundaydı. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: İktidarın merkezinde duyarlılıklar fazla iken çevrede bu duyarlılığın azaldığını görüyoruz. Osmanlı''nın son döneminde türban, aydınlar tarafından çok tartışılan bir konu oldu. Birçok kesim bu konuda kendi görüşünü belirtti. Kimi gerekliliğini, kimi gereksizliğini savundu. Ziya Gökalp gibi aydınlar, İslamiyet öncesi Türk kadını konusunda araştırmalar yaparak o modelin benimsenmesi gerektiğini savundular. Görünen o ki, Osmanlı''da başlayan bu tartışmalar günümüzde henüz sonuçlanmamıştır. Başörtüsü, demokrasi mi yoksa bir uygarlık meselesi midir? Soner Yalçın Alıntı

    misafir - 8 yıl önce
    ne kadar cahil insanlar var. neden küfür edenleri yasaklamıyor yada cezalandırmıyorsunuz. ne istanbul nede bu insanlar haketmiyorlar. ne yazikki egitimsizlikten kaynaklanıyor bunlar.[diplomadan bahsetmiyorum. kişinin kendisine verdiği eğitimden!!!!] böyle devam ettikçe geriye ne İstanbul,ne Türkiye ne de insanlık kalacak. ama kaç kişi bunun farkında?

    misafir - 8 yıl önce
    bu güzel tartışma platformundan erzurumlu hakan ve swat rumuzlu görgü yoksunu insan!!! ların atılması (temizlenmesi) ile sadece istanbul değil türkiyenin temzileneceği görüşündeyim.

    misafir - 8 yıl önce
    Türkiyede ki insanların cogunlugu İZMİR li düşünce ve görüşünde olsa idi bu gün türkiye avrupanın bir no ülkesi idi.ama yine arap kafası hortladı bu haldeyiz. türklerin en büyük zarar araplardan gelmiştir tarih boyunca ..bir tane ve en önemlisi .Türkleri zorla müslüman yapmışlardır .

    misafir - 8 yıl önce
    bu siteye de siyaseti ,dini bulaştırdınız ya hepinizin ta ...

    misafir - 8 yıl önce
    GAVUR IZMIRLI Anadolu''nun çok yerinde Izmir''e Izmirlilere gavur derler. Asagilama, kendinden olmama anlami tasiyan bu nitelemeyi sever, Izmirliler. Baskalari gibi tutucu bagnaz olmaktansa çagdas Avrupai görüntüsünün böyle aykiri bir niteleme dogurdugunun farkindadir. Güler geçer, Izmirliler. Bugünkü Hisar camii çevresinde(Kemeralti civarlari) kurulan eski kent çekirdeginin Ceneviz kolonisi olmasi daha sonralari ise seferad Yahudilerinin gelip yerlestigi bugünkü Konak çevresi nedeniyle Izmir''in merkezi yillar boyunca Gavur Izmir olarak adlandirilmistir. Çarsinin ve limanin merkezde yer almasi nedeniyle bölgenin alisveris ve ticaret mekani uzun yillar "gavur Izmir" diye adlandirilan bu bölge olmustur. Isgal yasamis, kurtulus savasi ve mübadele ile gayrimüslim nüfusunu büyük oranda yitirmis olmasina karsin bazi özelliklerini yitirmemistir. Kimilerine göre gavurluk diye adlandirilsa da, ülkemizin batili yüzü olmustur, Izmir. Vatanseverdir, Izmirliler. Istanbul yönetimi mütareke imzalayip teslim olurken onlar kurtulus savasinin ilk kursunu niyetine kendi insanini sürer namluya. Dönemin yönetimi için kabul edilmez bir baskaldiridir, gavurluktur Izmirlinin bu yaptigi. Demokrattir, Izmirliler. 1985 Yilinda yapilan referandumda ülke ortalamasinin büyük oranda aksine siyasi yasaklarin kalkmasi yönünde oy kullanarak ülkemizde demokrasinin yara almasinin önüne geçtiginin bilincindedir. Kimilerine göre ise, yapmistir yine gavurlugunu. Riyakar degildir. Hosgörüsü yüksektir, Izmirlinin. Kemeraltinda meyhaneler sokagi olarak bilinen Veysel çikmazinda çogu meyhane sahibi ramazan ayinda "meyhanemiz ramazan nedeniyle kapalidir" yazisi asarken, Ferit Baba''nin meyhanesi camina "meyhanemiz ramazanda nöbetçidir" yazisi asar. Kizmaz, karismaz kimse kimsenin yasantisina. Kimileri için ise gavurlugun disavurumudur, bu hosgörü. Degerlerinin farkindadir. Vefakardir, Izmirli. Yunan isgalinden sonra çok büyük bir kismi yanmis ve harap olmus halde geri alinmistir. Yangin yeri denen ve Izmir ''in eski kent merkezi olan metruk alan o zamana kadar yapilan park alanlarinin en büyügü olarak 1937 yilinda Izmir Fuari adiyla açilmistir. Fuar, yikilmis, tükenmis kentin insanlarinin gayreti ile Izmir'' in yeniden kurulusunun ve çagdas kimliginin göstergesi olmustur. Izmir Fuarinin 30.Agustos kapisindan girdiginiz zaman sizi sol tarafta küçük birheykel karsilar. Bu heykel bir yalak basinda 3 adet at basindan olusmaktadir. Heykelin altindaki notta ise " bu heykel Izmir fuarinin yapiminda çalisan ve çogu bu çalismalar sirasinda can veren atlarin anisina yaptirilmistir" diye yazmaktadir. Kimilerine göre ise, bu ülkede heykeli dikilebilecek o kadar önemli sahsiyet varken yapmistir yine gavurlugunu, Izmirli. Gavurluk nitelemesini sever Izmirli. Çagdas, demokrat, aydin laik ve aykiri olmanin karsiligi oldugunun farkindadir, bu nitelemenin. Inançlarin insanin vicdaninda oldugunu, kimseye inanci için hesap vermek zorunda olmadigini bilir ve dahasi kendini gavur diye niteleyip kendinden saymayanlari da bagrina basar, Izmirli. Çünkü, hayatin her seyin önünde oldugunu, asil olanin yasamak oldugunu bilir ve bunu haykirir, Izmirli. Gavurlugu sever Izmirli.

    misafir - 8 yıl önce
    istanbulu lekeleyenlere hiç eyyübe, sultan ahmete , ayasofyaya , müzelerine , gittiniz mi? Piyerlotide hiç çay içtinizmi ? kız kulesini gördünüz mü ? Avrupanın hatta dünyanın en güzel şehrini kötülüyorsunuz. Bence İSTANBUL yeryüzünün cennetidir. Ama içinde yaşayan bi takım çeşitli insanlar bu güzel nimetleri kötülemekteler onlara tek diyeceğim utanın. önce istanbulun arka sokaklarından kurulun da istanbulu bir görün sonra yorum yaparsınız.

    misafir - 8 yıl önce
    BEN İSTANBULDA 3 YIL YAŞADIM ( 1965-1968) O ZAMANLAR BU KADAR KÖTÜ DEGİLDİ ŞİMDİ İĞRENÇ BİR KÖY. O KADAR DOLAŞTIM İZMİR DEN DAHA MEDENİ BİR YER GÖRMEDİM HER HALDE ORAYA YERLEŞECEGİM.

    misafir - 8 yıl önce
    DOGMUSUM ISTANBUL DALAZCASII BIZDE POLİ DERİZ..KIZDEDIGIN ISTANBULGIBIIOLMALII SENEDE IKIKEZ ODENIZIN ISTIKLALIN KOKUSUNUU ALMADAN RAHAT DURAMAM ..AGCA BILE OZLEMIIŞ ..NEDURURSUU BRE COCUK FATIHIN YAŞİN DASIN ..ISTAN BULU ALMAK ICIN 3 AY GORUSMUS VEZIRI AZAM LARIYLA SONUN DA 4 VEZIRIN ALMIŞ KELESINI.GIRMIŞ ISTAN BULA ..NNERDE OYLLE SIM DII USAKLAR..FATIH TIR IC MIŞYYA COCUKEN TRABZONUN SUYUNUU..GENE BIZIIM DIRR BUGUZEL VE BELA KOKAN SEHII SEVIYORUUM OLANN BEZDIRSEN DE BENI ISTANBUUL

    misafir - 8 yıl önce
    biz yani annanem babannem falan istanbulda büyümüşler.babam ve annemde öyle ve ben de, dağa sayardım ama yani 90-100 senedir burdaymişiz malatya yazan demekki orda büyümüş orda sıçmıştır bizim istanbulda ii türkçe güzel dil ve EYÜP var katılanlar????

    misafir - 8 yıl önce
    istanbul kadar bı guzellik yoktur sanırm bu dunyada...(ben haric)???

    Görüş/mesaj gerekli.
    Markdown kullanılabilir.

    İstanbul Resimleri

    İstanbul Haritaları

    istanbul ilce sinirlari.jpg
    istanbul ilce sinirlari.jpg
    istanbul mahalle haritasi.jpg
    istanbul mahalle haritasi.jpg
    istanbul 2008 idari uydu.jpg
    istanbul 2008 idari uydu.jpg
    Istanbul sehir sinirlari 1922.jpg
    Istanbul sehir sinirlari 1922.jpg
    tarihi sehir harita.gif
    tarihi sehir harita.gif
    istanbul ilceleri 2008.jpg
    istanbul ilceleri 2008.jpg
    harita istanbul.jpg
    harita istanbul.jpg
    istanbul iki yaka.gif
    istanbul iki yaka.gif
    buyukada.jpg
    buyukada.jpg